|
Taşları nasıl da yemişiz!

İyi bir şeydi, yurtdışındaki Türk okulları. Bizim markamızdı. Bizim insanlarımız, uzak diyarlarda bir başarı hikayesi yazıyorlardı.

Meksika’da, Kazakistan’da, Kongo’da, Bosna’da, Kore’de... Gittiğimiz her yerde görüyorduk onları. Simsiyah çocuklar, dünya nimeti gülümsemeleri ve ellerinde ay yıldızlı bayraklarıyla bizim şarkılarımızı söylüyorlardı. Bundan daha güzel ne olabilirdi!

Kimi yerde simsiyah, kimi yerde sapsarışın, kimi yerde çekik gözlü, dik saçlı, ama hepsi pırıl pırıl.

Okulların bir çoğunda o ülke elitlerinin çocukları okuyordu ve bu, bulunmaz bir şeydi. İşte o çocuklar, yarının bakanları, bürokratları... Hepsi, yarının Türkiye lobisinin gönüllüleri olacak.

Okulların yöneticileri, iyi ilişkiler kuruyorlardı evsahibi ülkede. Devlet başkanlarıyla, bakanlarla oturup kalkıyorlardı. Bu da Türkiye için değerli bir şeydi.

Fedakar çocuklardı öğretmenler. Astana’da bir öğretmene sordum. Hava eksi 40. Sokakta üç dakika yürüseniz alnınıza dayanılmaz bir ağrı saplanıyor.

“Kaç senedir buradasın?”

Geçmiş zaman, sekiz yıl mı dedi, dokuz yıl mı?

“Birkaç yıl sıcak bir yere göndersinler seni, kemiklerin ısınsın.”

Benimki, kardeşçe bir takılmaydı. Paha biçilmez bir fedakarlıktı tanık olduğumuz.

Bana kaç kere mikrofon uzatıldıysa, hepsinde, dilimin döndüğünce güzel şeyler söyledim.

Kafamızda bin tane istifham olsa da şu okullardaki fedakarlığı, başarıyı, hizmeti seviyorduk.

İstifham?

Onu da anlatayım. Daima var olan, daima izahsız kalan bir boyuttu.

Okul açacaksınız. Farzedelim paranız var. Bir tane değil, iki tane değil, beş on tane de değil. Yüz tane yüz kırk tane okul açacaksınız.

Bunu yapabilir misiniz?

Elalem sana ülkesinde canının istediği gibi okul açtırır mı? Kendi memleketinin çocuklarını sana teslim eder mi?

Bence açtırmaz. ‘Burada okul var kardeşim’ der, gönderir seni.

Ama açtırdı?

Nasıl açtırdı? Hangi ilişkilerle?

Bu sorunun cevabı bilinmiyor.

Türkiye, devlet olarak destekledi bu okulları. Zaman zaman Başbakan, Cumhurbaşkanı devreye girdi. Ama bu, hikayenin tamamını izah edemez.

Orada burada konuşulduysa da, kimse ortalık yerde bu suallerin peşine düşmedi. Her şey öyle güzeldi ki, kimse madalyonun öteki yüzünü çevirmeye kıyamadı.

‘Ne kadar safmışız’ demenin yine zamanı!

Kimin aklına gelirdi, bu ‘iyi şeyler’in, görünür maksatlardan çok farklı bir maksat için istihdam edileceğini?

Soğuk sıcak, uzak yakın demeden çok kimsenin haritadaki yerini bile bilmediği diyarlarda hizmet eden gençler düşünebilir miydi?

Mümkün değil.

Birden, çoğumuzun Türkiye için bir ‘imkan’ olarak gördüğü organizasyon, Türkiye aleyhtarı kampanyanın vasıtası olarak kullanılmaya başlandı. Yerine göre, meşruiyet kaynağı yerine göre doğrudan bir ‘lobi aygıtı’ olarak.

Bu nasıl bir icattır?

Kimse akıl edemezdi, oyunu kuranlardan başka. (Ne bileyim ana vatan mı, güneydeki güzel ülke mi, kuzeydeki güzel ülke mi!)

Dama oyununu bilir misiniz?

Basit gibi görünür. Taşları yemek mecburi. Taşı biten mağlup olur.

Bir bakışta anladım zannedersiniz. Anladığınız gibi değildir. Acayip bir oyundur.

Damacı size taşlarını yedirir, yedirir, yedirir. Aaaa! Kazanıyorsunuz!

Sonra... Taşlarınız öyle bir hale gelir ki, öyle açık düşersiniz ki...

Tek bir taşla, tak, tak, tak... Damacı sizin bütün taşlarınızı tüketir.

17 ve 25 Aralık, tam o aşamaydı.

Oyun kıvamına gelmişti. Damadaki gibi, tak tak tak, bütün taşları yiyecekti paraleller.

Kumpas bozuldu. Kumpası bozan şey –herkesin az çok payı olmuştur ama temel faktör- ‘Erdoğan farkı’ydı.

O zaman anladık ki... Meğer bize taş yediriyormuş paraleller.

İyi de, ne olacak şimdi?

Bu potansiyel, yeniden ‘iyi bir şey’e dönüştürülebilir mi?

‘Leğeni boşaltırken içindeki bebeği fırlatıp atmamak’ diye (çeviri) bir tabir var. (Ben ilk Abdulkadir es-Sufi’nin Cihad’ında rastladım.)

Böyle bir formül bulunabilir mi?

Zor. 40 yılda kurulan bir şey, bir çırpıda değişmez.

Ama bir arayış olmayınca, hiçbir şey bulunmaz. (Evet, Bayezid-i Bestami. Yine Sufi, Gariplerin Kitabı.)

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Etiyopya’daki sözleri, bir ‘arayış’ için yol açmış görünüyor.

İşler olacağına varır. Hayırlısı olsun.

Ben hala hayret halindeyim. ‘Sakarya saf çocuğu masum Anadolu’nun’.

İsmet Abi ‘taşları yemek yasak’ diyordu ama, yemişiz. (Biliyorum, bağlamı farklı. Ama uydu.)

#Türk okulları
#Kumpas
#Erdoğan
#Etiyopya
9 yıl önce
Taşları nasıl da yemişiz!
İlim, bilgi ve bilim
Sen sabır zannedersin, hâlbuki aşktır o
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…