|

Farkındalığın yitirilmesi

Müslümanlar olarak kendimizi geleneğin kısıtlayıcı ufku içerisinde konumlandırdığımız için, yorgun/bitkin, etkisiz, çöküntüye uğramış inançlarla hayatımızı sürdürüyoruz. Bir yanda geleneğin kısıtlayıcı ufku, bir diğer yanda da fiziksel-matematiksel aklın hayatı insanilikten çıkaran, her şeyi nicelikselleştiren etkisi, bizleri varoluşumuzun/hayatımızın mimarisini oluşturacak olan canlı/hareketli/üretken inançlardan uzaklaştırıyor.

Yeni Şafak
04:00 - 2/03/2015 Pazartesi
Güncelleme: 21:51 - 1/03/2015 Pazar
Diğer
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
ATASOY MÜFTÜOĞLU
İslami referanslarımızın bölünmesi, parçalanması ve gerçek hayatta kullanılmaması sebebiyle, İslami bütünü temsil etme yeteneğimizi kaybettik. İslami referanslarımızı kaybettiğimiz için, kendi zamanımızı, kendi referanslarımızla kültürel ve siyasal olarak yaşayamıyoruz. Kendi toplumlarımızda kültürel ve siyasal olarak yaşayamıyoruz. Kendi toplumlarımızda kültürel ve siyasal olarak yaşayamıyoruz. Kendi toplumlarımızda kültürel olarak yerinden edilmiş, zihinsel sürgünlere mahkum edilmiş halklar olarak yaşamaya devam ediyoruz. Bu nedenledir ki, inançlarımızla hayatlarımız arasındaki çatışmalar derinleşerek sürüyor. İslami tercihlerimiz, duruşumuz, tevhidi bir bilinci yansıtmıyor, içermiyor. Nostaljik ideallerimiz sebebiyle, sorumluluk sokağına çıkmıyoruz.

Toplumlarımız, kültürlerimiz, medeniyet birikimimiz, yapılarımız yakıp yıkılırken, tarumar edilirken, bizler hayali umutlardan, eski saltanat ve ihtişam günlerinden söz edebiliyor, ölümcül yanılsamalar, ölümcül kayıtsızlıklar biriktiriyoruz. Müslümanlar olarak kendimizi çok özel dünyalara hapsettiğimiz için, özel alanlarla ilgili bir dil kullanıyor, kamusal dünyalardan ve sorumluluklardan uzaklaşıyoruz. Hayatlarımız büyük ölçüde pragmatikmülahazalar şekillendiriyor. 

ÇÜRÜME-KOKUŞMA SÜRECİ

Adalet ve hakkaniyet duygusunun her tür çıkar mülahazasının, siyasal/ulusal/mezhep mülahazalarının üzerinde tutulması gerektiğini dikkate almıyoruz. Kendi önyargılarımızı, bencilliklerimizi, başkalarına dayatmanın bir saldırganlık biçimi olabileceğini düşünmüyoruz. Pragmatik mülahazaların belirleyici olduğu bir dünyada, temel önceliklerin, İslami önceliklerin yeri değişiyor.

Toplumun refah ve istikrarı adına, ahlaki önceliklerden vazgeçilebiliyor. Kendi bencil dünyalarına kapanan ve çıkarlarını kutsallaştıranların evrensel anlam ve öncelikleri temsil etmeleri beklenemez. Kendi çıkarlarına ve bencilliklerine kapanan ve bunları öncelikli hale getirenler, konjonktürel olgulara boyun eğerler. Yalnızca büyük sayıların ilgisini ve gönlünü kazanmak zorunda olduklarına inanan demokrasiler, her tür yozlaşmaya, bayağılaşmaya, ahlaksızlığa katlanırlar. Hiçbir demokrasi toplumsal yozlaşma/bayağılaşma/çürüme karşısında eleştirel bir tavır alamaz, direnemez.

 Demokrasiler bütün bu çürüme/kokuşma süreçlerine tahammül ederler. Demokrasilerde, kitleler, kitle kültürünün, kültürsüzlüğüyle bütünleşirler. Kitle kültürleri toplumları sıradanlaştırır, sürü haline dönüştürür. Bu tür toplumlarda/kültürlerde bireyler, kendi akıllarıyla/bilinçleriyle/düşünceleriyle ayakta kalma mücadelesi vermekte zorlanırlar. Sıradışı/bağımsız/eleştirel bir kişi olmak, büyük cesaret sahibi olmayı zorunlu kılar.

MODERN SEKÜLER DÜNYA GÖRÜŞÜ

Bireylerin, kendi akıl/bilinç/düşünceleriyle var olmaları, var olmaya çalışmaları onların bencil olmalarıyla ilgili olmayıp, kişinin bağımsız düşünme yeteneğine sahip olmasıyla ilgilidir. Kişilerin kendi bilinciyle var olması, başkalarının da kendi bilinciyle var olması inancını taşıması halinde bir anlam taşır. Sahih bir biçimde yaşamak, medeni olmakla, medeni olmak da, birlikte olmakla mümkün olabilir. İnsani varoluş, evrensel boyutu olan bir varoluş olduğu için, parçalara bölünemez. Evrensel boyutu olan bir varoluşu, dogmatik/ideolojik/ırkçı karşıtlıklara hapsetmek her durumda adaletsizliklere yol açar.

Modern-seküler dünya görüşü, varoluşun ve hayatın parçalanmasına neden olduğu için, anlam ve değer bütünlükleri de paramparça oldu. Kitlesel teknolojik değişim, ahlaki yıkımları çoğaltarak bugün de devam ediyor. Modern/seküler zamanlarda Müslümanlar olarak İslami bütünü temsil eden bir dil/duyarlık/yöntem/bilinç/tasavvur oluşturamadığımız için, aklımıza hasar veren geleneksel bağlılık ve bağımlılık biçimlerine kapandık. İçerik üreten, üretmesi gereken özne’nin yerine, taklit eden, bağımlı nesneler geçince, çöküş kaçınılmaz hale geldi.

KAVRAMLAR ŞEKİLLENDİRİYOR

Bağımlı nesneler hiçbir zaman, içerisinde yaşadıkları dünyayı/tarihi/olayları anlama ihtiyacı duymazlar. Bağımlı nesneler her zaman duygusal bir iklimde yaşarlar, romantik yorumları tüketirler, haksız ve meşru olmayan şöhretlerin peşinde sürüklenirler. Bağımlı nesneler hiçbir durumda, hiçbir şeklide zihinsel bütünlüğe, tamamlanmışlığa sahip olamazlar. Bağımlı nesneler, her toplumda, taşralı tavırlarla bütünleşirler. Geleneksel bağlılık ve bağımlılık biçimleri farkındalıkların yitirilmesiyle sonuçlanır. 

Geleneksel bağlılık ve bağımlılık biçimleri sebebiyle bugün, İslami anlamda ortak bir politik düzen fikrini konuşamıyor, gündeme getiremiyoruz. Ulus-devletler, milliyetçilikler ve mezhepçilikler sebebiyle ortak İslam mekânına sahip olamadığımız gibi, İslam tarihini ve medeniyetini de kesintiye uğratıyoruz. Müslüman halklar, ulus-devletler, milliyetçilikler ve mezhepçilikler nedeniyle birlikte hareket edemiyor. Hayatlarımızı Kuzey Atlantik dünyasını ilgilendiren öyküler/kavramlar/kavramsallaştırmalar/yapılar şekillendiriyor.

UFUKLAR DARALIYOR

Koşullara göre kendisini biçimlendiren, konumlandıran ve meşrulaştıran bir düşünce dünyası, hiçbir şekilde kendisini aşamaz. Hayali umutlar içerisinde yaşamak, gerçeğin dünyasına yabancılaşarak, yani tarihe yabancılaşarak yaşamak demektir. Hayali umutlar içerisinde yaşamak tarihsel akıl’dan, hayati akıl’dan yoksun olarak yaşamak demektir. Hayali umutlar içerisinde yaşamak tarihsel akıl’dan, hayati akıl’dan yoksun olarak yaşamak demektir. Hayali umutlar içeresinde yaşamak, hayal kırıklıkları biriktirerek yaşamak demektir. Hayali umutlarımız, kendimizi yanlış gördüğümüzü, yanlış anladığımızı, yanlış yerde konumlandırdığımızı gösterir. 

Müslümanlar olarak kendimizi geleneğin kısıtlayıcı ufku içerisinde konumlandırdığımız için, yorgun/bitkin, etkisiz, çöküntüye uğramış inançlarla hayatımızı sürdürüyoruz. Bir yanda geleneğin kısıtlayıcı ufku, bir diğer yanda da fiziksel-matematiksel aklın hayatı insanilikten çıkaran, her şeyi nicelikselleştiren etkisi, bizleri varoluşumuzun/hayatımızın mimarisini oluşturacak olan canlı/hareketli/üretken inançlardan uzaklaştırıyor.
#İslami referanslarımız
#Nostaljik ideallerimiz
#Pragmatik
9 yıl önce