|

Üstad 50 yılda dilde

Bizim düşmanımız; “Cehâlet, zaruret, ihtilaftır. Bu üç düşmana karşı silahımız sanat, marifet, ittifaktır.”

Mustafa Çalışan
00:00 - 23/03/2010 Tuesday
Güncelleme: 21:41 - 22/03/2010 Monday
Yeni Şafak
Üstad 50 yılda dilde
Üstad 50 yılda dilde

Tarih: 23 Mart 1960. Urfa'daki İpek Palas Oteli'nin 3. katında, 27 numaralı odada sabaha karşı üç devir yaşamış “bahtiyar bir ihtiyar” son nefesini verir. Dünyadan geriye bir demlik, birkaç bardak, eski bir gömlek, cübbe, sarık, misvak, biraz çay ve şeker, iki kalem, kâğıt, birkaç tane kap ve on lira para bırakır.

Bir de, her harfiyle kâinat kitabını deşifre ettiği kocaman bir eser. Küllî bir eser: “Risale-i Nur Külliyatı”

***

Tarih: 27 Mayıs 1960. Vefatından sadece 65 gün sonra, Türkiye askerî darbe ile uyanır. İhtilalin kudretli komutanları, Üstad'ın naaşının askerî bir uçakla bilinmeyen bir yere naklini emreder.

Tarih 3 Ekim 2009. Başbakanı Recep Tayip Erdoğan'ın şu sözleri günlerce konuşulmuş, Türkiye'yi ayağa kaldırmış, medyada geniş yankı bulmuştur:

“Bitlis'li Said Nursi'siz bir Türkiye'nin maneviyatı noksan kalır”

50 YIL ÜSTAD'I DAHA DA BÜYÜTTÜ

Tarih 23 Mart 2010. Vefatının üzerinden tam 50 yıl geçmiştir. Ve naşının yeri hâlâ bilinmemektedir.

Kabri ortadan kaldırılarak gayesi, mefkûresi, eserleri, talebeleri ve topyekûn hizmeti de ortadan kaldırılmak istenmişti. Ama proje büyük bir başarısızlıkla sonuçlandı.

Geride bıraktığımız 50 yıl içinde, Said Nursî ve eserleri unutulup yok olmak bir yana; büyüdü, devleşti, elleri ve kollarıyla bütün dünyaya uzandı.

Ardından cemaatler oluştu. Onun öğretisini benimseyen kitleler kendi aralarında dallara ayrıldı.

Yerli ve yabancı ilim adamları onun hakkında master, doktora tezleri hazırladı. Amerikalı, İngiliz, Arap ve Avrupalı meşhur entelektüeller hakkında ciddi ve hacimli araştırmalar yaptı. Dünyanın birçok önemli üniversitesinde eserleri ders kitabı okutulmaya başladı. Hakkında enstitüler ve araştırma merkezleri kuruldu.

Yazdığı Risaleleri okusa da benimsemeyen, onun metodolojisini kendisine rehber edinmeyen pek çok dindar Türkiyeli, onun Allah rızasından başka bir amacı olmadığı fikrinde buluştu.

Öyle veya böyle, Bediüzzaman bu ülkede çok büyük ses çıkardı.

Bu yazı dizisinde, işte bu müthiş Rıza-i İlahi hareketinin hikâyesini ve köşe taşlarını bulacaksınız.

NURS'TA BAŞLAYAN HİKAYE

Hikâyenin ilk sayfası, Doğunun kuş uçmaz kervan geçmez bir köyünü resmeder. Bugün dahi ulaşmakta zorlanacağınız dağ köyü, Bitlis'in Hizan kazasındaki İsparit Nahiyesine bağlı Nurs Köyü'nden başkası değildir.

Said Nursî, bundan 133 yıl önce, 1877'de Nuriye Hanım ve Sofi Mirza Efendi'nin oğulları olarak dünyaya gelir.

İlk eğitimini ağabeyinden aldıktan sonra, köyüne sığmamaya başlayacaktır. Bitlis, Van, Mardin üçgeninde bir ilim hayatı. Ardından İstanbul, sonra sürgünler, zindanlar, zehirler, çileler, ve yokluğun ortasına neşvünema bulan Nur filizleri.

ÜÇ DEVRE TANIKLIK ETTİ

Bir yandan “Karşımda koskoca bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evladım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor!” diyen dertli bir gönül, diğer yanda cephede Rus'la savaşan, TBMM'de bildiri yayınlayan bir sivil direnişçi. Öte yandan padişahının konuğu olarak Barbaros Zırhlısı ile Selanik'e, oradan da trenle Kosova'ya giden ve projelerini sunan eden bir idealist.

Bir yandan Sultanahmet Meydanı'nda, Selanik Hürriyet Meydanı'nda, Şam'daki Emevi Cami'nde on binlere hitap eden, kitleleri harekete geçiren bir din adamı, diğer yandan kendisine teklif edilen konakları, maaşları, üunvanları elinin tersiyle itip köşesine çekilen bir garip hoca.

Osmanlı'ya, Meşrutiyet'e ve Cumhuriyet'e tanıklık eden, her devirde fikirlerini açık yüreklilikle haykırmaktan, haykırmakla kalmayıp hayata geçirmekten çekinmeyen gerçek bir aktivist.

“Sürgün” gönderildiği Barla'da “yaz kardeşim” diyerek ilk Nur Risalesini yazdıran, yazdıklarıyla iman hizmetini kalpten kalbe aşılayan “rehber” bir adam. En zor zamanlarda en güzel ürünlerini ortaya çıkaran, kibrit kutularına yazılmış risalelerin parmaklıklar ardından sızdırıldığı “delice” teşebbüslerin başını çeken bir adam.

Nüfustaki adı Muhammed Said Okur. Nam-i diğer Seyda. Bediüzzaman Said Nursî.

DİZİDE NELER OLACAK?

Said Nursi kimdir? Öğretisi nedir? O, neden Türkiye'deki diğer bütün İslam âlimlerinden farklıdır? Bu coğrafyanın son yüz yılında hangi olaylara tanıklık etmiştir? Eserleri hangi şartlarda yazılmış ve çoğaltılmıştır? Kürtçü müdür, milliyetçi midir, Türkçü müdür? Gerçekten cumhuriyetçi midir? Hangi yerel ve küresel sorunlara temas etmiş, hangi çözüm reçetelerini sunmuştur? İdealleri, projeleri nelerdir? Ardından gelenler neler yaptılar? Bugün Risale-i Nur hareketi ne durumdadır; duruşu, çizgisi nedir? Ülke içinde ve dışında nereden nereye gelinmiştir?


BİR KABRİ BİLE ÇOK GÖRDÜLER

27 Mayıs 1960 İhtilali ile Demokrat Parti Hükümeti Yassıada Mahkemeleri'nde tarihinin en karanlık günlerini yaşar. Türkiye, Milli Birlik Komitesi İdaresi altındadır. Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, Başbakanlık Müsteşarı Albay Alparslan Türkeş ve İçişleri Bakanı M. İhsan Kızıloğlu yönetimin muktedirleridirler. 11 Temmuz 1960 Pazartesi günü Urfa Valisi Necdet Yalçın ile Doğu Bölgesi Kolordu Komutanı askeri bir uçakla Konya'ya gelirler. O esnada Konya İmam Hatip Okulu'nda meslek dersleri öğretmenliği yapmakta olan Bediüzzaman Said Nursi'nin kardeşi Abdulmecid Ünlükul valilik makamına çağrılır. Kendisine kardeşi Said Nursi'nin cenazesini Urfa'dan nakledeceklerini söylerler. Zorla kağıt imzalatırlar. Abdulmecid Ünlükul ile o gün vilayette Cemal Tural Paşa, Refik Tulga Paşa ve 2. Ordu Komutanı muhatap olurlar.

Cemal Tural Paşa, “Said Nursi'nin kabrini şark ahalisi ve güney sınırlarımızdan kaçak olarak gelip ziyaret edenler var. Nazik bir zamandayız. Sizin de iştirakinizle kabrini İç Anadolu'ya nakledeceğiz.”der.

Bediüzzaman'ın kardeşi Abdulmecid Ünlükul zorla dilekçe imzalatıldıktan sonra Konya havaalanına götürülür. Askerî uçakla Urfa'ya intikal edilir.

KABİR KIRILIP NAŞI KAÇIRILIR

12 Temmuz 1960 Salı günü gece yarısı askerler şehri kontrol altına alırlar. Sokağa çıkma yasağı ilan edilir. Şehrin önemli noktaları tanklar ve zırhlı araçlarla kuşatılır. Gece 01.00'da Urfa Halilürrahman Dergâhı sıkı bir kontrol altına alınır.

Askerler komutanlarının kendilerine verdikleri emirle Bediüzzaman Said Nursi'nin kabrinin bulunduğu iki kubbeli yerin üst pencerelerini ve demir parmaklıklarını kırarak içeri girerler. Ellerinde demir kesme aletleri ve balyozlarla mezarın mermerlerini sökmeye, parçalamaya başlarlar. Kabir kırılır, naaşı çıkartılır. Vefatından 111 gün sonra kabrinden çıkartılan Said Nursi'nin naaşı hiç bozulmamış ve adeta tebessüm eder vaziyette doktor ve askerlerin gözetiminde galvenizli tabuta yerleştirilir. Bir askerî cemseye bindirilir. C 47 askerî uçağıyla önce Afyon'a, oradan da o gece askerî bir vasıta ile Dinar-Baladığız üzerinden Isparta istikametine götürülür. Abdulmecid Ünlükul yanındadır. Gecenin zifir karanlığında dağlık bir bölgede meçhul bir mekânda daha önceden hazırlanmış olan bir kabre varılır. Askerî birlik mensuplarınca alel acele hazırlanan kabre konulur. Kabrin üzeri toprakla örtülerek kamuflaj yapılır. Ve gecenin zifir karanlığında olay mahalli terk edilir. Bediüzzaman Said Nursi vefatından 50 yıl sonrasında bile halen meçhul olan bir diyarda meçhul bir kabirde “bir garip veli” olarak berzah âleminde ahiretteki hesap gününü beklemektedir.

RİSALE-İ NUR OKUYUN

Dönemin kudretli komutanlarının bilmediği bir ayrıntı daha vardır. Üstad vasiyetinde kabrinin bilinmemesi gerektiğinin altını çizmiş, kendisiyle görüşmek isteyenlere adres olarak Risale-i Nur Külliyatı'nı okumalarını işaret etmiştir:

“Bu dehşetli zamanda, eski zamandaki firavunların dünyevî şan ve şeref arzusuyla heykeller ve resimler ve mumyalarla nazar-ı beşeri kendilerine çevirmeleri gibi, enaniyet ve benlik, verdiği gafletle, heykeller ve resimler ve gazetelerle nazarları, mânâ-yı harfîden mânâ-yı ismiyle tamamen kendilerine çevirtmeleri ve uhrevî istikbalden ziyade dünyevî istikbali hayal edinmiş olmaları ile, eski zamandaki lillâh için ziyarete mukabil, ehl-i dünya kısmen bu hakikate muhalif olarak mevtanın dünyevî şan ve şerefine ziyade ehemmiyet verir. Öyle ziyaret ediyorlar. Ben de Risale-i Nur'daki âzamî ihlâsı kırmamak için ve o ihlâsın sırrıyla, kabrimi bildirmemeyi vasiyet ediyorum. Hem şarkta, hem garpta, hem kim olursa olsun, okudukları Fatihalar o ruha gider. Dünyada beni sohbetten men eden bir hakikat, elbette vefatımdan sonra da o hakikat bu suretle, beni sevap cihetiyle değil, dünya cihetiyle men etmeye mecbur edecek”

Yani, Üstad'ın vasiyetine uygun olarak, meçhul bir dağ başında O'nu Rabb'i ile baş başa bırakan kabrinin bilinmesini engelleyen dönemin kudretli komutanları, herhalde bilmeden Bediüzzaman'ın son isteğini de yerine getirmiş oldular!..


VASİYETİ GERÇEK OLDU

Bediüzzaman Said Nursî, Hz.Peygamber'in (SAV) ecel gelmeden önce vasiyette bulunma sünnetine uygun olarak ilk vasiyetini Ocak 1948'de Emirdağ'da yazdı. Bizzat kaleme aldığı bu vasiyetinde; şahsi eşyalarını ve kendisine ait Risale-i Nur nüshalarını talebelerinden bir heyete miras bıraktı. Vasiyetinde ve mektuplarında ayrıca 'kabrinin bilinmemesini ve Risale-i Nur hizmetleriyle meşgul olanların geçiminin temininin diğer talebeleri tarafından karşılanmasını' talep etti. Bediüzzaman, kendi kabrini ziyaret etmek isteyenlerin bu ziyareti manen gerçekleştirebileceklerini; ruhu için uzaktan Fatiha okuyabileceklerini de beyan etti...


BEDiÜZZAMAN DiZiSi NASIL HAZIRLANDI?

Yeni Şafak, vefatının 50. yıldönümünde, 50 ülkede 50 dünya diline çevrilmiş bulunan Risale-i Nur'un müellifi hakkında pek çok soruya cevap veren dev bir yazı dizisi hazırladı. Mustafa Çalışan'ın proje koordinatörlüğünde, Murat Aksoy ve Recep Yeter'den oluşan bir ekip haftalarca bu konu üzerinde çalıştı. Konunun uzmanları “Üstad'ı en iyi nasıl anlatabiliriz?” endişesiyle bir araya toplandı. Bediüzzaman'ın yaşayan son talebeleriyle mülakatlar yapıldı. Türkiye'nin entelektüellerinin görüşleri alındı. Dünya çapında bu konuda söz söyleme yetkisi olan aydınların görüşlerine müracaat edildi. Çalışmanın en önemli özelliği her hangi bir Nur Cemaati bağımlılığıyla değil, yalnızca Bediüzzaman gerçekleriyle hazırlanmış olması.

Bu çalışmaya birçok kişi katkı sağladı.

Dizinin Yeni Şafak'ta yayınlanması projesini destekleyen Yusuf Ziya Cömert başta olmak üzere Re'fet Kavukçu, Necmeddin Şahiner, Prof. Dr. Faris Kaya, Ümit Şimşek, Safa Mürsel, Mehmet Ali Bulut, Mary F. Weld, İhsan Atasoy, Halenur Çalısan Gürbüz, Moral Dünyası Dergisi ve İstanbul İlim ve Kültür Vakfı diziye büyük katkı sundular. 100 yıldır Bediüzzaman'la ilgili gündem teşkil eden pek çok meselenin cevabı bu yazı dizisinde ortaya konulmaya çalışılacak.

Bu dizi, belki bütün sorulara cevap veremeyecek ama üzerinde çok şey söylenecek, yazılacak, tartışılacak. Bu yüzden peşinen belirtmek isteriz ki, biz yalnızca bir gazetenin sayfalarının imkân verdiği ölçüde tarihe küçük bir şerh düşmeye çalışıyoruz. Büyük ve küllî gerçekler, hepimizi bekleyen gerçek mahkemede ortaya çıkacak.


YARIN:
  • Risale-i Nur Külliyatı neden önemli
  • Risale-i Nur'da neler var?
  • Hayatından satırbaşları -1-

  • 14 years ago