|

Filistin meselesinde Türkiye''nin pozisyonu

Ortada ciddi anlamda kronik sorun arzeden bir Birleşmiş Milletler düzeni ve ''uygun şartların hukukî anlamda ortaya çıkmasını zorlama gayretlerle sağlayan'' çarpık uluslararası mekanizmalar söz konusudur. İsrail''i adeta kollayan hem siyasî/ekonomik hem de askerî üstünlüğü bulunan güçlü dünya devletlerini de dikkate almak gerekmektedir. Bu global vesayet sistemini dikkate almayan bir değerlendirme eksik kalmış olacaktır kuşkusuz.

Erkut Ayvazoğlu
00:00 - 26/08/2014 Salı
Güncelleme: 23:22 - 25/08/2014 Pazartesi
Yeni Şafak
Filistin meselesinde Türkiye''nin pozisyonu
Filistin meselesinde Türkiye''nin pozisyonu

Saygıdeğer tarihçi Prof. Dr. Vahdettin İnce''nin geçtiğimiz haftalarda Star Gazetesi – Açık Görüş eki''nde yayınlanmış olan yazısını ilgiyle okudum. Yazıda İsrail devletinin son Gazze saldırı ve katliamlarında da görüleceği üzere yıllardır süregelen bir ''hedef küçültme taktiği''ni benimsediğini ve bunu maalesef oldukça başarılı bir şekilde sürdürebildiğini enteresan örneklerle gözler önüne sermektedir: ''İsrail, hem askeri hem siyasal mücadelede ''hedef küçültme'' taktiğini kusursuz bir şekilde uygulayan bir organizasyonun adıdır.'' Buna göre, İsrail kurulduğundan bu yana, ''İslam alemi'' gibi büyük ve tehlike arz edebilecek unsurları kolektif olarak karşısına almak yerine, ilk önce İslam alemine nispeten daha az tehlike potansiyeli taşıyan Arap alemini, 1973 sonrası ''Filistin hareketini'' ve en nihayetinde bugün Filistin''in sadece bir parçası konumunda olan Gazze''de bir siyasal hareket olan Hamas''ı hedef alarak daha etkili bir yol seçtiğini söylemektedir Prof. Dr. İnce: ''Önce koskoca bir İslam alemini, sonra anlı şanlı Arap alemini tereyağından kıl çeker gibi denklem dışına itmek ve bütün sosyoloji ve tarihsel teorileri alt üst edecek şekilde kendini kabul ettirmek kolay iş değildir. İslam alemi-İsrail, Arap alemi-İsrail, Filistin-İsrail, Hamas-İsrail ve sonunda yalnız İsrail. Sizce de müthiş bir başarı öyküsü değil mi?''

Sayın İnce''nin yazısındaki ana vurgu da oldukça ilgi çekicidir: ''Bugün Gazze''de yürütülen savaş ise, artık Gazze-İsrail savaşı değildir. Hamas-İsrail savaşıdır. Medyada İsrail''in Hamas hedeflerini vurmasından, Hamas direnişçilerinin evlerinin, otomobillerinin bombalanmasından söz ediliyor bu yüzden. ... Gazze''yi de hedef olarak görmediğini, savaşı Hamas-İsrail eksenine yıkmayı amaçladığını gösteriyor. O kadar ki en az Hamas kadar güçlü bir direniş sergileyen İslami Cihad hareketi bile telaffuz edilmiyor. Bunun bir sonraki aşaması küçültülen hedefin yok edilmesidir. Hedef küçüldükçe İsrail hep büyüdü. Hamas''ın yok edilmesi ise İsrail''in büyük zaferini ilan etmesi anlamına gelecek.''

''İslam aleminin'' İsrail devletini de maalesef küçümsediğini ve bundan istifade ederek yine İsrail''in kendi varlığını kalıcı hale getirmek için kaçınılmaz olarak büyük hedeflere yöneleceğini iddia etmektedir sayın İnce ve ''bu yüzden bölünmüşlüğün kıskacındaki her birimiz artık hedefiz ve biz bunu kavramanın çok uzağındayız'' diyerek yazısına oldukça karamsar bir noktada nihayet vermektedir.

HAMAS-EL FETİH BİRLİĞİ

Ne yazık ki saygıdeğer Prof. İnce''nin ifade ettiği mevcut şartların farkındalık durumunu ve İsrail''in bu taktiğini kasıtlı ve bilinçli bir şekilde uyguladığını ve tüm bunlara ilaveten hedef büyütüp daha da başarılı olabileceği ihtimaline pek katılmıyorum. Kanâatimce, İsrail''in artık uzun vadede başarılı olamayacağını bildiği için başta mevcut Hamas-El Fetih birliğini ve bu ittihadın arkasında duran Orta Doğu''nun Türkiye önderliğindeki dönüşüm ruhunu çaresizce şiddet kullanarak bir nebze olsun def etmeyi ve ertelemeyi hedeflediğini düşünüyor, İsrail''i de küçümsemeden ''meselenin ta baştan beri kurgulandığına'' da katılamıyorum.

Öncelikle günümüz şartlarındaki İsrail''in eskiye oranla bugünkü kısmî dezavantajına gözatmak gerekmektedir. İsrail''in uyguladığı kanlı şiddet ve kolektif cezalandırma yöntemini bugün değil İslâm dünyası, vicdanlı tüm dünya halkları gerek yerel gerek sosyal medya yoluyla etkili bir şekilde eleştirebilmektedir ve bu durum ''kayıt altındadır''. Gerekli olan hassasiyet Batılı veya İslam dünyası liderleri/diktatörleri tarafından gösterilmezken, söz konusu dünya halkları bu dayanışma çağrılarını gür bir sesle haykırabilmektedirler -şimdilik- bir siyasal karşılığı olmamasına rağmen. Geçmişte örneğin birinci İntifada dönemindeki bazı (mesela Türkiye merkezli) medya araçlarının insanlara sunduğu radyo veya TV görüntüleri eşliğindeki soğuk yorumlar ile yetinilirken, bugün sınırları daha kolay aşan alternatifler artmış durumdadır. Üstüne üstün kitleler ''kendi seslerini de'' artık dünya gündemine sosyal medya olanaklarıyla taşıyabilmektedirler. Bu ''nimet'', kontrol edilebilirliği zor olan büyük bir güçtür şüphesiz. Ortada siyasî mekanizmalar nezdinde –Vahdettin hocanın da ifade ettiği gibi– görsel bir siyasî bölünmüşlükten nispeten söz edilebilir belki, fakat global bir (İslamî) birlikteliğin 2014 yılında daha kolay ve hızlı sağlanabildiği de dikkatlerden kaçmamalıdır, zira bu kitleselleşme araçları siyasal hareket ve kitlelerin –doğru kullanılabildiği takdirde– en etkili konsolidasyon araçları oldukları açıktır. 2010 sonunda Arap dünyasında başlayan olaylardan bu yana daha da belirginleşmiş olan ve son Gazze saldırılarında da görüldüğü üzere sosyal medya denilen kavramın günümüz şartlarındaki etkisini bir kez daha görmüş bulunuyoruz. Bir çok internet platformu çığ gibi yayılan İsrail karşıtı eleştiriler karşısında çaresiz bir şekilde isyan bayrağını çekmiş durumdadır. Örneğin Alman gazete ve haber sitelerinin bile toplumdan gelen ''Alman medyası İsrail yanlısı tek taraflı haberler dayatıyor'' eleştirilerine rest olarak sosyal medyadaki yorumları ve ilgili profilleri dahi silme/şikayet etme kararına şahit olundu son günlerde. Bu tavır dahi, İsrail yanlısı Alman merkez medyasının aciz tutumunun dışavurumudur mesela.

GLOBAL VESAYET DÜZENİ

Dikkat çekilmesi gereken bir başka husus ise, İsrail''in 1948 sonrası tüm ''başarılarını'' sadece İsrail devletine mâl etme yanılgısıdır. Evet, yüzeysel bakıldığında İsrail 1948''den bu yana (İslam alemine değil, diktatorya, nasyonalizm, sekülarizm, sosyalizm ve bir çok radikalizme meyletmiş) ''Arap alemine'' karşı giriştiği dört resmî savaştan (Mısır tarafından başarı olarak kabul edilen 1973 Savaşı dahil!) ve nice çatışmalardan tek başına çıkmış izlenimi vermiştir. Fakat burada unutulmaması gerekmektedir ki, ortada ciddi anlamda kronik sorun arzeden bir Birleşmiş Milletler düzeni ve ''uygun şartların hukukî anlamda ortaya çıkmasını zorlama gayretlerle sağlayan'' çarpık uluslararası mekanizmalar söz konusudur. İsrail''i adeta kollayan hem siyasî/ekonomik hem de askerî üstünlüğü bulunan güçlü dünya devletlerini de dikkate almak gerekmektedir. Bu global vesayet sistemini dikkate almayan bir değerlendirme eksik kalmış olacaktır kuşkusuz.

Buna rağmen, Türkiye Cumhuriyeti hükûmetleri tarafından özellikle son yıllarda daha gür bir sesle eleştirilmeye cür''et edilen başta BM Güvenlik Konseyi (BMGK) ve beş daimi üye çarpıklığı, son Gazze saldırılarında da görüldüğü üzere –Türkiye''nin füze savunma sistemini NATO''nun tüm tehdit ve ''uyarılarına'' rağmen hâlâ almakta ısrarlı olduğu– Çin devletinin diğer Batılı BMGK üye ülkelerinin Gazze konusundaki tutumunu eleştirmesiyle de tekrar gündeme gelmiştir. Gazze''deki mevcut kıyıma yönelik net eleştiri getiren tek BMGK daimi üyesi Çin''in bu tutumu ilerleyen yıllarda daha da artacak olan bir BMGK çatlağının sadece bir güncel işaretidir. Ki bu durum elbette Türkiye ve benzeri ülkelerin lehinedir.

10 yıl önce