|

Bir hukuk devletinde böyle yargı olamaz

Bağımsızlıkla mutlak dokunulmazlık zırhına bürünen aşırı tarafgir bir yargının, tarafgirlik sebebiyle vicdanını da yitirdiği için, hiçbir sorumluluk hissi taşımaksızın, yapamayacağı kötülük, katledemeyeceği hiçbir hak ve hukuk yoktur. Mutlak siyasi iktidar, mutlak siyasi diktatörlüğü getireceği gibi, mutlak bağımsız ama aşırı tarafgir yargı da hâkimler diktatörlüğünü beraberinde getirecektir.

Adnan Küçük
00:00 - 30/08/2014 Cumartesi
Güncelleme: 22:37 - 29/08/2014 Cuma
Yeni Şafak
Bir hukuk devletinde böyle yargı olamaz
Bir hukuk devletinde böyle yargı olamaz

Türkiye''de yargı temelli sorunlar hiç bitmedi. Bazı dönemler azaldı ise de, özellikle belli kritik dönemlerde bazı yargı mensupları ciddi manada sorunlu tutumlar sergilediler. Yargı bazen başta ifade hürriyeti olmak üzere en temel hakları budayan kararlar verirken, bazen de demokrasinin olmazsa olmazlarından olan çok sayıda siyasi partinin kapatılması kararının verilmesinden imtina etmedi. Başta 28 Şubat süreci olmak üzere belli dönemlerde, ideolojik tutumlar sergileyerek bürokratik vesayetçi anlayışın koruyucu ve meşrulaştırıcı manivelası olarak işlev gördü. Hatta bütün bu derinlikli sorunlar sebebiyledir ki yargının bizzat kendisinin meşruiyetinin tartışıldığı dönemler bile oldu.

Bizler Hukuk Fakültesinde talebelere yönelik olarak sürekli adalet, hukuk devleti, hukukun üstünlüğü ve anayasal demokrasi için yargının bağımsızlık ve tarafsızlığından bahsederiz. Fakat fiiliyatta yaşananları görünce bütün bu söylediklerimizin havada kaldığı görülüyor. Oysa Türkiye''nin muasır medeniyet düzeyine mütekamil manada ulaşabilmesi, medenileşme sürecini başarıyla tamamlayabilmesi, her şeyden önce bağımsız ve tarafsız yargıyı zorunlu derecede lüzumlu kılmaktadır.

Şimdilerde yargı içi kamplaşma kapsamında insanların midesini alt-üst eden iddialar söz konusu. Yargı içerisinde başta paralelci olan olmayan ayrımı yanında, daha başka temelli ayrımlardan söz edilmektedir. Özellikle paralelci olarak nitelenen cenah tarafından hükümete yönelik bir yargı darbesi düşünüldüğü sürekli dillendiriliyor. Hatta 10 HSYK üyesinin belirleneceği 19 Ekim 2014 günü yapılacak seçimlerin 10 Ağustos 1014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden çok daha mühim olduğundan söz ediliyor. Bu ehemmiyetin temelinde paralelci yapının HSYK''da lüzumlu çoğunluğu sağlayarak, baskı ve şantaj yoluyla yargıyı emellerine ulaşmak için manivela olarak kullanmak istediği yönündeki iddia yer almaktadır.

Mevcut Adalet Bakanı diyor ki, Başbakanın etrafındaki herkes dinleniyor. Bu, yargı eliyle kurulmuş bir tuzak gibidir. İnsanlar dinleniyor, yargıdan karar alınıyor, örgüt olmayan şey örgüte dönüştürülüyor. Bu da ilgili ve yetkili olanlara nihayetsiz ve süresiz bir dinleme imkânı getiriyor.

YARGI MENSUPLARININ TEHDİTLERİ

Sayın Bakan''a göre, bir hâkim, hukuksuz dinlemeyi gerçekleştiren soruşturmayı yönetenlere ''Ekim''de HSYK seçimleri var, bu seçimlerden sonra düzen tersine olacak, sizden hesap sorulacak'' anlamına gelen tehdit içeren mesajlar atıyor. Esasen bu yöndeki iddialar daha önceleri de mevcuttu. Ataması yapılan birçok hâkim ve savcının, yeni görev yerlerine giderlerken, yargı temelli bir darbe ile hükümetin yıkılacağı, kendilerinin de daha etkili görevlere gelecekleri inancı ile hareket ettikleri yönünde ciddi duyum ve iddialar var.

Bunun manası, belli bir yargı kesiminin, diğer yargı mensuplarına yönelik tehdit ve şantajlar yapmak suretiyle onları esir alması, hukuk dışı birçok işlemin yargı kılıfı altında meşrulaştırılması, bu yolla kendileri lehine menfaatlerin temin edilmesidir. Burada menfaat deyince her halükarda para ya da diğer nakdi değeri olan şeyler anlaşılmamalı. Haksız bir işleme imza atan ya da hukuka aykırı bir fiili gerçekleştiren birisinin korunması, bunların hukuken gerekli olan yaptırımlardan kurtarılması, hatta bunlardan bir kısmının hukuk kılıfı altında ödüllendirilmesi de bir nevi menfaat teminidir.

Bakan beyin, HSYK 3. Dairesinin, bu soruşturmaların üzerini örtmek isteyen ya da bu süreçte hukukun dışına çıkan hâkim ve savcılara yönelik koruma sağlamakta olduğu, bu sebeple de bu kişiler hakkında hiçbir hukuki işlemin yapılamadığı yönündeki beyanı, yargı temelli sorunların hangi düzeye geldiğini göstermektedir.

TARAFSIZ YARGI

Şimdi tekrardan talebelere anlattıklarımıza dönelim ve bir ölçüm yapalım. Adalet mülkün temelidir. Hâkimler ve diğer yöneticiler âdil olmadıkları takdirde bir ülkenin uzun ömürlü, halkın da huzurlu olması mümkün değildir. Medeni ülkeler, en azında kendi ülkeleri içerisinde belli bir adalet anlayışına yaslandıkları için ileri düzeyde bir yerlere gelmişlerdir. Geleceği teminat altına almak isteyen hiçbir ülkede, hâkimler onunun bunun hâkimi değildir. Bu hâkimler, tarafgirane karar verdiklerinde artık o koltukta oturamazlar, ya da onu orada oturtmazlar. Adalet hissi geliştiği ölçüde, hem işler düzenli olur, hem güven ve güvenlik olur. Bütün bunların tahakkuk etmesi, yargıdaki tarafsızlıkla mümkündür. Bağımsızlık, ancak tarafsızlıkla taçlandırılırsa, o ülkede adalet, barış, sulh, sükun ve medenileşme gerçekleşir.

Bu söylediklerime daha fazla ilaveler yapmak mümkündür. Fakat burada bu kadarla iktifa ediyorum. Gelelim ülkemize. Hâkim olan algıya göre, eskiden ergenekoncu, ulusalcı, Kemalist, rejimin sadık bendeleri olan hâkim ve savcılar, rejimi ve resmi ideolojiyi korumak namına, bir sürü tarafgir ve gayrı adil kararlar vermekte idiler. Bunun çok sayıda örneklerine Cumhuriyet tarihi boyunca rastlamak mümkündür. Şimdi de, paralelci olarak nitelenen hâkim ve savcılarla emniyet mensuplarının dayanışma içerisinde benzer tutumları sergiledikleri yönünde ciddi algılar ve iddialar mevcuttur.

HAKİMLER DİKTATÖRLÜĞÜ

Bu ortamda ne yargıya, ne adalete güven kalır. Bu şartlarda, ne hukuk devleti ne de anayasal demokrasi olur. Bu, hukukun ve meşru dairede hak arama ümidinin bittiği noktadır. Esasen bunun bir diğer ifade şekli yargı darbesidir. Meşru seçimler vasıtasıyla iktidardan indirilemeyen ya da dizginlenemeyen bir siyasi iktidarın, yargı darbesi yoluyla uzaklaştırılması ya da köşeye sıkıştırılmasıdır. Şunu çok açık ve net ifade edeyim ki, askeri darbe ile yargı darbesi arasında, demokratik hukuk devletinin gaspedilmesi noktasından hiçbir fark yoktur. Hatta şunu açıkça söyleyeyim ki, hâkimler yönetimi mutlak monarşilerden daha tehlikelidir. Çünkü bir kral ne kadar mutlak yetki sahibi de olsa, halka karşı, ''acaba daha ileri gidersem maiyetimdeki halk ayaklanarak saltanatı başıma yıkar mı'' endişesi ile, kendilerini frenleyebilirler. Fakat, bağımsızlıkla mutlak dokunulmazlık zırhına bürünen aşırı tarafgir bir yargının, tarafgirlik sebebiyle vicdanını da yitirdiği için, hiçbir sorumluluk hissi taşımaksızın, yapamayacağı kötülük, katledemeyeceği hiçbir hak ve hukuk yoktur. Mutlak siyasi iktidar, mutlak siyasi diktatörlüğü getireceği gibi, mutlak bağımsız ama aşırı tarafgir yargı da hâkimler diktatörlüğünü beraberinde getirecektir.

Artık Türkiye''nin bütün bu tarafgirlikleri aşması gerekir. Kendimi bu tür görünümlere ve algılara layık görmüyorum. Hükümet ve parlamento, mutlaka lüzumlu anayasal ve kanuni değişiklikleri yapmalı, lüzumlu her türlü önlemi, hukuk içerisinde almalı. Türkiye''nin artık her şeyden önce yargı temelli reforma ihtiyacı var. Bu reformun yegane hedefi bağımsız ve tarafsız yargı olmalı. Bu amaçla uyumlu olmayan bütün unsurlar ayıklanmalı. Bunun hukuki düzenlemelerin yapılması yönü kadar, mevcut marazi zihniyetin değişmesi yönü de vardır. Birinci (hukuki düzenlemelerin yapılması) yönün bir şekilde gerçekleşmesi mümkün ise de, ikinci yönün gerçekleşmesi oldukça zor, uzun vadeli ve sabrı gerektirir. Yargı ne hükümetin ne paralelcilerin emrinde olmalı, onların yönlendirmesi ile kararlar vermeli, ne de resmi ideolojinin koruyucu neferi gibi hareket etmeli. Bu amaç gerçekleşmediği sürece, Türkiye ne hukuk devleti olabilir, ne demokrasisi gelişir, ne de medeni memleketler ligine çıkabilir.

10 yıl önce