|

Konjonktürle hesaplaşmak

Yeni Şafak
04:00 - 2/02/2015 Pazartesi
Güncelleme: 21:18 - 1/02/2015 Pazar
Diğer
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
ATASOY MÜFTÜOĞLU 

 


Kendi varoluşlarını bağımsız bir biçimde üstlenemeyenler; başkaları sayesinde, başkalarının himayesi altında hayatta kalırlar. Başkalarına bağımlı olmak demek, hiçbir zaman yetişkin-reşit-özne olmamak demektir. Bizler, Müslümanlar olarak, kültürel anlamda, siyasal anlamda varoluş koşullarını değiştirebilecek bir güce, bilince, umuda ve yeteneğe sahip olamadığımız için, çok istikrarsız ve çok muğlak bir İslami dil kullanıyoruz. İlahi hakikatin, mutlak hakikatin; bugün göreceli düşüncelerin, yorum ve yaklaşımların keyfiliklerine maruz kaldığını göremiyoruz. Mutlak hakikat alanından uzaklaştığımız için, herkes, İslam’ın kısmi bir boyutu üzerinde çalışıyor, İslam’ı bu kısmi boyuttan ibaret sayıyor.


Her mezhebin, her cemaatin, her etnik topluluğun kendi yorumunu sorumsuzca mutlaklaştırabildiğin bir başıboşluk içerisinde yaşıyoruz. Farklı bir bakış açısına geçit vermeyen militan/faşizan bağnazlıklar çoğalıyor, derinleşiyor. Bu bağnazlıklar sebebiyle, Müslümanlar olarak medeni bir aile olmaktan, kültürel bir aile olmaktan, İslami bir aile olmaktan çıkıyoruz. Bencilliklerimiz sebebiyle birlikte hareket edemiyor, birlikte düşünemiyor, birlikte hissetmiyoruz. Her bencillik, pek çok mahrumiyete neden oluyor. Seküler kesimler, liberal kesimler, İslam’a, Müslümanlara yabancı bir gerçeklik gibi yaklaşıyor. Her yerde, tek boyutlu, kısır ve bağnaz aynılaşmalar yaşanıyor. Her aynılaşma bizleri kuşatıcı, kapsayıcı ufuklara yabancılaştırıyor.

Zayıf kişilikler, güçsüz toplumlar

Dışarıdan dayatılan ideolojik klişelerle, sloganlarla, kalıplarla, insanlığımızı gerçekleştiremiyoruz. Maddi uygarlığa özgü hayat tarzı, insani yanımızı çürütüyor. İslam dünyası toplumlarında, Müslümanların ulus-devletlerle uzlaşması, ilgili devletlerdeki, hakim etnik unsurlarla, dolayısıyla da milliyetçiliklerle de uzlaşması sonucunu doğurmuş, bu sonuç Müslümanları ümmet için çaba harcamaktan alıkoymuştur. Kişisel inançlar, kişisel ibaretlerle sınırlı din algısı sebebiyle bugün, toplumsal/siyasal kimlikleri/alanları/faaliyetleri ulus-devlet belirliyor. 

Müslümanların maruz kaldıkları ağır yenilgiler, aşağılanmalar, yıkımlar, yönsüzlükler hepimizi büyük bir kültür/bilinç krizi ile karşı karşıya getirmiştir. Bu krizle ilgili köklü sorgulamalar yaptığımızı söyleyemeyiz. Bunun içindir ki, bugün, sapkın akımların nereden ve nasıl zuhur ettiklerini anlamakta zorluk çekiyoruz. Sözünü ettiğimiz akımlar, farklı bir duyarlılığa, yaklaşıma izin vermeyen türdeş/katı/barbar bütünlükler oluşturabiliyor. Bir diğer yanda, sömürgeci antropoloji, halen, kendi kültürünü üstün görürken, İslam kültürünü nevrotik olarak damgalamaya devam edebiliyor. İslam toplumlarında, dini hayatın düşünce hayatının bugün karşı karşıya bulunduğumuz nevrotik tezahürlerle ilgili ikna edici çalışmalar yapması gerekir.

Pek çok hayati tartışmaya her zaman çok geç kalıyoruz. Geç kalmak, statükolarla/statükocularla birlikte hareket ediyor olmamızdan kaynaklanıyor. Zayıf kişilikler, güçsüz toplumlar/güçsüz kültürler, statükolara rağmen hareket edemezler. Her tür direnme yeteneğinin, güçlü kişiliklerle, bağımsız kişiliklerle çok yakın ilişkisi vardır. Nasıl bir dünyada, nasıl bir bölgede, nasıl bir toplumda ve hangi şartlar içerisinde yaşamakta olduğumuza dair bilinçli ve güçlü bir farkındalık oluşturamadığımız takdirde, zihinsel bir uçurumun içerisinde yalıtılmış olarak yaşamaya devam edeceğiz.

İslami bilinç yerine mezhep bilinci

Tarihsel konjonktür doğrultusunda düşündüğümüz, tercihler yaptığımız, bu doğrultuda yöntemler belirlediğimiz için, merkezi değer sistemimizden, bu değer sistemine dayalı ufuktan ve bilinçten ayrıldık. Merkezi değer sistemimizden ayrıldığımız için, hiçbir konuda, hiçbir durumla ilgili nihai yanıtlarımız yok. Toplumlarımızda ontolojik anlamda bir yön değişimi yaşanıyor.

Tarihsel konjonktür ile uzlaşmak demek, nihai anlamda kaybetmek demektir. Her tür dejenerasyon bu tür bir uzlaşma ile başlar. Konjonktürel davranışlar/kişiliklerin sıradanlaşması sebebiyle çevremizde sahici kişilikler, sahici davranışlar görmekte zorlanıyoruz. Bu durum tarihsel konjonktürle hesaplaşmak gibi bir niyet taşımadığımızı gösteriyor. Maruz kaldığımız küresel kültürel işgaller, kültürel hafızamızı bütünüyle boşaltıyor. İslami bilincin yerini ne yazık ki, mezhep bilinci, ulus-devlet bilinci alıyor.

Geçmişi taklitte ısrar eden bir geleneğin baskısı altında yaşadığımız için, zamanı durdurduk. Geleneksel dini otoriteler nasıl düşünmemizi istiyorlarsa o yönde düşünüyoruz. Tek yanlı bilgiler alıyor, tek yanlı tercihler sergiliyoruz. Kim olurlarsa olsunlar, gerektiğinde otoriteleri sorgulayamamak, kölelikle ilgili bir durumdur.

Sermayenin çıkar ve ihtirasları

Yalnızlaşma, güçsüzleşme, marjinalleşme, aşağılanma ve her tür tehdide maruz kalma ötekileştirmeyle birlikte başlar. Ötekileştirilen bireyler, toplumlar, kültürler bir başka dünya görüşünü, bir başka hayat tarzını hayal edemez, tasavvur edemezler. Ötekileştirilen toplumlar/kültürler, düşünsel, kültürel, sosyal, siyasal, ekonomik gerçekliği dönüştürebilecek bilinç/irade ve yeteneklerden mahrum bırakılarak, hakim dünya görüşüyle ters düşme pahasına, ithal referans ve paradigmalarla uzlaşmaya, bunlarla birlikte yaşamaya ikna edilirler. Uzlaştığımız referanslar ve paradigmalar dünyanın, hayatın mahvına neden olan ırkçı ve ideolojik paradigmalardır. Sözünü ettiğimiz paradigmalar toplumlarımızı sermayenin çıkarları ve ihtirasları doğrultusunda şekillendirmeye çalışırlar. İslam toplumları bu paradigmaları etkisiz ve geçersiz kılabilecek bir dönüşüm yaşamadıkça umuttan söz edilemez.

Sadece uyumlu olmayı öğreten bir sistemin, geleneğin, kültürün, nesnesi olan toplumlar özgürleştirici stratejiler, özgürleştirici umutlar geliştiremezler. Geleneksel tarza, yaklaşıma, mirasa hapsolan kültürlerin özgürleşebilmeleri için, kendilerini yeniden üretmekten başka çareleri yoktur.
#Müslümanlar
#Seküler
#konjonktür
9 yıl önce
default-profile-img