|

Edilgin varoluşlar, edilgin tercihler

Kendisini ümmet çapında yeniden inşa edemeyen İslami-tevhidi bütünlüğün entelektüel dilini kaybettiğimiz için, bugün din adına muhafazakarlığın taşralı bir popülizm biçiminde yaşatılmasına katlanmaya devam edebiliyoruz. Hayatımızı İslami ilkeler yerine, finansal kapitalizmin oluşturduğu acımasız bir kültür şekillendiriyor. Irkçılıklar, fanatizmler, bağnazlıklar hepimize insanlığımızı, Müslümanlığımızı unutturuyor.

Atasoy Müftüoğlu
00:00 - 11/08/2014 الإثنين
Güncelleme: 02:16 - 11/08/2014 الإثنين
Yeni Şafak
Edilgin varoluşlar, edilgin tercihler
Edilgin varoluşlar, edilgin tercihler

Kendi kendisini sürekli olarak dönüştürebilen, değişken bir dünyada yaşıyoruz. İletişim teknolojileri yoluyla küresel ölçekte harekete geçirilen kültürel bir dönüşüm ve zihinsel bir meydan okuma ile karşı karşıyayız. Küresel değişimleri anlamak, bu değişimler karşısında bir tavır belirlemek gerekiyor. Günümüz dünyasında bilgi sayılardan oluşuyor, düşünce, tefekkür gibi değerler içermiyor. Bugünün dünyasını, toplumlarını büyük ölçüde siyasal sinizm şekillendiriyor. Siyasal sinizm hiçbir değer ve ahlak sistemine itibar etmiyor.

Dünya çapında şekillenen bir ekonomi, dünya çapında elektronik iletişim, dünya ölçeğinde yeni bir kültürle yeni gerçekleri bütün toplumlara dayatıyor. Kendi düşünce tarzımızı, kendi kültürel tarzımızı oluşturamadığımız halde, naif iyimserliklere sığınabiliyoruz. Kitle iletişimi tarafından gerçekleştirilen sürüleşme, hangi kültüre ait olursa olsun, herkesin bütün olayları aynı şekilde değerlendirmesi sonucunu doğuruyor. Olan-biten her şeyi çok konuşuyoruz, ancak olması gerekeni hiç konuşmuyoruz. Bilince yabancı, eyleme kayıtsız bir maneviyatçılık daha çok ilgimizi çekiyor. Bilince yabancı, eyleme kayıtsız bir maneviyatçılık günün/şimdinin beklentilerine, sorunlarına cevap vermesi mümkün olmayan bir dil oluşturuyor.

İLKEL MEZHEPÇİLİK

Küresel akıl; büyük projeler, büyük programlar, büyük stratejiler üzerinde yoğunlaşır ve dünyayı bir şirketi yönetir gibi yönetirken, yerel akıllar, yerel yaklaşımlar, yerel gündem küçük sorunlarla uğraşıyor. İslami bütünü bugünün insanına kazandırabilmek için, bugünün bilgisine/aklına/ufkuna ihtiyacımız olduğunu düşünmüyoruz. Eylem, geçmişle değil, şimdi ile ilgilidir. Hastalıklı iyimserlikler bireyleri olduğu gibi, toplumları da yalnızlıklara belirsizliklere sürüklüyor.

Ölçüsüz/aşırı bir romantizm, ilkel bir milliyetçilik, ilkel bir mezhepçilik, nostaljik bir Osmanlıcılık, nostaljik imparatorluk söylemi, Osmanlı coğrafyası üzerinde yeni liderlik iddiaları, Ortadoğu''da değişime öncülük etmek, değişimin çerçevesini belirlemek, oyun kurucu ülke olmak, Türk modelini ihraç etmek, Suriye''de Baas rejimini devirmek, İran''ı etkisiz kılmak gibi, gerçeklerle bağdaşmayan dış politika tercihleri/uygulamalarının bugün Türkiye''yi bir biçimde yalnızlaştırdığını görmek gerekir. ''Arap Baharı'' gibi, ''Arap Devrimleri'' gibi içi boş klişeler tarafından tanımlanan süreç içerisinde, bütün bölge ülkelerinin çok ciddi bir biçimde güçsüz ve istikrarsız hale geldiğini, buna karşılık İsrail''in bu durumdan çok kazançlı çıktığını görmek gerekir.

Tevhidi bütünlük bilgisi ve bilinci her durumda Ümmet''i esas aldığı halde, Ortadoğu''da yeniden kabilecilikler ve mezhepçilikler çatışıyor. Suriye ve Irak''ta bugün yaşananlar, Mayıs 1527 de, Roma''da, Protestanlarla Katolikler arasında yaşanan, yıkım/yağma/katliam/işkence/tecavüz/vahşet ve dehşet günlerini hatırlatıyor. Suriye ve Irak tablosu korkunç ve vahimdir. Bu tablo içerisinde yer alan bütün taraflar utanç verici bir sorumsuzluk içerisindedir. Tevhid ve Ümmet kavramları günümüzde hiçbir gerçekliği yansıtmıyor, temsil etmiyor. Tevhid ve Ümmet bugün yalnızca sözcüklerden ibarettir.

İRAN VE HİZBULLAH

Suriye sorununun yerel bir sorun olmadığını, uluslararası bir sorun olduğunu, bütün emperyalist unsurların Suriye''de savaşa katıldıklarını, Suriye''de bulunan emperyalist unsurları hiçbir biçimde sorgulanmazken, İran ve Hizbullah''ın çok ağır bir dille sorgulanmaları, tekfir edilmeleri, dünyanın ve tarihin farkına varmadığımızı, resmi yorumların dünyasına hapsedildiğimizi gösteriyor. Batı''nın istisnailiğine dayalı Haçlı dili/söylemi hepimizi bir biçimde hiçleştiriyor. Bilmediklerini bilmeyen, buna rağmen önyargılı klişelerle konuşmaya devam edebilen topluluklara dönüşüyoruz. Kapitalist/seküler/liberal dünya görüşüyle, hayat tarzıyla, kavram ve kurumlarla bütünleşen Türkiye, Ortadoğu''ya hamaset dışında nasıl bir özgün model ihraç edebilir?

İnsanlığa karşı bütünüyle sorumsuz bir tarihe maruz kalıyoruz. Sorumsuz tarihin kurallarını belirleyenler bizleri edilgin varoluşlara mahkûm ediyor. Nerede olursa olsun, nesnelerin yoksunlukları, çelişkileri ve zaafları ile karşı karşıyayız. Koşullara ve çıkarlara göre anlamları değişen, değiştirilebilen sözcükler, tanımlar, yorumlar tüketiyoruz. Maruz kaldığımız siyasal konformizm sebebiyle bir gün devrimci-mücahit olarak selamladığımız unsurları, çıkarlarımıza zarar verdiklerinde bu defa terörist olarak ilan edebiliyoruz.

Hangi alanda ve hangi alanla ilgili olursa olsun, edilginliğe teslim olmak, risk almaktan, bağımsız bir mücadele yürütmekten imtina etmekle yakından ilgilidir. Edilginliğe teslim olmak bir bilinç sapması, davranış sapması içerisinde olmaktır. Umut etmek için, gerçekliğin farkında olmak gerekir. Umut, sessiz ve tepkisiz kalmamakla, sorumluluk almakla başlar.

İSLAMİ TEVHİD BÜTÜNLÜĞÜ

Hakikate bağlılığımızın ve sadakatimizin gereği olarak hangi alanda olursa olsun, resmi bütün hikayeleri sorgulayarak okumamız ve dinlememiz gerekir. İlkellik, bağnazlık, barbarlık alanına geçen mezhepçi ırkçılıklar karşısında kayıtsız kalamayacağımız gibi, hangi gerekçeyle olursa olsun, İslami bütünlük bilincine gölge düşüren mezhep merkezli bir dil de kullanamayız, kuramayız. Her ırkçılık derinlerde kalmış kötülük eğilimlerinin ortaya çıkmasına yardım eder. Başkalarına mezhep ve etnik aidiyetleri sebebiyle kötülük edenler, zulmedenler, bu kötülüğün ve zulmün bir gün kendilerine geri dönebileceğini hatırlamalıdır.

Kendisini ümmet çapında yeniden inşa edemeyen İslami-tevhidi bütünlüğün entelektüel dilini kaybettiğimiz için, bugün din adına muhafazakarlığın taşralı bir popülizm biçiminde yaşatılmasına katlanmaya devam edebiliyoruz. Hayatımızı İslami ilkeler yerine, finansal kapitalizmin oluşturduğu acımasız bir kültür şekillendiriyor. Irkçılıklar, fanatizmler, bağnazlıklar hepimize insanlığımızı, Müslümanlığımızı unutturuyor.

٪d سنوات قبل