|
Bir neslin tercüme-i hali

Bismillah...

Başlarken, evvela bunu yazmak geldi içimden.

Yeni Şafak okuyucusu beni bilir. Yeni Şafak’ın sayfaları beni bilir. Ben de onları bilirim.

Öyleyse lafı evirip çevirmeye lüzum yok. Her zaman olduğu gibi, dümdüz anlatayım.

Biliyorsunuz, biz, geçen ay işten atıldık. ‘Biz’, yani kadim arkadaşlarım Mustafa Karaalioğlu, Mehmet Ocaktan ve ben.

Bu hadise çok konuşuldu. Çok sorular soruldu, çok cevaplar verildi.

Şimdi, kalemi elime aldığım şu vakitte, bu mevzuya hiç dokunmadan geçip gitsem yanlış olur.

Bizi işten atanlardan mı bahsedeceğim?

Yok, bu bana uymaz.

Peki, bu hadisenin arka planından?

Tabii ki bir gün yazılır her şey. Bir gün zamanı gelir. Şimdi değil.

“O gün, (arz) haberlerini anlatır.”

Ya ne?

Evvela, teşekkür borçluyuz, bize ulaşıp üzüntülerini ifade eden dostlarımıza.

“Biz üzüldük, ama sizin üzülmeniz gerekmiyor” diyen iyi insanlara.

Sevinenler oldu. ‘Siz misiniz yandaşlık yapanlar, oh olsun’ diyenler oldu.

Yalan söylemekten hayvan dili gibi şişmiş pis dilleriyle konuştular.

Onlara diyeceklerim var.

Diyeceklerim, Karaalioğlu ve Ocaktan için de fazlasıyla geçerlidir ama ben kendi adıma diyeyim.

Ben, üzerinde bulunduğum fikir çizgisine dün gelmedim. Evvelki gün de gelmedim.

Doğdum bittim buradayım. Okumayı söktüğüm zamanlarda Büyük Doğu’yu da okuyordum, babamın eve getirdiği Büyük Doğu ciltlerinden.

Üsküdar’da, ‘Onlar Böyleydi’ piyesini annem, babam ve kızkardeşimle beraber seyrettiğimde, Hattat İsmail Hakkı İlkokulu’nun birinci sınıfındaydım.

Elimde pankartla yürüdüğüm ilk miting, 1976’daki Fetih Mitingi’dir.

Ezeli ve ebedi davamızın, yıkık dökük bir ferdiyim.

Hiçbir zaman, hiçbir yerde, ‘kazanan tarafta olmak’ için bulunmadım.

Doğru tarafta olayım, kaybedeyim.

Ne devşirme, ne dalkavuk, ne amigo...

Bir gazetenin başında olmasam veya mutfağında olmasam, ‘Kop dağının ardında’ olsam, yine aynı ‘ben’im.

Bu demektir ki, paralellerin veya başka geometrik şekillerin (Eşkenar dörtgen, yamuk, üçgen ve saire...) sevineceği bir durum yok.

Nevzuhurlar, sonradan çıkmalar, iyi gün dostları, fabrika mamulü tipler, mevsimlik nevaleler, rüzgar gülleri halden hale girebilirler.

Biz, buradayız. Kaybetsek de, ölsek de, kalsak da burada.

Bir laf daha dolaştı arkamızdan.

Dolaşıyor laflar, çünkü yalanla gerçek, aynı terazide tartılıyor. Bir şeyin gerçek olması önemli değil. İşe yarasın, yalan olsun. Sağcısı solcusu, ilericisi gericisi, hepsinde bir ‘kesin bilgi yayalım’ ahlakı.

Bu ahlak, bütün ‘mahalle’lere bulaştı. Her mahallede, ihtiyaç fazlası TIR'lar dolusu malzeme var.

Yalanla yatıp kalkıyorlar, yalandan, ibadet lezzeti alıyorlar.

(Rüyalarda, ‘ikiye katlayın’ diyenlerden bahsediliyor da, ‘twitlerde yalan yazmayın’ diyen yok. Sübhanallah!)

‘İyi mücadele etmemişiz, bu yüzden bizim işten çıkarılmamız doğruymuş.’

Kim söylüyor bunu?

Hadi ağzımı bozmayayım. O mevsimlik nevaleler söylüyor.

Gelin, benim yanımda söyleyin. Hayır, hayır, sizi yalanlamaya bile tenezzül etmem, siz söyleyin, ben susayım.

Benim yanımda söyleyin ki, sözünüz gibi cinsinizin de yalan olduğu meydana çıksın.

Söylemiştim, işten çıkarıldığımız günlerde, Ülke TV’nin Sıradışı programında. İsmet Özel’den.

‘Öyle hisab katındayım ki, katlim savcılardan sorulmaz.’

Durumumuz budur.

***

Sözün sonunda, bir kadirşinaslığı da zikretmem gerekiyor. Bu tabii ki Yeni Şafak’ın kadirşinaslığı.

Ahmet Abi (Albayrak) o günlerde aradı. ‘Hemen Yeni Şafak’ta başlayın’ dedi. Bu, bizim için çok kıymetli bir şeydi.

İbrahim Karagül de, ilk andan itibaren, dostça ve kardeşçe, kapılarını açtı.

İkisinin şahsında bütün Yeni Şafak ailesine teşekkür ediyorum.

Allah mahçup etmesin.

#Yeni Şafak
#Mustafa Karaalioğlu
#Mehmet Ocaktan
#Üsküdar
9 yıl önce
Bir neslin tercüme-i hali
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’