|

1924 Anayasası

Ayşe Hür
00:00 - 19/07/2007 Perşembe
Güncelleme: 00:37 - 19/07/2007 Perşembe
Yeni Şafak
1924 Anayasası
1924 Anayasası

Yeni rejimin sağlamlaştırılması sürecinde Yeni anayasa da gündeme geldi. Ancak, anayasa görüşmeleri, Mustafa Kemal ve muhalifleri arasında bir hesaplaşma alanına dönüştü. Mustafa Kemal'in “diktatörlük eğilimlerinin” önüne geçmek gerektiğini düşünen muhalifler, Cumhurbaşkanının tatilde olan meclisi toplantıya çağırma, genel seçimlere gitmek üzere meclisi feshetme, Meclisçe kabul edilen yasaları veto etme ve bir kez daha görüşülmek üzere kanunu Meclise geri gönderme usûlü konularındaki yetkileri ile ilgili maddelerde çok sıkı bir muhalefet yaptılar ve hepsinde istedikleri sonucu aldılar. Cumhurbaşkanının 7 yıllık süre için seçilmesi de kabul edilmedi ve süre bir seçim dönemi (4 yıl) ile sınırlı tutuldu.

Bu tartışmalardan sonra Kanun, alınan özel bir karar uyarınca, “üye tam sayısının salt çoğunluğun üçte ikisinin oyu ile” kabul edildi. Böylece 1921 Teşkilât-ı Esasîye Kanunu döneminde yaşanan “ikili anayasal düzen” son bulmuş oldu.

1921 ve 1924 Teşkilat-ı Esasîye Kanunu'nun farklı yanlarından biri, yasama ve yürütme kuvvetlerinin teorik olarak birleştirilerek mecliste toplanması, buna karşılık Meclisin sahip olduğu yürütme kuvvetini bizzat değil, Cumhurbaşkanı ve bakanlar kurulu marifetiyle kullanabilmesiydi. Bu açıdan “kuvvetler birliği” ilkesini koruyor, buna karşılık “görevler ayrılığı” ilkesine yaklaşıyordu. Bir diğer fark, “anayasanın üstünlüğü” ilkesini kabul etmesiydi. Ancak kanunların Teşkilât-ı Esasîye Kanunu'na uygunluğunu denetleyecek bir Anayasa Mahkemesi kurulmadığı için bu ilke kağıt üstünde kaldı. Kanunun Dördüncü Faslı, “kuvvet-i kazaiye” (yargı kuvveti) ne ayrılmış olduğu için bazı hukukçular bunu yargının konumunun yükseldiği şeklinde yorumlarlar. Ancak bu söz tesadüfen kullanılmış olmalıdır çünkü 1924 Teşkilât-ı Esasîye Kanunu'nun yargıyla ilgili getirdiği güvenceler, 1876 Kanun-u Esasîsi'nin getirdiği güvencelerden çok daha gerideydi. Kanunun ileriki yıllarda Türk-Kürt çatışmasının temeli olarak nitelenecek bir diğer maddesi ise “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibarıyla 'Türk' ıtlak olunur (denir)” diyen 88. maddesiydi. 1924 Teşkilât-ı Esasîye Kanunu, temel hak ve hürriyetlerin felsefî kökeni ve sınırları konusunda, 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi'nin 4. maddesinden alınmışa benzeyen metni etkileyiciydi ancak, birçok temel hak ve özgürlüğün anayasada sadece isminin olması; üstelik pek çok temel hak ve hürriyetin “kanun dairesinde” tanınması yani daha baştan sınırlı olması, temel hak ve hürriyetlerin hangi hallerde ve hangi ölçütlere uyularak sınırlandırılacağının anayasada düzenlenmemesi gibi hususlar yüzünden, bu parlak metin lafta kaldı.


17 yıl önce