|

126. ölüm yıldönümünde Nâmık Kemâl’in mirası

Kapsayıcı bir Osmanlı Milliyetçiliği çerçevesi içerisinde sağlıklı bir şekilde farklı etnisite ve dinî tercihleri değerlendiren Nâmık Kemâl, Batı’nın kurumsal mekanizmalarını ön plana çıkarmaktan ve aynı medeniyetin özgürlükçü gelişmelerine ilgili durmaktan çekinmemiştir. Dindâr kimliğini ise daima ve özellikle göz önünde bulundurarak İslâmiyet’in üstünlüğü doğrultusunda Doğu’nun Batı karşısında hor görülmeksizin kendi öz kaynak ve değerleriyle oluşturulması gereken bir sentez eşliğinde devletin var olan sorunlarına çözüm bulabileceğini de özellikle vurgulamıştır.

Yeni Şafak
04:00 - 2/12/2014 Salı
Güncelleme: 21:08 - 1/12/2014 Pazartesi
Diğer
ERKUT AYVAZOĞLU - SİYASET BİLİMCİ, ERLANGEN-NÜRNBERG ÜNİVERSİTESİ 

Osmanlı İmparatorluğu’nun 19. yüzyılda çağın ihtiyaç ve gerekliliklerine artık cevap veremez hale gelmesi, iktisadî ve siyasî sıkıntıların alışılagelmiş yöntemlerle çözülemez bir hâl alması, etnik ve dinî çeşitliliğin de artan Avrupa kökenli milliyetçilikler sebebiyle bir tıkanmaya doğru ilerlemesi Tanzimat ve Islahat Fermanları’nın Osmanlı siyaset hayatına girmesine yol açmıştır. Bu konu üzerine çeşitli olumlu ve olumsuz neşriyatın mevcudiyeti aşikârdır. Her ne kadar Tanzimat ve Islahat reformlarındaki yurtdışı dayatmalı reçeteler gibi günümüz Türkiye’sinde de nispeten benzer sorunlar karşısında gayri-millî reçetelere başvurulmak istenmişse de artık yeni, millî ve daha demokratik reformlara, Yeni Türkiye vizyonu dahilinde, ihtiyaç duyulmaktadır. Bu anlamda yerli iradenin arzuları doğrultusunda haliyle çeşitli reformlar gerçekleştirilmek istenmektedir. Bugünün Türkiye’sinde göze çarpan bu önemli ayrıntıyı esasen Meşrutiyet öncesi Osmanlı aydınlarının fikirsel dünyasında da görmek mümkündür. Özellikle 1925 sonrası Cumhuriyet’in veya “Cumhuriyet İstibdâtının” dışa bağımlı dayatmacı fikirsel eğilimi, Osmanlı son dönemi aydınlarının Batı kopyası şablonları red etmesiyle de ayrışmaktadır.


Bilinmektedir ki büyük Türk düşünürü Cemil Meriç’in özellikle Cumhuriyet dönemi aydınlarını târif ederken son derece mühim ve tesiri sonraki nesillere de iletilecek olan tespitlerde bulunmuştur. Örneğin, Meriç’e göre maalesef “Türk aydını zavallıdır,” zira “Batılı dostları alınmasınlar diye hazinelerini gizlemeye çalışır. Sonra unutur hazineleri olduğunu. Düşmanın putlarını takdis eder, hayranlıklarını benimser. Dev, papağanlaşır..” (Umrandan Uygarlığa). Bu târife uygun olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bir devamlılık esasına dayanarak hayata geçirildiğini ve bu anlamda Cumhuriyet öncesinde de birçok aydın ve devlet adamının gayretleri olduğunu yeni nesillere de artık çarpıtmadan anlatmak gerekmektedir. Batılı dostların alınması şu günlerde pek gözardı edilmeye başlanmıştır ve bu sağlıklı bir adımdır haliyle.

İslamcı ideolojinin kurumsallaşması

Bu anlamda pek bilinmeyen ve maalesef ülkemiz akademisyenlerince de tam anlamıyla araştırılmamış aydın veya mütefekkirlerimizden biri de kuşkusuz Nâmık Kemâl’dir. Aslında diğer Meşrutiyet aydınlarına kıyasla Kemâl bir nebze de olsa araştırılmış ve fikirleri Batılı akademisyenler tarafından dahi mercek altına alınmış bir şahsiyettir. Bundan tam 126 yıl önce, 2 Aralık 1888 tarihinde sürgün hayatı yaşarken vefât etmiş olan Kemâl, maalesef ulusalcı veya pozitivist milliyetçi çevrelerce yer yer Türk Milliyetçiliğinin fikir babası olarak takdim edilmeye çalışılmıştır. 19. yüzyılın en önemli, fakat bu anlamda yalnız da olmayan, Osmanlı aydınlarından biri olan Nâmık Kemâl, reformcu kimliğiyle ön plana çıkmış ve Osmanlı kurumlarının ihtiyacı olduğu reformlara fikirsel dünyasında yoğunlaşmıştır. 

Batıcı refleks ve kopyalanmış fikirlere şiddetle karşı çıkmış, Batı medeniyetinin özgürlükçü kurumsal hayatını takdir ederek, bu anlamda Osmanlı siyasî buhranlarının kurtuluş sırrının İslâm ve İslâmî esaslarda yattığını ifade etmiştir. Bugün bazı çevrelerin Nâmık Kemâl’de pozitivist bir Türk Ulusalcılığı’nın prototipini arıyor olması son derece yanlıştır, zira Nâmık Kemâl bâriz bir Osmanlıcı olmakla birlikte İslamcı ideolojinin de kurumsallaşmasında öncülük etmiş biridir. Diğer yandan Türkiye İslamcılarının dahi kendi savunduklarını iddia ettikleri ideolojinin sırrını bu coğrafyaya uzak bölgelerde arıyor olmaları da son derece düşündürücüdür.

Namık Kemal’in muhalif tutumu

Nâmık Kemâl, Genç Osmanlılar ve Sultan 2. Abdülhamid’in gayretleri sonucunda Osmanlı Anayasası (Kânûn-i Esâsî) Aralık 1876’da hazırlanabilmiş, ki Sultan 2. Abdülhamid tarafından Midhat Paşa’ya katkı sağlayacağı düşüncesiyle Nâmık Kemâl de Anayasa çalışmaları kapsamında görevlendirilmiştir ve çıkan sonuç neticesinde bir memnuniyet göstergesi olarak bizzat Sultan tarafından kendisine (bir at) ödül verilmiştir ve 23 Aralık’ta da Osmanlı Mebusan Meclisi acılabilmiştir. 

Her ne kadar 1877’de Osmanlı Meclisi’nin Osmanlı-Rus savaşı sonrası Rus ordularının İstanbul önlerine kadar gelmiş olmaları sebep gösterilerek Sultan tarafından kapatılmış ve Nâmık Kemâl için de sonrasındaki muhalif tutumu sebebiyle sürgün hayatı başlamışsa da, Kemâl hakkında 2. Abdülhamid tarafından şu sözlerin sarf edildiği bilinmektedir: “Nâmık Kemâl’in çevresinde toplananlar onu kışkırtıyorlar, diledikleri gibi kullanıyorlardı. Hapsettim, sürgün ettim ama muhabbetimi bir gün bile eksiltmedim.” (KAYNAK: Abdülhamit’in Hatıra Defteri, 3. baskı,  Haz.: İsmet Bozdağ, İstanbul: Kervan Yay., 1975, S. 49)

Vatan Yahut Silistre

Kapsayıcı bir Osmanlı Milliyetçiliği çerçevesi içerisinde sağlıklı bir şekilde farklı etnisite ve dinî tercihleri değerlendiren Nâmık Kemâl, Batı’nın kurumsal mekanizmalarını ön plana çıkarmaktan ve aynı medeniyetin özgürlükçü gelişmelerine ilgili durmaktan çekinmemiştir. Dindâr kimliğini ise daima ve özellikle göz önünde bulundurarak İslâmiyet’in üstünlüğü doğrultusunda Doğu’nun Batı karşısında hor görülmeksizin kendi öz kaynak ve değerleriyle oluşturulması gereken bir sentez eşliğinde devletin var olan sorunlarına çözüm bulabileceğini de özellikle vurgulamıştır. 

Birçok farklı etnisitenin yer aldığı Osmanlı İmparatorluğu’nun gün geçtikçe ağırlaşan sıkıntılarına çare arayan ve bunu yerli kalarak başarmayı ümit eden Nâmık Kemâl, günümüzde dahi aynı veya benzer sorunlar ile karşı karşıya kalan modern Cumhuriyetimizin bir parçası olan Türk ve Türkiyeli topluma bir nebze olsun ışık tutabilir. Ölümünün 126. yılında hâlâ tam anlamıyla araştırılmamış olan Nâmık Kemâl ve diğer Osmanlı-Türk aydınlarının, Batıcı ve aşağılık kompleksinden uzak, sadece “Vatan Yahut Silistre” ile sınırlı da kalmayan daha derin analizlere konu olabilmesi ümidiyle.
#Tanzimat ve Islahat Fermanları
#Cemil Meriç
#Nâmık Kemâl
9 yıl önce