|

Erdoğan otoriter, AK Parti devletli olabilir mi?

Son dönemde Erdoğan ve AK Parti'ye ilişkin otoriterleşme, devletleşme eleştirilerinin artışı tesadüf olmasa gerek. AK Parti'nin bugüne kadar gerçekleştirdiği reformlar, ne Erdoğan'ın otoriter ne de AK Parti'nin devletli olmasına imkân verir.

Enver Alper Güvel
00:00 - 31/01/2012 Salı
Güncelleme: 01:04 - 31/01/2012 Salı
Yeni Şafak
Erdoğan otoriter, AK Parti devletli olabilir mi?
Erdoğan otoriter, AK Parti devletli olabilir mi?

Son dönemde yurtdışı ve yurtiçi medyada Sayın Erdoğan'ın giderek otoriterleştiğine ilişkin değerlendirmelerin sayısında belirgin bir artış gözleniyor. 12 Haziran Seçimleri öncesinde başlatılan bu kampanyaların uzantısı olarak bir kaç hafta kadar önce Ertuğrul Özkök, Coca Cola Yönetim Kurulu Başkanı Muhtar Kent'in Atlanta'daki evinde yemekte karşılaştığı Amerikalı halkla ilişkiler uzmanı öğretim üyelerinin “bir yanda Türkiye'den hayranlıkla söz ederken diğer yandan Türkiye'nin otoriterleşen, baskıcı rejime dönüşen bir imaj verdiğini düşündüklerini” yazabildi. Özetle, “Erdoğan gibi başarılı bir siyasetçinin giderek otoriterleşen bir görüntüye ihtiyacı var mıdır? Baskıcılığı giderek artan bir rejim görüntüsü onu rahatsız etmiyor mu? Bu büyük işleri yapan Erdoğan'ın böyle baskıcı rejime ihtiyacı var mı?” sorularını sorabildi. Hemen akabinde de fotomontajla sert ve agresif imaj verecek şekilde dönüştürülmüş bir politiko-sinematografik Erdoğan fotoğrafı Time'a kapak oldu. Son olarak da Newsweek Dergisi, İlker Başbuğ'un tutuklanmasından hareketle aşırı bir basitleştirmeye giderek Türkiye'nin Büyük Dönüşümü'nü bir “siyasal İslamcıların katı laiklerle ödeşme çabası”na indirgeyerek Erdoğan'ın “eski düşmanlarının otoriter taktiklerini onlara karşı kullanıyor gibi göründüğü”nü iddia eden bir yazı yayınladı. Financial Times başyazarlarından biri tarafından yayınlanan bir makalede “Türkiye'nin lideri otoriter bir yönetime doğru sürüklendiği” ileri sürüldü. Sonrasında Hasan Cemal, Erdoğan'ın otoriterleştiğinin göstergesi olan “on nokta”ya işaret eden bir yazı yazdı. Son olarak da Taraf Gazetesi, sekiz sütuna verdiği “AKP devletli oldu” manşeti altında bürokrasinin ve AK Parti'nin birbirini dönüştürdüklerini ve orta bir noktada buluştuklarını ileri sürdü.

OTORİTELİĞİN ÖZÜ NEDİR?

Peki gerçek ne? Bu soruya şu temel filosofik soruyla başlamak istedim: Otoriter liderin özsel nitelikleri nelerdir? Bir liderin otoriter sayılabilmesi için ne tür özellikler taşıması gerekir? AK Parti'nin gerçekleştirdiği reformların temel paradigmasıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin Resmi İdeolojisi arasında anlamlı bir fark var mıdır? Eğer varsa, bir liderin otoriter olması bu farklı paradigmalar içinde nasıl değerlendirilmelidir? Devlet aygıtını ve bürokrasisini aksatmaksızın işletmek için gerekli hukuksal ve yönetsel düzenlemeleri yapmak ile “devletli olmak” arasında anlamlı bir fark var mıdır?Ancak bu soruları, ekonomi politiğin külliyatları içinde kaybolmak gibi kasvetli bir yöntemle değil, politik-sinematografinin görsel analizlerine referansta bulunmak gibi daha “light” ve anlaşılır bir yöntemle herkesin anlayabileceği düzeyde cevaplamak istedim.

Zira, entellektüel altyapısı ve uzmanlık alanı ne olursa olsun, görsel medya izleyicilerinin bu temel sorunun insanlığa çağlarüstü katkı sağlamış çok sayıda filozof, bilim adamı, mucit, sanatçı, yazar, yönetmen, aktör, v.s. tarafından çözümlenmeye çalıştığını fark etmediği düşünülemez. Özellikle de edebiyat ve sinema kültürü zengin olanların bu temel problemi çözümlemeye çabalayan çok sayıda romanı ve filmi bir çırpıda sayabileceğine eminim. Lord of The Rings, Matrix, Game of Thrones ve Star Wars gibi ödül canavarı eserlerden bihaber ya da bunlardaki ana temayı anlayamamış olamaz Holywood tarafından filme çekilmiş bu eserlerden herhangi birinden yola çıkmak, otoriteryen bir liderin özelliklerini Amerikalı öğretim üyelerinin ve halkla ilişkiler uzmanlarının anlayabileceği düzeyde ortaya koymaya yeterlidir. Özellikle de büyük yapımcı ve yönetmen George Lucas'ın artık bir külte dönüşmüş olan Star Wars adlı muhteşem filmi, otoriteryenlik ve cumhuriyet ilişkisi üzerine muhteşem bir politiko-sinematografik çözümlemedir.

STAR WARS'I İZLERKEN

Tevafuk olacak ya, bendeniz de son günlerde Star Wars serisinin filmlerini, daha önceki izlemele-rimde gözden kaçırdığım detayları ve satır aralarını kaydederek Episode sırasına göre pür dikkat yeniden izlemiş bulundum. İzlerken de, kuruntu mu yapıyorum bilemiyorum ama filmin senaryosuyla Türkiye'nin ve Ortadoğu'nun özellikle de son dönemdeki gündemi arasında inanılmaz paralellikler gözlemledim. Öyle ki, konuya yabancı gündeme yakın bir izleyici, senaryonun neredeyse doğrudan Türkiye'yi ve Ortadoğu'da yaşanan süreçleri analiz ettiğini zannedebilir diye dahi düşündüm. Bu nedenle de Ertuğrul Özkök'ün ve Amerikalı arkadaşlarının iddialarını şimdilik bu filmden hareketle ele almayı tercih ettim.

Filmin “ana tema”sı, insan. Daha da ötesi insan ile politiko-ekonomik sistem ilişkisi. Bir tarafta sıradan insanın korkusu, öfkesi, nefreti, ıstırabı, açgözlülüğü ve hırsı, aşkı ve bağlılığı. Diğer yanda ise “gücün” aydınlık ve karanlık tarafları arasındaki acımasız ve yıpratıcı, yok edici iktidar savaşları...Lucas, bu karmaşık evreni, “episode”lar boyunca Sith ile Jedi karakterleri arasındaki çatışmalar çerçevesinde şöyle analiz eder: Sith, “Gücün Karanlık Tarafı”nda yer alandır. Her şeyi kendi çıkarına yontma anlamında açgözlü bir “zübük”tür. Son derece “kurnaz”dır, “sinsi”dir. Bütün varlığıyla gündelik politikanın merkezinde ve saf iktidarın peşindedir. İçe dönük, her şeyi kendi amacı için ve gücünü artırmak için kullanılacak nesnelerden ibaret görür. Bütünüyle egoist ve açgözlüdür. Dünya görüşü mutlak derecede ötekileştirici bir sloganda dile gelir: “Ya benimlesindir, ya da düşman!” “Ötekileştirdiği” insanlara ve halka bütün varlığıyla yabancı... Tek amacı ne pahasına olursa olsun iktidarı ele geçirmek... Sonra da bu gücü kullanarak demokrasiyi ve Cumhuriyeti feshedip bir Galaktik İmparatorluk kurmak... Kendisini de imparator yani “diktatör” ilan etmek... Bu amaçla her yolu mübah görür, savaşlar çıkarır, sistemi ve insanları terörize eder. Karanlık amaçlarına ulaşma yolunda Cumhuriyet'i kendinden menkul ve hak tanımayan bir “davaya”, adeta bir “silaha”, her şeyi kesip biçebilecek bir “usturaya” indirger. Bütün konuşmalarında ne olduğu mevhum bir Cumhuriyet'i dava edinir ve Cumhuriyet'e (davaya) bağlılığı yüceltir... Savaşı sonlandırma argümanıyla ele geçirdiği iktidarını ve yetkilerini kötüye kullanmasına itiraz edenleri, muhalif olanları Cumhuriyet'e (davaya) ihanet etmekle yaftalar ve infaz eder. Yargısız infazların ve fail-i meçhul işlerin uzmanıdır. Korkunun, dolayısıyla öfkenin, dolayısıyla nefretin, dolayısıyla ıstırabın baskısı altında hiçleşmiş, kaybolmuş ruhları kendi amaçları için sonuna kadar kullandıktan sonra posalarını çöp kutularına atıverir. Gücü ele geçirdiğini hissettiği anda emrindeki militerler dışında kalan herkesle, sivil olan her şeyle bağını koparıverir. Kendi amaçlarına hizmet edenler dahil, ittifak ettiği ve iktidarına ortak olabileceğini sezdiği herkesi acımasızca yok eder. Açgözlü Sith'in, yani Gücün Karanlık Tarafı'nın insanlara verebileceği tek şey “korkudur, öfkedir, nefrettir, ızdırabtır, sefalettir, ölümdür, yıkımdır, tükeniş”tir.

Sith'e mukabil Jedi, “Gücün Aydınlık Tarafı”nda yer alır. “Kurnaz” değil, “akıllı”dır. Sinsi değil açıkyüreklidir. Bütünüyle dışa dönüktür, diğergamdır, gündelik politikanın ve iktidar çatışmalarının ötesindedir. Tam bir hizmet insanıdır. Her tür iktidar ve ihtiyaç karşısında özgürdür... Her tür yapay bağlılıktan arınmıştır. Duygusal dünyasındaki dalgalanmaların ve hırslarının aklını perdelemesine izin vermez. Korkusuzdur. Dolayısıyla öfkesizdir, nefretsizdir, ızdırapsızdır. “An”ı yaşar ve “yaşayan güce” saygı duyar. Kendini görevini yapmaktan engelleyebilecek her şeye uzaktır... Bu nedenle kendisi için değil, hep başkalarının hakları ve hakikat için mücadele eder... Kimseyi ötekileştirmez... En çetin mücadelelerde dahi herkesin, suçluların ve düşmanların dahi temel hak ve özgürlüklerine saygı duyar... Yargısız infaz ve fail-i meçhul iş yapmaz... Kimseye iftira etmez... Yalan söylemez... “Güvenilir”dir... Kısa dönemde Sith karşısındaki en büyük zaafı ve uzun dönemdeki “en büyük gücü”, güvenilir (emin) olmasıdır... Bütün varlığıyla, hayatı pahasına “Demokratik Cumhuriyet”in safında yer alır... Jedilerın alt edilebilmesinin yegane yolu, herhangi bir nedenle duygularının, korkularının ve hırslarının etkisinde kalarak ihanet edebilecek defolu birinin yanlışlıkla “Jedi” yapılmasıdır. Nitekim senaryoda böyle birinin ihaneti, neredeyse Jedi'ların sonunu getirmiştir...

SİTH Mİ JEDİ Mİ?

George Lucas, Star Wars'ta, Sith'in “karanlık gücü”ne karşı, Jedi'ın “aydınlık gücü”nü yüceltir. Sith'in “karanlık gücü”nün, kısa dönemde başarılı görünse de uzun dönemde Jedi'ın “aydınlık gücü”yle başa çıkamayacağını anlatır. Uzun dönem'de “gücün keyfî kullanımına dayalı diktatörlüklerin” değil, “gücün hak için kullanıldığı demokrasilerin” üstün geleceğini vurgular. Sith ve Jedi tipolojileri arasındaki bu çatışma, bir “politiko-ekonomik sistem” ölçeğinde olduğu gibi tüm “politik örgütler” içindeki iktidar mücadelelerini kavramada da son derece açıklayıcıdır. Bu karşıt tipolojiler arasındaki çelişki ve çatışmalar, daha da ötesi mensuplarının “sithleşme” ihtimali, her “politiko-ekonomik sistemin, her örgütün” sürdürülebilirliği önündeki en büyük ve en tehditkar rizikodur. Öyle ki, bu rizikonun yönetilmesi ve “sithleşme”nin önlenmesi, sistemin/örgütün temel sorunudur denilebilir. Bu anlamda politik örgütlerin demokratikleşmesi, “baba, başbuğ, gandi” lakaplarıyla yüceltilmeye çalışılan bir liderin karizmasına bağımlılıktan arındırılması, yaşama güçlerinin artırılması ve sürdürülebilirlik açısından büyük önem taşımaktadır. Politiko-ekonomik sistem/örgüt içinde demokrasinin sağlanamadığı durumlarda, sistem/örgüt içine çöreklenen, sonrasında hasbelkader ele geçirdiği gücü kaybedebileceği korkusuyla yaşayan, açgözlülüğü ve korkusu nedeniyle gücün karanlık tarafına meyleden hak ve hukuk tanımaz dalkavuklar, sistem/örgüt politikaları üzerinde söz sahibi olan iktidar odaklarına yanaşarak, türlü entrika ve dalaverelerle, yalan ve iftiralarla etkinlik kazanmaya, milletvekili ya da bürokrat olmaya, rant devşirmeye çabalayacak; kendi amaçlarına hizmet etmeyenleri ise tehdit olarak algılayıp bertaraf etmek için her tür zulme başvurabilecektir.

Buna karşılık, politik ekonomik sistem ve özellikle de politik örgüt içi demokrasi sağlandığında, milletvekillerinin üç kereden fazla seçilemeyeceği tescil edildiğinde, birilerinin sistem/örgüt içine çöreklenme, gücü ele geçirme, gücün karanlık tarafına meyletme, hak ve hukuk tanımaksızın zulüm yapma, statüsünü kullanarak rant devşirme imkanı da azalacaktır. Bir diğer ifadeyle demokrasi, “Gücün Karanlık Tarafı”nın hem politiko-ekonomik sistemden hem de politik örgütlerden tasfiye edilmesinin yegâne güvencesidir. Bu, yani “güç”ün “keyfiyet”e karşı “sivil hak ve özgürlükler”i, “dikta”ya karşı “demokrasi”yi savunanların elinde olması, politiko-ekonomik sistem için de politik örgütler için de daha sürdürülebilir bir seçenektir. Bu çerçevede, “militer”e karşı “sivil”in, otoriter eğilimlere karşı demokrasinin, keyfiyete karşı sivil hak ve özgürlüklerin, yalana ve sinsiliğe karşı hakikatin ve açıkyürekliliğin safında yer alan; silahların gölgesinden yılmayan, kendi şahsı konusunda korku-nefret-öfke-ızdırap tanımayan, sadece haksızlık ve zulüm karşısında sesini yükselterek tavrını koyan Jedi karakterinin Türkiye'de hangi politikacıyı daha çok temsil ettiğini de, her zaman olduğu gibi doğal olarak kamuoyu takdir edecektir.

* Prof. Dr. Çukurova Üniversitesi Öğretim Üyesi


12 yıl önce