|

Cumhuriyet''in sivilleşme süreci ve ak parti''nin 11 yılı

AK Parti ekonomik kaynakları sermaye birikimi kaygısıyla seçilmiş bir kesime hortumlatma kaygısı olmadığından dolayı, bir yandan sürdürülebilir bir bütçe dengesi kurulmakta, enflasyon ve reel faiz oranları hızla düşmekte, Merkez Bankası rezervleri rekor düzeylere ulaşmaktadır. Bu başarılar sonucunda Stiglitz gibi bir iktisatçı, Türkiye Merkez Bankası için ''Nobel Ödülü gelebilir!'' sinyalleri vermektedir

Prof.Dr. Enver Alper Güvel
00:00 - 17/11/2013 Pazar
Güncelleme: 22:00 - 16/11/2013 Cumartesi
Yeni Şafak
Cumhuriyet''in sivilleşme süreci ve ak parti''nin
Cumhuriyet''in sivilleşme süreci ve ak parti''nin

Gezi Parkı Vakası''nda tüm boyutlarıyla açığa çıktığı üzere her fırsatta hükümeti otoriterleşmekle itham eden bir kısım ulusal ve yabancı medya, bazı sermaye grupları, anamuhalefet partisi lideri ve sivil görünümlü işbirlikçileri her hadiseyi istismar etme ve Türkiye''yi totaliter-otoriter geçmişinin karanlığına yeniden gömme noktasında müttefik görünüyor. 1930''ların yüceltilmesine odaklı gerici bir perspektifle tüm olaylar bağlamlarından koparılarak ve abartılarak hafızamızı hafife alan çatışmacı ve provokatif bir içerikte sunuluyor. Takdir edileceği gibi bu tür gerici provokasyonlar karşısında savunmacı bir pozisyon alarak ayrı ayrı cevap vermeye çalışmanın, her defasında kuyudan taş çıkarmaya çabalamak dışında bir anlamı yok. Malum, aslı anlamayana teferruatı anlatmayınız derler. Kanaatimce, bu provokatif ithamlara karşı en uygun yöntem, Cumhuriyetimizin ilk 79 yılının ekonomi politiğinden yola çıkarak, son onbir yıl içindeki kurumsal ve düşünsel dönüşümünün değerlendirmesine girişmek olacaktır.

Eğer illa ki tarihsel bir döneme atıfta bulunulacaksa, Türkiye''nin büyük dönüşümünün kökenlerini Tanzimat''la başlatılabilir. Mustafa Reşid Paşa eliyle başlatılan Tanzimat, klasik pozitivizme dayanan herodyan bir batılılaşma projeksiyonudur. Sonrası seçilen ''herodyan Batılılaşma'' projeksiyonu, ardarda yanlışları sıralayan bir yaşam getirmiştir. Bu herodyan batılılaşma projeksiyonu, Osmanlı bürokrasisi tarafından hanedanın tasfiyesi ve Cumhuriyetin kurulması ile zirvesine ulaşmıştır. İktidarı ele geçiren bu bürokratik oligarşinin, Kadro Hareketi''nce belirlenen ''ilkeler'' çerçevesinde tüm farklılık ve çeşitliliklerden bütünüyle arındırılmış yapay ve homojen bir ''devlet toplumu ve kimlik'' yaratma projeksiyonu halkı, devlete yabancılaştırmış; sosyal ve kültürel alanda derin çözülmelere yol açmış; ekonomi-kültür-politika bütünlüğü parçalanmıştır.

Kendini halka rağmen Cumhuriyet''in koruyucusu ve kollayıcısı konumunda gören ve her vesileyle durumdan vazife çıkaran bu vesayetçi ve tepeden inmeci bürokratik oligarşinin homojenleştirme politikalarının yol açtığı yabancılaşma ve parçalanmışlık, Türkiye''nin boğuştuğu yurtiçi ve yurtdışı sorunların ve çözümsüzlüklerin temel nedenidir.

EĞRETİ ULUSAL BURJUVA

Şöyle ki; Cumhuriyet''in kuruluşundan 2002''ye kadar uzanan süreçte ordu dışındaki T.C. kurumlarının, demokrasinin, parlamentonun, üniversitelerin ve endüstriyel ilişkilerin sağlam bir geleneği oluşmamıştır. Bir politikacı kimliği, bir akademisyen kimliği, bir burjuva ya da emekçi kimliği oluşmamıştır. Devletten bağımsız sosyal sınıf kimlikleri olgunlaşmamıştır. Çok partili demokrasi geleneğine uygun bir uzlaşma sürecinin yollarını açacak sosyal, politik ve ekonomik taraflar net değildir. Politik ve sosyal mesafeler arasında köprü olacak, hükümetin siyaset üretme süreçlerini etkileyebilecek bir orta sınıf yoktur. İttihat ve Terakki iktidarından Cumhuriyet''e miras kalan ''sermaye birikimini eğreti bir ulusal burjuvazi eliyle gerçekleştirme modeli'' nedeniyle serbest piyasanın gerekli koşulları olan etik ve moral temelleri oluşmamıştır. Ekonomik kaynakları hortumlama alışkanlığına sahip bu eğreti sermaye tabakasının günümüzdeki temsilcileri, burjuvazinin evrensel değerlerine aykırı olmasına rağmen, her fırsatta bürokratik oligarşi ile ittifak ederek totaliter-otoriter devletçi jargonla konuşmaktadır.

Bu 79 yıllık dönemde askeri vesayetin ağır baskısı nedeniyle sivil bir kültür oluşturulamamıştır. Vatandaşların devlete karşı hak iddia edebilecekleri mekanizmalar açık değildir. Keyfiyet baskındır. Sağlam hukuk kuralları, sosyal barış, güven, politik uzlaşma ve istikrar, ekonomik etkinlik, bölüşümde adalet ve sağlıklı-istikrarlı bir ekonomik büyüme yoktur. Buna karşılık terör, mafya, çetecilik, rantiyecilik, spekülasyon, kleptokrasi, nepotizm, rüşvet, kayıt dışı ekonomi, rant kollayıcılık ve ekonominin politizasyonu vardır. Devleti yöneten hükümet üyeleri, bürokratlar ve milletvekilleri mafya üyeleri ve çetelerle içli dışlıdır. Sabık başbakanlardan Mesut Yılmaz''ın ifadesiyle ''devlet mafyayı değil, mafya devleti kullanmaktadır''. Türkiye bir uyuşturucu merkezi ve dünyanın en önde gelen kara para aklama ülkesi olmaya doğru gitmektedir. Bu özellik uluslararası finans kuruluşlarınca da doğrulanmaktadır.

SİVİLLEŞMEYE GİDEN YOL

Yurtiçindeki bu sıkıntılar yanında yurtdışında da giderek yalnızlaşmakta, AB''den dışlanmakta, İslam Konferansı''nda kınanmaktadır. Ne Batı''ya ne de Doğu''ya yar olabilmektedir. 1994 ve 2001''de sırasıyla Cumhuriyet tarihinin en ağır ekonomik krizleri yaşanmıştır. Yurtiçinde ve yurtdışında güven ortamı bütünüyle tahrip olmuştur. Bu tahribat ulus kimliğinin, militarist resmi ideolojinin, ilkelerin ve sembollerin olabildiğince yüceltilmesine yönelik propagandalarla ve resmi törenlerle örtbas edilmeye; yolsuzluklar ve yozlaşmalar halının altına süpürülmeye, silahların gölgesinde ''reaya düzeni'' sürdürülmeye çalışılmıştır.

3 Kasım 2002 seçimlerinde halk, bütün farklılık ve çeşitlilikleriyle, bu karabasanın sona ermesi, Cumhuriyet''in yeniden yapılandırılması, sivlleşmesi ve güven ortamının tesis edilmesi mesajını vermiştir. Seçimlerin galibi AK Parti, bu sivilleşme mesajını doğru okumuş ve iktidardaki on yılı boyunca kesintisiz olarak Cumhuriyet''in militarist unsurlardan, devlet elitleri hegemonyasından, resmi ideolojinin kutsallarından arındırılması; halkın değerleriyle Cumhuriyet''in değerlerini kaynaştırma mücadelesi içine girmiştir.

Bu süreçte AK Parti politikalarının referans kaynağı doğal olarak devlet elitleri, eğreti sermaye tabakası ve politik sektördeki işbirlikçileri değil Anadolu''da kendiğilinden oluşma mücadelesi veren bağımsız bir burjuva sınıfı olmuştur. 28 Şubat sürecinde yeşil sermaye şablonuyla fişlenen ve devlet elitleri tarafından kara listeye alınan bu burjuva sınıfı, AK Parti siyasetinin içeriğini ve gelişimini de derinden etkilemektedir. Nitekim bugün için Batılı normlarda sosyal sınıf temelli siyaset üretebilen, teba ve reaya paradigmasına son veren yegane siyasi parti AK Parti''dir.

AK Parti, ürettiği politikalarla ve parti programıyla yüksek öğrenim görmüş yeni kentsoyluların ve devletten bağımsız olarak sermaye biriktirebilen, otoriteye boyun eğmeye direnen, sistemin beklentilerine uygun bir «yönetilme bilinci» olmayan yeni girişimci sınıfın çıkarlarını temsil etmektedir. Diğer yandan diğer yandan işçi-memur-çiftçi kesimlerini de dışlamamaktadır. Ekonomik kaynakları sermaye birikimi kaygısıyla seçilmiş bir kesime hortumlatma kaygısı olmadığından dolayı da, bir yandan sürdürülebilir bir bütçe dengesi kurulmakta, enflasyon ve reel faiz oranları hızla düşmekte, Merkez Bankası rezervleri rekor düzeylere ulaşmaktadır. Bu başarılar sonucunda Stiglitz gibi bir iktisatçı, Türkiye Merkez Bankası için ''Nobel Ödülü gelebilir!'' sinyalleri vermektedir. Dış ticaret hacminde tüm zamanların rekorları kırılmakta, Türkiye küresel ekonominin en dinamik unsurlarından biri haline gelmektedir. Bu başarılar rating kuruluşlarının Türkiye''nin notunu yatırım yapılabilir ülkeler kategorisine yükseltme sürecini de harekete geçirmiştir. Özetle, AK Parti hükümeti, her açıdan Türkiye tarihinin ekonomik performansı en yüksek hükümetidir.

BAŞÖRTÜSÜ VE DEMOKRATİKLEŞME

Öte yandan, silahlı kuvvetler de yeniden yapılandırılmakta, bölgedeki etkinliği artmakta, namlunun ucu dışarıya yönelmekte, caydırıcılığı artmaktadır. Dış politikada stratejik açıdan en aktif ve etkin adımlar atılmaktadır. Sivil ve özgürlükçü bir politik rejime doğru evrildikçe enformel kurumlarla formel kurumlar bütünleşmekte; Osmanlı İmparatorluğu''nun bakiyesi olan tarihsel ve kültürel değerler ile Cumhuriyet''in değerleri sentezlenerek tüm dünyayı yeniden şekillendirme potansiyeli taşıyan, militarizmi besleyen yapay kolektif kimlikler yerine bireysel aklı ve beceriyi değerli kılacak yeni bir uygarlık dalgası oluşturulmaktadır.

Hayatın ve toplumun tüm renklerini açığa çıkarmaya yönelik bu gelişmeler olurken, her şeyi hala ''siyah-beyaz ikilemi'' içine sıkıştıran ve Pyongyang modelini yücelten bazı küçük kollektivist grupların kendi totaliter-otoriter yüzlerini ve niyetlerini gizlemek amacıyla ulus kimliğinin kutsallarını, bayrağını, 1930''lardaki yöneticileri ve vecizeleri istismar etme girişimlerinin marjinal kalmaya mahkum olacağı açıktır. Keza, beceriye dayanan bir dünyada bireysel hak ve özgürlükler için mücadele etmek yerine, artık devrini tamamlamış olan kimlik odaklı problemlerin çözümü iddiasıyla cezaevlerinde gençlerin ''yaşama hakkı''nı gaspeden açlık grevleri yaptırmanın bugünün ve geleceğin dünyasında hiçbir meşruiyeti ve etkinliği olamayacağı da ortadadır. Cumhuriyet''in sivilleşmesi yanında farklı toplumsal kesimleri temsil eden siyasal partilerin de sivilleşmesi zorunludur. Bu sivilleşmenin bir örneği en tipik şekilde başörtülü milletvekillerinin TBMM Genel Kurulu''na katılmaları esnasında AK Parti, BDP ve MHP''li milletvekillerinin söylemlerine ve tutumlarına yansımıştır. CHP''nin bu sivil ve özgürlükçü söylemi hala yakalayamaması ve gerici bir söylem benimsemesi ise kendisi adına üzücüdür.

10 yıl önce