|

Osmanlı Türkçesi derslerini kim verecek, usul-i kadim mi usul-i cedid mi?

Yeni Şafak
04:00 - 11/12/2014 Perşembe
Güncelleme: 21:56 - 10/12/2014 Çarşamba
Yeni Şafak
Selçuk Türkyılmaz - Yrd. Doç. Dr., İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi 

Lise müfredatına Osmanlı Türkçesi dersinin konulması kendi başına bir tartışmayı doğurmuşken bu dersi verecek öğretmenler dolayımında da bir tartışma söz konusudur. Millî Eğitim Bakanlığı’nın, Osmanlı Türkçesi dersini Türk dili ve edebiyatı bölümlerinden mezun olanların yanında ilahiyat fakülteleri mezunlarının da verebileceği yönünde bir karar aldığı haberlere konu olmuştur. Tartışmalar Osmanlı Türkçesi’nin bir ders olarak okutulması çerçevesinde yoğunlaşmakla birlikte Türk dili ve edebiyatı mezunlarının yanında ilahiyat fakülteleri mezunlarının da bu dersi verebileceği konuşulmaktadır. Millî Eğitim Bakanlığı tarafından ilahiyat fakültesi mezunlarının hangi gerekçelerle Osmanlı Türkçesi dersleri için öğretmen olarak düşünüldüğü açıklığa kavuşturulmadığı için her türlü yoruma kapı ardına kadar açık bırakılmıştır. 

Önce şu soruyu soralım: Osmanlı Türkçesi dersi niçin Türk dili ve edebiyatı bölümlerinden mezun olanlar yanında ilahiyat fakültesi mezunları da düşünülmektedir? Eğer cevap, onların da Osmanlı Türkçesi biliyor olmaları ise tarih bölümlerinden mezun olanlar niçin bu dersi verebilecekler arasına dâhil edilmemiştir? Yine kendi gayretleriyle Arap alfabesi ile yazılmış Osmanlı Türkçesi metinlerini okumayı öğrenmiş bir fizik öğretmeni ya da bir beden eğitimi öğretmeni niçin bu listeye dâhil değildir? 

Osmanlı Türkçesi tabiri ile kastedilen Arap alfabesi yazılmış Osmanlı dönemi Türkçesidir. Bu dönemde yazılmış metinleri okuma becerisinin daha liseli yıllardan edinilmesi hakikaten çok önemlidir. Bunu, özellikle sosyal bilimlerin farklı sahalarında kendini geliştirmek isteyenler açısından son derce olumlu bir adım olarak değerlendirmeliyiz. 

Fakat Osmanlı Türkçesi dersinin kimler tarafından ve hangi yöntemlerle okutulması gerektiği konusunda bir fikre ulaşabilmek için Osmanlı döneminde ortaya çıkmış usul-i kadim ve usul-i cedid tartışmalarının açıklığa kavuşturulması gereklidir. Eğer modernleşme döneminde eğitimde usul-i kadim ve usul-i cedidin ne olduğu hakkında açık bir fikre ulaşamazsak bugün ortaya çıkan tartışmaları anlamlı bir zeminde yapamayız. 

Osmanlı eğitim sisteminde çok erken bir dönemde sıbyan mekteplerinin teşekkül ettiği bilinmektedir. Medreseler de daha ileri düzeyde eğitim veren bir kurum olarak teşekkül etmişti. Biz bu yazıda okuma ve yazma öğretimi üzerinde duracağımız için sıbyan mekteplerinde verilen eğitimi, okuma ve yazma öğretimi açısından ele almaya çalışacağız. Konunun anlaşılması için medreselere de kısaca değineceğiz. 

Önce şu tespitin altını çizelim: Osmanlı eğitim kurumlarında doğrudan Türkçe okuma ve yazma öğretimine yönelik bir sistem yoktu. Bu durum sadece Osmanlı sahası ve Türkçe için geçerli değildi. Ana dilde okuma ve yazma öğretimine yönelik doğrudan bir yöntemin olmayışı bütün İslam dünyasında, Arapça dışındaki diller için geçerli olan bir durumdu. 

Bilindiği gibi Türkler İslamiyet’i kabul ettikten sonra tedrici olarak Arap alfabesini kullanmaya başlamışlar ve ana dilimizde meydana getirilen eserler Arap alfabesi ile yazılır ve okunur olmuştu. Arap alfabesinin öğretimi ise Kur’an-ı Kerim öğretimi üzerinden gerçekleştiği için Arap alfabesini öğrenmiş olanlar Türkçe bir metini okumayı ve hele de yazmayı öğrenmiş olmuyorlardı. Çelişkili ya da karmaşık gibi görünen bu meseleyi sıbyan mektebi özelinden hareketle izah edelim:

Sıbyan mekteplerine alınan bir Türk çocuğu eğitim hayatına Arap alfabesini öğrenmekle başlar. Farklı coğrafyalarda ve farklı zamanlarda Arap alfabesinin öğretiminde değişiklikler olsa da genel öğretim sistemi benzerlikler arz etmekteydi. Önce harfler bir liste hâline sıralanır, onların harf olarak okunuşları öğretilirdi. Sonra Arap harflerinin başta, ortada ve sondaki yazılışları öğretilirdi. Kur’an-ı Kerim okumaya geçiş amaçlandığı için harflerin birleşmeleri Arapça kelimeler ve bu kelimelerin heceleri üzerinden öğretilirdi. Arapça kelimelerin okunuşları öğretildikten sonra Kur’an-ı Kerim’de yer alan kısa surelere geçiş sağlanırdı. Elbette Kur’an-ı Kerim’i okumaya geçmeden önce başka aşamalar da vardı. Fakat konumuz açısından biz süreci kısaca tasvir ettik. Sıbyan mektebi eğitimi, Kur’an-ı Kerim’in en azı bir defa hatmedilmesi ile bitmiş kabul edilirdi.

Sıbyan mektebini bitiren öğrencilerden bazıları daha ileri düzeyde bir eğitim için medreselere kabul edilir ve orada eğitime Arapça öğretimi ile devam edilirdi. Arapça öğretiminde klasik usule göre emsile, bina, avamil şeklinde takip edilen bir yöntem söz konusuydu. Arapça bilgisini ilerletmiş bir öğrenci, Osmanlı Türkçesi’nde Arapça kelimeler yoğun bir şekilde kullanıldığı için sıbyan mektebi ve medrese eğitiminden sonra Türkçe okumayı da öğrenmiş olurdu. 

AHMET CEVDET PAŞA

 VE ENCÜMEN-İ DANİŞ

Eğitimde modernleşme dönemini, 18. yüzyılın son çeyreğinden itibaren başlayan uzun bir süreç olarak kabul edilir. Mühendishanelerin ve tıbbiyenin açılması özellikle Türkçe okuma ve yazma ihtiyacının iyice gün yüzüne çıkmasını sağlamıştır. Bu dönemin maarifçileri arasında ana dilde okuma ve yazma öğretimini kolaylaştıracak bir yöntem arayışına girmişlerdir. 

Eğitimde modernleşme döneminin eğitim hayatına kazandırmış olduğu usul-i cedid, bütün bir eğitim hayatındaki değişiklikleri ifade eden bir kavram olmakla birlikte asıl olarak Arapça temelli bir eğitim anlayışından Türkçe temelli bir eğitim anlayışına geçişi ifade etmektedir. Usul-i kadim ve usul-i cedid karşıtlığı temelde dil çatışmasına dayanır. 

Usul-i cedid, temel olarak ana dilde okuma ve yazma öğretimini kolay ve hızlı bir şekilde gerçekleştirmeyi sağlayacak bir eğitim sisteminin adıdır. Usul-i cedid eğitim ilk adımı atanlar arasında Ahmet Cevdet Paşa da yer almaktadır. Encümen-i Daniş, kurulduktan sonra ilk olarak ele alınan meseleler arasında Türkçe okuma yazma öğretiminin zorluklarının çözüme kavuşturulması olmuştur. Bu amaca yönelik olarak hazırlanan Ahmet Cevdet Paşa’nın Fuat Paşa ile birlikte yazdığı Kavaid-i Osmaniye 1851’de taşbasması olarak yayımlanmıştır. Türkçe öğretimi amacına yönelik olarak hazırlanmış bu kitap alanında ilk eser olması bakımdan önemlidir. Fakat Türkçe okuma yazmayı öğrenmiş bir öğrencinin kullanabileceği türden bir eserdir. Bir anlamda bugünkü ikinci kademe ve lise çağındaki öğrenciler için Türkçe ders kitabı şeklindedir. Ahmet Cevdet Paşa’nın eseri, okuma ve yazma öğretimi sorunu çözmemişti. Ahmet Cevdet Paşa’dan sonra en önemli adım, paşanın da ön ayak olmasıyla Kayserili bir doktor olan Mehmet Rüştü Bey tarafından atılmıştır. Dr. Mehmet Rüştü Bey tarafından hazırlanan Nuhbetü’l-Etfal, esas olarak Türkçe okuma ve yazma öğretimini kolaylaştırmak için hazırlanmış ilk kitaptır. 

İLAHİYATÇILAR VE OSMANLICA

Dr. Mehmet Rüştü Bey, Nuhbetü’l-Etfal’de Kur’an-ı Kerim öğretilirken harf şekillerinin öğretiminde uygulanan yöntemi takip etmiştir. Alfabeyi bir liste hâlinde vermiştir. Bundan sonra ise bu harflerin Türkçe’de karşılamış olduğu seslerle okunmasını öğretmek istemiştir. Bu önemli bir farklılıktır. Örneğin öğrencilerin, “ ب ” harf şeklini, “ba, be, bi, bu, bü” şeklinde Türkçe kelimelerin hecelerini karşılayacak şekilde öğrenmesi sağlanmıştır. Usul-i cedidin temel amacı öğrencinin daha ilk dersten itibaren Türkçe okuma yazma öğrenmeye başlamasını sağlamaktır. Bunun için Türkçe kelimelerin heceleri ve Türkçe kelimelerin okunuşu öğretilmiştir. Daha sonra da Türkçe cümlelere geçiş sağlanır. Yeni sistemde Türkçe okuma ile birlikte Türkçe yazma da öğretimi de amaçlandığı için müfredat programları buna göre düzenlenmiştir. Türkçe okuma yazma öğretiminin 3-4 ay gibi kısa bir sürede gerçekleşmesini sağlayan bu sistem, usul-i cedid olarak adlandırılmıştır. Usul-i cedid eğitimin Türkçe okuma yazma öğretimi açısından getirmiş olduğu yeniliğin ayrıntıları bu yazının çerçevesine sığmayacak kadar çoktur. Dolayısıyla bunlara değinmeyeceğiz. 

Dr. Mehmet Rüştü Bey tarafından ilk defa Türkçe okuma ve yazma yöntemi olarak icad edilmiş usul-i cedid, sonraki yıllarda geliştirilmiştir. Bu bakımdan Selim Sabit Efendi usul-i cedid eğitimi geliştiren eğitimciler arasında başta gelen isimlerdendir. İlk defa yine Dr. Mehmet Rüştü Bey’in Nuhbetül-Etfal adlı eserinde uygulanmış usul-i savtî de Selim Sabit Efendi tarafından geliştirilmiştir. Böylelikle Arap alfabesi bir Türk alfabesine dönüştürülmüştür. Usul-i cedid eğitim sayesinde Türkçe okuma yazma öğretimi kısa zamanda ve kolay bir şekilde yapılır olmuştu. Büyük maarifçi, gazeteci, fikir adamı Kırımlı İsmail Gaspıralı da usul-i cedid eğitimi Bahçesaray’da 1882’den itibaren uygulamış ve Rusya Türklerinin hayatında büyük rol oynayan eğitim reformunu gerçekleştirmişti. Böylelikle bütün Türk dünyasında Türkçe okuma ve yazma eğitimde büyük bir aşama kaydedilmişti. İsmail Gaspıralı okuma yazma öğretiminde “ortak edebî Türkçe”yi esas aldığı için bütün Türk dünyası ortak edebî Türkçe etrafında kültürel ilişkilerini geliştirmişti.

Millî Eğitim Bakanlığı’nın Osmanlı Türkçesi dersini verebilecek öğretmen kategorisine ilahiyat fakültesi mezunlarını düşünmüş olması usul-i cedid ve usul-i kadim tartışmasını gündeme getirmiştir. İlahiyat fakültesi mezunlarının Arapça’yı biliyor olmaları onların Türkçe öğretimi için düşünülmesinde rol oynamış olabilir. Onların Arapça biliyor olmaları, Osmanlı Türkçesi’ni de biliyor olmalarını gerektirir şeklinde bir fikre kapı aralamış olabilir. Dolayısıyla Osmanlı Türkçesi’ni ilahiyat fakültesi mezunları da öğretebilir şeklinde bir ön kabulden hareket edildi diye düşünüyorum. Tam olarak bu da Türkçe’nin Arapça üzerinden öğretildiği usul-i kadimi akla getirmektedir. Oysa Türkçe başlı başına bir dildir. Bugün Latin alfabesini kullanıyoruz. Latin dillerini bilen bir uzmanı, cumhuriyetin ilk yıllarında kullanılan Türkçe’nin öğretimi için düşünmek ile Osmanlı Türkçesi’nin öğretimi için ilahiyat fakültesi mezunlarını düşünmek aynı mantık hatasının ürünüdür. Nitekim bugün yabancılara Türkçe öğretiminde İngilizce ya da başka bir Batı dilinde uzmanlaşmış birinin istihdam edilmiş olmasını da bu açıdan düşünmek gereklidir. Türkçe öğretim merkezlerinde Batı dillerini bilen kimselerin yerleştirilmesi usul-i kadim zihniyetinin bir tezahürüdür. Şimdiye kadar Türk dili edebiyatı mezunlarının bu duruma itiraz etmemiş olmaları da bu bakımdan çok anlamlıdır. “Türk dili severlerin” şimdiye kadar bu duruma itiraz etmemeleri ile Osmanlıca dersleri ve ilahiyat fakültesi mezunları söz konusu olunca hemen seslerin yükselmesi arasındaki çelişkiyi görmek gerekir. Bu çelişkiyi de “garpzede” olmakla itham etmemizin çok da bir sakıncası olmasa gerek.
#osmanlı türkçesi
#Selçuk Türkyılmaz
#lise
#ders
#müfredat
9 yıl önce