|

Kürtlerin dindarlığı da PKK'nın hedefi oldu

Bugün Kürtler üzerinde yapılmak istenen değişimler İslam'ın bir dinden ziyade bir kültür/yaşam biçimi olduğunu anlatma çabasıdır. Yapılması gereken tam tersidir. Yeni nesil insan öldürmeyecek, çünkü bu nesil devletine düşman yetişmeyecek, çünkü bu nesil İslami bir ahlâka sahip olacaktır. Böylece bu gençlik ne siyasal ne de duygusal kopuş yaşayacaktır...

Adem Palabıyık
00:00 - 2/04/2012 Pazartesi
Güncelleme: 03:51 - 2/04/2012 Pazartesi
Yeni Şafak
Kürtlerin dindarlığı da PKK'nın hedefi oldu
Kürtlerin dindarlığı da PKK'nın hedefi oldu

Yasin Aktay, Halife Sonrası Şartlarda İslamcılığın Öz-Diyar Algısı adlı makalesinde şu soruları sormaktadır: “Bir Müslüman için öz-diyar var mıdır? En önemli tarihsel olayını, kurucu olayını Hicret olarak belirlemiş bir dinde, bir yere ait olmak mümkün müdür? Ülke kavramının tamamen orada İslam'ın hükümlerinin geçerli olup olmamasına göre belirlemiş bir hukuk pratiğine sahip olan Müslümanlar, İslam'ın siyasetin ve kamusal hayatın her düzeyinden silindiği bir toprağa nasıl vatan diyeceklerdi?” İslami hassasiyetleri göz önüne aldığımız zaman bu soruların Doğu ve G. Doğu için önemi daha da artmaktadır. Çünkü Cumhuriyet yıllarında halifelerini kaybeden Müslüman Kürtler, o yıllardan şimdiye kadar halifeleri ellerinden alan Cumhuriyet'e de mesafelidirler. İşte bu yüzden temsiliyet anlamında yaşadıkları boşluğu nasıl dolduracakları çok önemlidir. Peki İslam'ın hemen her konuda söz söylediği bir toplumda İslam karşıtı görüşlerin yer bulması ne kadar olağan olabilir? Yani açık sormak gerekirse dindar Kürtlerin yaşadığı bir coğrafyada PKK'nın taraftar bulabilmesi ne kadar olağandır? Bu sorunun cevabı oldukça açık ama bizim burada dile getireceğimiz yorumlar az önce sorduğumuz sorunun cevabını da bütünüyle verecektir.

İSLAMCILIĞIN TÜRKİYE SEYRİ

İslamcılığın Türkiye seyri oldukça karmaşık bir dönem izlemektedir. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu'ndan sonra kabul edilen devlet biçimi Uğur Mumcu'nun bir söyleşide dile getirdiği gibi İslami bir yönetim biçimini değil laik bir yönetim biçimini benimsemiştir. İlk etapta halifesiz kalan Türkiye Müslümanlarının bu yeni yaşam biçimine uyumu epey zor olmuş, belki de hiç olmamıştır. En büyük tepki ise yine Müslüman Kürtlerden gelmiştir. Dönem içinde vuku bulan çeşitli Kürt ayaklanmaları sanıldığı gibi milliyetçi ayaklanmalar değil din kökenli ayaklanmalardır ve bugün bazı kesimlerin kendisine mal ettiği Şeyh Said İsyanı da milliyetçi değil sonrasında dinin de dahil olduğu bir ayaklanmadır. Diğer bir önemli husus ise Kürtlerdeki medrese geleneğidir. Doğu ve G. Doğu'nun Cumhuriyet sonrası yeniden şekillendirilmesinden sonra medreselerin kapatılması Kürt hafızasında bir tutulma yaratmış ve böylece Kürtlerin tarihsel köklerinden ani bir kopuş yaşanmıştır. Batı literatüründe akademi kavramının karşılığı olan medreselerin Kürt tarihinde oldukça önemli bir yeri mevcuttur. Bu kurumların işlevine son verilmesi İslami Kürt bilincinin yaralanmasına vesile olmuştur. Fakat 1979'da İran'da meydana gelen İslam Devrimi, İslami bilincin Türkiye içinde uyanmasına yeniden vesile olmuştur diyor S. Sayyid. Ayrıca S. Sayyid'e göre İran İslam Devrimi, Kemalizm karşısında durulabileceğinin de bir arka bahçesi olabilecekti. Bu durum belki Türkiye geneli için geçerliydi ama Doğu ve G. Doğu'da hiçbir zaman din ile bir mesafe yaşanmadı, yaşanan devrimlerin etkisi kitlesel bir gelişmeyi başlatabildi ama yerel anlamda Kürtlerin İslam'la arasına hiçbir zaman mesafe konamadı, ta ki bugün yapılmak istenene kadar...

Peki bugün ne yapılmak istenmektedir? Aslında çok fazla düşünmeye gerek yok, yapılan şey ulussuz inşa sürercindeki Sekülerleşme faaliyetleridir. Lakin bu faaliyetlerin Kürtler üzerinde ne kadar etkili olabileceği ise merak konusudur. Çünkü Kürtlerin sahip olduğu Müslüman kimliği, onları her türlü girişimden bir adım ilerde tutmakta ve muhafaza etmektedir. Tek kimlik, yani milliyetçi ideolojiyi benimseyen bir Kürt kimliğinin oluşturulmak istenmesine karşın, Kürtlerin sahip olduğu Müslüman kimlik, bu milliyetçi ve şovenist yaklaşıma izin vermemektedir. Klasik bir söylem olacak ama BDP'nin bölgede bütün Kürt oylarına sahip olamamasının da temel sebebi yine budur.

HALİFELİK, KÜRTLÜK VE MİLLİYETÇİLİK

Aktay hocamız aynı makalesinde şu ifadelere de yer vermektedir: “Halifeliğin kaldırılmasının akabinde Müslümanların siyasal bir inisiyatif merkezinden yoksun bırakılmış oldukları gerçeği, çoğu İslamcının üzerinde önemle durduğu bir nokta olmuştur. Cumhuriyet'in ilk kuşak İslamcılarının öz-diyar bilinci ve algısı açısından travmatik sonuçları olmuş bir hadisedir bu. Bu dönemden sonraki bütün bir İslam tarihinin durumu 'halife sonrası durum' olarak nitelense yeridir. Müslümanlar tarihlerinde ilk defa, kendilerini temsil edebilecek, İslam'ın dünyayla ilgili ideallerini planlarını yürürlüğe sokmayı, İslam şeriatını uygulamayı, İslam adına bir siyasal varlık göstermeyi vazife edinen siyasal bir odaktan yoksun kaldılar”. Müslümanların halifesiz kaldıkları yıldan itibaren bu durumu nasıl hazmettikleri oldukça mühimdir. Çünkü bu durum Cumhuriyet sonrası ayaklanmaları anlamak için önemli bir anahtardır. Özellikle Kürtlerin bu durumdan nasıl etkilendiğini incelemek bugün için daha anlamlı olacaktır. Tek merkeziyetçilikten merkezsiz bir yapıya bürünmek ve laiklik diye tanımlanan bir kavramı anlamak, özellikle Doğu ve Güneydoğu halkı için epeyce zor olmuştur.

Bu zorluk beraberinde bazı problemleri de getirmiş fakat bu problemlerin durulması da yine din vesilesi ile olmuştur. Said Nursi'nin yaptıkları buna en büyük örnektir. Ayetullah Humeyni'nin “İslam siyasetten ayrı değildir. İslam diğer dinler gibi değil ki dua ve zikirden ibaret olsun. İslam'ın siyaseti diğer hükümleriyle birliktedir. Ve ben de siyasi müdahalede bulunuyorum. Müslüman'ın ibadeti siyaset.. Siyaseti ibadettir” sözleri aslında İslam'ın özünü de ortaya koymaktadır. İşte hem o dönem hem de bugün Kürtlerin İslam'dan uzak tutulmak istenmesiyle ulaşılmasına izin verilmek istenmeyen asıl “öz” de budur. Halifeliğin ve medrese geleneğinin ortadan kalkmasıyla meydana gelen otorite boşluğunu ise bugün doldurmak isteyenlerin sayısı oldukça artmıştır. PKK'nın ve onun liderinin böyle bir misyona büründükleri açıktır.

Kürtlerin esas inancının Zerdüşt yapılanmalara dayandığı iddiası, bugün Kürtler adına yapılan en önemli sekülerleştirme faaliyettir, ya da sivil Cuma'lar... Kürt gençlerin hem siyasal hem de duygusal kopuş yaşamasını isteyenlerin, aynı zamanda İslami kimlikten de bir kopuş yaşama isteği ayan beyan ortadadır. Hatta bugün Altan Tan'ın BDP içinde yer almasını hazmedemeyenlerin de temel dayanağı budur, temel korku sayın Tan'ın örnek alınmasıdır. Hâlbuki Radikal Kürt Hareketi'nin dillendirdiği ve örnek alınacak halife misyonunu taşıyan kişi bellidir ve İmralı'dadır. Kürtlerin kendilerinden olan birini kabul etme hayali, onları dinden uzaklaştırma faaliyetlerini devam ettirenler tarafından sağlanmak istenmektedir. Bugün Türk modernleşmesi paradigmasıyla hareket eden bazı yapıların paralel bir Kürt modernleşmesi izlediği ve bu bağlamda yeniden tanımladığı Laikliği, etnik-laiklik benzeri bir yaklaşımla dile getirmesi tesadüf değildir.

Dinin yeniden keşfedilmesi bu yapı tarafından belki de en büyük korkudur, çünkü dinin yeniden keşfedilmesi, kâinat ve insanın kâinattaki yeriyle ilgili yorumu ve bakış açısını bir zenginlik olarak kabul etmektedir. Bu kabul de, izlenmek istenen çatışmacı paradigmayı ortadan kaldırmaktadır. Ayrıca İslam'ın vatanı yoktur, Allah indinde tek geçerli din de İslamdır ve bu durum da Kürt milliyetçiliğinin kaybolduğu tek noktadır.

SONUÇ YERİNE

İslam'ın bütün Kürt ulusu içinde yer bulmasının, Kürtleri sekülerleştirme politikası güdenlerin hesaplarına uygun olduğunu düşünenlerden değiliz. Çünkü bu kadim medeniyetin din adamları ve dini liderleri aynı zamanda onların bilim adamları ve filozoflarıydı. Entelektüel anlamdaki bu kültür mirası Kürtlerin geçmişini oluşturmaktaydı. Bugün Kürtler üzerinde yapılmak istenen değişimler ise yukarı da belirtilenlerin tam tersini aslında İslam'ın bir dinden ziyade bir kültür/yaşam biçimi olduğunu anlatma çabasıdır; yemek, uyumak ya da evlenmek nasıl bir kültürel gelenek ise İslam'da ancak öyle bir gelenek olabilir. Hâlbuki namaz bir gelenek değildir, Allah emrettiği için kılınmaktadır ya da diğer farzlar da böyledir. Ama dindar gençliğin yetişmemesi en büyük hedeftir. Çünkü bu nesil, dağa çıkmayacak, çünkü bu nesil Cuma günleri sivil Cuma'ya değil camiye gidecek, çünkü bu nesil Ramazan aylarında oruçlarını tutacak, çünkü bu nesil insan öldürmeyecek, çünkü bu nesil devletine düşman yetişmeyecek, çünkü bu nesil İslami bir ahlâka sahip olacaktır. Böylece bu gençlik ne siyasal ne de duygusal kopuş yaşayacaktır...

* Muş Alparslan Üniversitesi Sosyoloji Bölümü


12 yıl önce