|

Kur'ân hayatın dışına itilerek savunulamaz

Bazı yorumcular, kudsiyetini kaybedeceği endişesiyle Kur'ân'ın tercüme edilmesine karşı durmuşlar, tefsirine de kısıtlı ölçülerde cevaz vermişlerdir. Böyle yapmakla Kur'ân'ı hayattan ve insanlıktan kaçırdıklarını farkedememişlerdir.

Salih Parlak
00:00 - 30/03/2012 Cuma
Güncelleme: 23:08 - 29/03/2012 Perşembe
Yeni Şafak
Kur'ân hayatın dışına itilerek savunulamaz
Kur'ân hayatın dışına itilerek savunulamaz

Bilimsel ve teknolojik gelişmeler, Kur'ân'ın anlaşılabilirliğini potansiyel olarak arttırmasına rağmen bu keyfiyet her nedense meâl ve tefsire yansıtılamamıştır.

Bunun nedenlerinden biri de hayatın akışı içinde ortaya çıkan beyyinelerin (açıklayıcı hakikatler) Kur'ân'ın anlamıyla bağdaştırılamamış olmasıdır.

Buna çarpıcı bir örnek olmak üzere Âdiyât suresinin tefsirini verebiliriz: Eski müfessirler Âdiyât'ı, savaşta kullanılan atlar olarak tefsir etmişlerdir. Bu, o çağdaki insan açısından bir bakıma mazur görülebilir. Ancak atom bombasının, lazerli ışın silahlarının ve diğer pek çok elektronik silahların kullanıldığı çağımızda Âdiyât'ın hâlâ 'atlar' diye tercüme ve tefsir edilmesi kabul edilemez. Hele ikinci âyetteki artık 'motor' olduğu anlaşılan 'çakmaklı ateşleyiciler'le dördüncü âyetteki 'anafor oluşturduğu' belirtilen ve nükleer bomba izlenimi veren 'isâre' kavramı orada durup dururken…

NAKLET AMA 'AKL'ETME!..

Kur'ân'ın ve O'nun taşıdığı hakikatlerin insanlıktan esirgenmesinin bazı tarihi sebepleri vardır. Bunların başında Kur'ân'ın tercüme edilemeyeceğine dair görüş gelmektedir. Bu görüş sahipleri, Kur'ân'ın kudsiyetine zarar geleceği endişeşiyle, güya O'nu korumak adına bunu yapmışlardır. Bunlardan Şeyhü'l-İslâm Mustafa Sabri Efendi, Mes'eletü Tercümet'il-Kur'ân adlı eserinde 'meâl'i, 'dinimizi içten yıkma faaliyetleri' kategorisinde değerlendirmiştir.

Ehl-i Sünnet'e dayanan diğer bir grup yorumcuya göre, meâl ve tefsir yapılabilir, ancak tevil ve akıl yürütmeden uzak durmak gerekir: Peygamberimiz'in Sünneti, Sahabe açıklamaları ve nüzul sebeplerinin ötesine geçilemez. Hikmet Zeyveli ve M. Yaşar Soysalan bu gruptandır. Onlara göre, bir yanda modernizmin diğer yanda tarih ve geleneğin getirdiği akıl ve yaşam karışıklığı içindeyiz. Kur'ân'a dayanmayan, kaynağını Kur'ân'dan ve Sahabenin kavlinden almayan yaklaşımlar yanlıştır. 'Öze dönüş', Kur'ân dışı kaynaklarla sağlanamaz.

Halbuki Resulüllah ve ashabı, Kur'ân'ı kendi çağlarına yetecek kadar yorumlamışlar, daha sonrakilere ışık tutmuşlar ancak tevil yolunu zamanın gelişme ve ihtiyaçları paralelinde açık bırakmışlardır.

Nitekim yorumlamanın kapısı sahabeyle kapanmamış, Tabiîn, Tebe-i Tâbiîn, Risalet görevlerini yerine getirmişlerdir. Ancak siyasi güç sahipleri İcma-i Ümmet'i kendileri için tehlikeli gördüklerinden Kur'ân üzerinde ortak akıl oluşmasını engellemişlerdir.

NÜBÜVVET VE RİSALET

Yeri gelmişken, Nübüvvet ve Risalet kavramlarına bir açıklık getirmek gerektiği kanaatindeyim. Nübüvvet, peygamberlik müessesesini ifade etmektedir ve Peygamber Efendimiz'le birlikte son bulmuştur. Ancak Risalet devam etmektedir. Âl-i İmran Sûresi'nin 31. âyetini bu şekilde anlamak gerekir.

Yani “Resul'e itaat ediniz” emri, Peygamberimizle bitmemektedir. Sahabe ve daha sonraki çağların İcma-ı Ümmet konumundaki Kur'ân'ın 'ortak akıl' yorumcuları Risalet'i temsil edegelmişlerdir. Risalet, kıyamete kadar devam edecektir.

Yanlış yorumlar yüzünden insanlık yüzyıllardır Kur'ân'ın ışığından mahrum bırakılmıştır. Aksi halde bunca menkulata, tefsire, hadise ve birikime rağmen Kur'ân'ı anlamamak gibi bir problemimiz olmaz, İslâm toplumu, dayatılan hayatı yaşamaya kodlandırılmış kalabalıklar, egemenlerin arkalarına takılmış güruh halinde arz-ı endam etmezdi.

DİYANET VE İCMA-İ ÜMMET

Evet, sakit; susturulmuş Kur'ân kutsanıyor, el üstünde tutuluyor, ama duvarlarda, yüksek raflarda atlas kumaşlar içinde, özel gecelerde ölmüşlerin ruhu için saygı ve huşu içinde okunması dışında hangi işleve sahiptir? Kendinden geçen ve bununla yetinen insan için, kutsal ve ulaşılmaz Kur'ân'ın yegane kaynak olup olmamasının ne anlamı olabilir ki…

Ben bu dogmatizmden bîzarım. Bilimsel gelişmeleri ve teknolojik devrimleri kendi çapımda adım adım izlemekte ve Kur'ân meâline de tefsirine de uyarlamaktayım. Bu anlamda “Akademik Tefsir Çığırı”nı başlattığımı düşünüyorum.

Tek özlemim, Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu'nun, Türkiye'nin İcmâ-i Ümmet Kurulu olarak yapılanması ve benim meal-tefsir çalışmalarım gibi diğer bireysel çalışmaların da Kurulca incelenerek değerlendirilmesidir.

* Eğitimci-yazar
12 yıl önce