Sivil bir anayasaya hakim olması gereken temel ilkelerinden biri, şüphesiz ki, silahlı kuvvetler üzerinde sivil otoritenin denetiminin tesisidir. Bu ilkeyi en çarpıcı şekilde Fransız kamu hukukçusu Leon Duguit ifade etmişti: “Askeriye hükümetin elindeki pasif bir araçtır. Onun görevini yapabilmesi, hükümetim emrinde tam anlamıyla bilinçsiz bir aygıt olarak kullanılabilecek durumda olmasına bağlıdır... Askerî liderlerin hükümetin emrini tartışma konusu yapabildikleri yerde devlet yoktur. İdeal silahlı kuvvet, hükümetin yalnızca bir düğmeye basarak harekete geçirebileceği bir kuvvettir.”
Silahlı kuvvetlerin sivil denetimi ilkesinin Türkiye'de tam anlamıyla yerleşmiş olduğu ne yazık ki söylenemez. Bunun hukukî olan ve olmayan birçok nedeni vardır. Bunlar arasında, toplum olarak bizim kültürel geleneğimizde etkili olan ve resmî söylem ve eğitim yoluyla sürekli canlı tutulan militarist unsurlar önemli bir yer tutmaktadır. Başka bir neden, Türkiye'nin siyasî rejiminin ideolojik karakteridir. Bu durum, silahlı kuvvetlerin kendisini “rejim”in ve onun ideolojisinin bekçisi olduğu iddiasını kabul ettirmesini kolaylaştırmaktadır. Nihayet, yürürlükteki anayasanın da bu konuda bazı belirgin kusurları vardır.
Yürürlükteki Anayasa'nın silahlı kuvvetlerin konumuyla ilgili düzenlemesini şu şekilde özetleyebiliriz: (1) Genelkurmay Başkanlığı Millî Savunma Bakanlığı'ndan bağımsızdır, (2) Silahlı kuvvetlerin komutanı olan Genelkurmay Başkanı görevlerinden dolayı Başbakana karşı “sorumlu”dur, (3) Millî güvenlik politikasının oluşturulmasında Yürütmeye istişarî görüş vermekle yetkili olan Millî Güvenlik Kurulu'nda belirgin bir asker ağırlığı vardır, (4) TBMM'nin “manevî kişiliğinden ayrılamaz” olan silahlı kuvvetlerin “başkomutanlığı”nı Cumhurbaşkanı temsil eder, (5) Yüksek Askerî Şura yargı denetiminden muaf olarak askerî personelle ilgili meslekten çıkarma kararları verebilir, (6) Genel yargı sisteminden bağımsız işleyen bir “askerî yargı” düzeni vardır ve askerî mahkemeler kimi durumlarda sivilleri de yargılayabilirler.
Bir bütün olarak bu hükümler “askerî kuvvetin sivil denetimi” ilkesini büsbütün kaldırmıyorsa da, yine de silahlı kuvvetlerin devlet sistemi içinde özerk bir aktör olarak ortaya çıkmasını kolaylaştırmaktadırlar. Başka faktörlerin de katkısıyla, silahlı kuvvetler siyasal sistem içinde -yasama, yürütme ve yargını yanında- dördüncü bir “kuvvet” gibi durmaktadır. Hatta, yürütme içindeki özerk konumuyla, kendisine ait ayrı yargı düzeniyle ve millî güvenlik siyasetinin belirlenmesindeki tekel iddiasıyla, bizde silahlı kuvvetlerin bir bakıma “devlet içinde devlet” olduğu da söylenebilir.
Onun için, Türkiye'nin rejimini sahici anlamda “anayasal-demokratik” bir sistem haline dönüştürecek herhangi bir girişmin silahlı kuvvetlerin anayasal düzen içindeki yerini kökten bir şekilde değiştirmeyi de hedeflemesi gerekir. Benim bu konudaki önerilerim şunlardır:
Sonuç olarak, bu önerilerin çoğu kişiye -özellikle de politikacılarımıza- “aşırı” geleceğinin elbette farkındayım. Ama bu önerilerin hiç değilse ilk beşinin gerçekleştirilmesi, Türkiye'de silahlı kuvvetleri politik bir aktör olmaktan çıkarmak ve rejimimizi militarist unsurlardan arındırmak suretiyle onu sahici bir sivil-demokratik niteliğe kavuşturmak için bana zorunlu görünüyor.
* Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi