|

Ortadoğu'daki 'büyük dönüşüm'ün ekonomi politiği

Türkiye ve Ortadoğu'daki darbe heveslileri şunu bilmeli ki, militer otokratik yönetimlere referans olabilecek kuramsal ve ampirik temeller çökmüştür. Kablosuz ağların ekonomik, sosyal ve politik hayatların bütün boyutlarını kuşattığı bir dünyada, Totaliter Otokrasi, hiçbir açıdan sürdürülebilir bir seçenek değildir.

Enver Alper Güvel
00:00 - 17/03/2011 Perşembe
Güncelleme: 22:54 - 16/03/2011 Çarşamba
Yeni Şafak
Ortadoğu'daki 'büyük dönüşüm'ün ekonomi politiği
Ortadoğu'daki 'büyük dönüşüm'ün ekonomi politiği

14 Şubat 2011 sabahı Bloomberg TV'de piyasaları izlerken bir yandan da bir piyasa analistinin, Mısır ve piyasalar üzerine yorumlarına kulak veriyorum. İşittiklerimin ana teması şöyle: “Piyasalar, demokrasiye bakmaz; siyasal istikrara bakar. Bu siyasal istikrarı kimin sağladığı, apoletli olup olmaması da önemli değildir. Asker de olabilir, sivil de! Mübarek sivildi de ne oldu? Mısır'da demokrasi vardı da ne oldu? Sonuçta asker darbe yaptı, siyasal istikrarı sağladı; piyasalar düzeltme sürecine girmeye başladı. Daha önce Mübarek'e yakınlaşmaya çabalayanlar şimdi de askeri yönetime yakınlaşarak işlerini yürütecekler. Ekonomik açıdan hiçbir değişiklik yok! Öyleyse, darbe korkusuyla asker fetişizmine girmek doğru değildir. Türkiye'de de Balyoz dolayısıyla verilen tutuklama kararı tekrar değerlendirmelidir.”

Öncelikle şunu belirtmek isterim: Mısır'da Mübarek'in devrildiği ve askerlerin yönetimi devraldığı andan itibaren birilerinin, askeri yönetimin ekonomik erdemleri üzerine düz mantık çıkarımlara gitmesini bekliyordum. Ancak bu hezeyanların peşrev faslının Bloomberg gibi ciddî bir kanal üzerinden dillendirilmesini garipsedim. Bu tür kısa ufuklu analistlerin, anlık fiyat değişmelerine odaklı day-trader miyopluğuyla siyaset-ekonomi etkileşimi üzerine ahkâm kesmeleri karşısında, olguların gerisindeki derin dalgayı anlamaya çabalayan bir politik ekonomi uzmanı olarak cevap hakkımı kullanmak istedim:

MISIR'DAKİ DEĞİŞİMİ OKUMAK

Kanaatimce, Mısır incelenmeden Ortadoğu'nun, Mübarek incelenmeden Mısır'ın 'büyük dönüşümü' doğru anlaşılamaz. Mısır'ın elli yılı üzerine online sörf yapabilecekler, Mübarek'in asker kökenli olduğunu, yanı başındaki Enver Sedat delik deşik edilirken yara dahi almadığını, göstermelik bir seçimle Cumhurbaşkanı seçildiğini, apoletini çıkarmasına rağmen sivilleşemediğini, Mısır'ı bir korku devletine çevirdiğini, sivil toplumun ve bağımsız muhalefetin oluşumuna izin vermediğini, Mısır'ın İsrail siyasetini tamamen değiştirdiğini, Mübarek'e İsrail'in ve Mareşal Tantavi'ye de Mübarek'in finosu dendiğini, halk yoksullaşırken hızla zenginleştiğini, kısa yoldan zenginleşmek isteyenlerin Mübarek'e yakınlaşmak için çırpındığını hemen göreceklerdir. Benzer yapısal özellikler, görünürdeki bazı dış politika ve günübirlik söylem farklılıklarına rağmen Tunus, Libya, Cezayir, Fas, Ürdün, Suriye, Yemen, Irak, Kuzey Irak vs. kök salmıştır. Bir yolla iktidarı ele geçirenlerin ekonomik kaynaklara da mutlak egemen olduğu bu totaliter rejimlerde gözlenen sistem, stagflasyonist patalojilerle malûl bir yandaş kapitalizmidir.

İktidar odaklı bu yapısal özellikler devam ettiği sürece, Mısır'da iktidarın Tantavi'ye devri, ya da diğer ülkelerde iktidar sahiplerinin değişmesi, sadece avatarın değişmesinden ibaret kalacaktır. Ortadoğu'da yaşananların daha sağlıklı bir analizini yapabilmek ve bölgenin geleceğini daha iyi kestirebilmek için, day traderların miyop gözlüğünü çıkarıp, uzun ufuklu ve kapsamlı bir bakış açısı sunan alternatif Uluslararası Politik Ekonomi Perspektifleri'ni referans almak daha aydınlatıcı olacaktır.

Literatürde Realist, Liberal ve Marksist olmak üzere üç temel uluslararası politik ekonomi perspektifi vardır: Bunlardan ilki, Realist Perspektif'tir. Realist Perspektif'in aktörleri, soyut-homojen- kollektif bir kategori olan uluslardır. Ulusun örgütlenmiş şekli varsayılan ulus devlet, içişlerinde tam bağımsız, dışişlerinde ise çatışma halindedir. Temel kaygısı, üniterlik ve güvenliktir. Amaç, üniterliğin ve güvenliğin minimum maliyetle maksimize edilmesidir. Bunun en kestirme yolu iç düşman, dış düşman tehditlerinden ve korkudan beslenmektir. Bu yönüyle Realist Perspektif, militaristtir. İçerde üniterliği garantilemek için ulus çıkarını yücelten Resmi İdeoloji kurgusu adına kamusal alanı genişletirken, sivil toplum alanını daraltır. Mübarek'in Mısır'ı, Zeynelabidin'in Tunus'u ve Kaddafi'nin Libya'sı ilh. bu tür merkeziyetçi ulus devletlerin tipik örneklerinden biridir. Birleşmiş Milletler de Realist Perspektife dayanan ve çatışma halinde olduğu öngörülen ulus devletleri toplayan bir üst çatıdır. Diplomasi de bu çatı altındaki ulus devletler arasında iletişim kurabilmek ve çatışma riskini minimize edebilmek amacıyla geliştirilmiş özel bir dildir. Büyük Ortadoğu Projesi de bu Realist Perspektif üzerine bina edilmiş, aktörleri ulus devletlerden oluşan, ulus devletlerin politik ve hukuksal tıkanıklıklarını açarak onları küreselleşme sürecine entegre etmeye yönelik palyatif önerilerden oluşan reformist bir projeksiyondur.

BAKIŞ AÇISI VE GELECEK İNŞASI

Liberal ve Marksist Perspektifler ise Realist Perspektif'e karşı ulusötesi, Mübarek tipi yöneticilerin militarizmine karşı da sivil özellikler taşır. Ancak bu iki ulusötesi perspektifin insana, topluma, ekonomiye, siyasete ve hukuka bakış açıları arasında büyük farklılıklar vardır: Marksist Perspektif'in aktörleri, yine ulus gibi soyut-homojen-kollektif bir kategori olan sosyal sınıflardır. Realist Perspektif gibi Marksist Perspektif de çatışma paradigmasına dayanır. Marksist Perspektif, tüm dünya işçilerini kapitalistlere karşı birleşmeye, ulusalcılıktan vazgeçmeye, enternasyonal bir sosyal sınıf dayanışmasına çağırır. Ancak, Realist ve Marksist Perspektifleri sentezleyerek çatışmayı emperyalistler ve anti-emperyalistler düzlemine kaydıran Marksist-Leninist ideolojiyle birlikte, çatışmanın tarafları yeniden ulus devletler haline gelmiştir. Ancak bu kez çatışma gelişmiş-kapitalist-sömürücü ve azgelişmiş-kapitalistleşememiş-sömürülen ulus devletler arasındadır. Böylece, Lenin'in etkisiyle, Marksist Perspektif, adeta Realist Perspektif'le aşılanarak ulusalcı bir içerik kazanmış; Üçüncü Dünya'nın hakim diline dönüşmüştür.

Günümüzde Türkiye dahil birçok ulus devletin iç ve dış siyasette Batı'ya karşı kullandığı dil, büyük ölçüde Marksist-Leninist ideolojinin ulusalcı-antiemperyalist dilidir. Öyle ki farklı politik görüşlere sahip siyasal partiler, MHP, CHP, SP, BDP ilh. bu dili kullanmada buluşmaktadır. Güncel politik tartışmalarda bu çatışmacı, ulusalcı ve antiemperyalist dile dayanan argümanların ve önermelerin rastgele kullanılması, popüler kültürde de kafa karışıklıklarına ve algı bozulmasına yol açmaktadır.

Liberal Perspektif ise çatışma paradigmasının aksine işbirliği paradigmasına, zorlayıcı topluma karşı mübadele toplumuna, kumandaya karşı sözleşmeye, planlanmış düzene karşı kendiliğinden düzene ve piyasanın koordinasyon gücüne dayanan sivil ve ulusötesi bir perspektiftir. Hızlanan küreselleşme süreci ve teknolojik ilerlemeler çerçevesinde Üçüncü Binyılın algılanmasında ve açıklanmasında diğer perspektiflerden üstün olduğu öngörülen Liberal Perspektif'in evreni, Piyasadır. Piyasa aktörleri ise ulus ya da sosyal sınıf gibi öngörülmüş eylemlerde bulunabilecek soyut-homojen-kollektif kategoriler değil; bütün farklılığı ve çeşitliliğiyle kendi eyleminin öznesi olan somut-heterojen-sıradan (vasat) birey'dir. Realist Perspektif'e dayanan yapay ulusal (hukuksal, politik, ekonomik) sınırların küresel refahı ve büyümeyi engelleyeceğini öngörür. Özetle, Realist Perspektif'in yan ürünü olan “yandaş kapitalizmi”nin reçetesi, Liberal Perspektif'tir; daha da ötesi, ulus devlet egemenlerinin elinin tamamen bağlandığı “anarko-kapitalizm”dir.

DEVRİMLERİ BAŞLATAN NEDEN

Bu çerçevede, Ortadoğu'daki Büyük Dönüşüm, Realist ve Marksist-Leninist Perspektifler'in kavramsal sınırları içinde kalındığı sürece yanlış algılanacaktır. Toplumun derinliklerinden gelen asıl talep, iktidarı ele geçirmeye odaklı total ulus ve sınıf ideolojilerinin algılama frekanslarının ötesindedir: Realist Perspektif'e ve ulus devletlere dayanan Birleşmiş Milletler'in ve Büyük Ortadoğu Projesi'nin bu özgürleşme sürecine yol açabilmesi, yön verebilmesi ve süreç üzerinde denetim kurabilmesi teorik olarak mümkün değildir.

Oysa, Totaliter Otokrasi, Ortadoğu'nun Büyük Dönüşümü'nü ateşleyen pratik ise, ekonomik ve teknolojik olgulara, küreselleşen dünyanın ve piyasa ekonomisinin gereklerine, artık şekillendiği ve ağırlık kazandığı görülen kentsoylu orta sınıfın beklentilerine daha da yabancıdır. Çağdaş dünyada, demokrasinin ekonomik açıdan da vazgeçilemez olduğu, otokratik rejimlerin çok daha düşük bir performansa sahip olduğu yönünde güçlü bir konsensus vardır. Türkiye'deki ve Ortadoğu'daki darbe heveslilerine, militer otokratik yönetimlere referans olabilecek kuramsal ve ampirik temeller çökmüştür. Kablosuz ağların ekonomik, sosyal ve politik hayatların bütün boyutlarını kuşattığı bir dünyada, Totaliter Otokrasi, hiçbir açıdan sürdürülebilir bir seçenek değildir.

DEMOKARASİ EKONOMİYİ GELİŞTİRİR

Asıl talep bu olduğundan dolayı da, İhvan-ı Müslimin dahil yıllardır yerleşik sistemin “zulmüyle” mücadele etme iddiasındaki muhalif yapıların “ideolojik referansları” yaşanan süreci açıklamada, yönlendirmede ve alternatif sunmada büyük acziyet yaşamaktadır. Bu acziyetin temel nedeni, yerleşik iktidarın totalitarizmine karşı muhalif hareketlerin, bu arada İhvan-ı Müslimin'in de totalitarizme kaymış olmalarıdır. Böylece, yerleşik iktidar sahiplerinin egemenliklerini pekiştirmede kullanabileceği düşman bir totaliter yapı, diğer renkleri ve “çoğulculuğu” tahrip eden bir siyah-beyaz dualitesi teşekkül ettirilmiştir. Ancak yerleşik iktidar sahiplerini tasfiye eden süreçte, totaliter muhalifler, isyan edenlerin taleplerinin kendilerinin iktidara gelmesi olmadığını son derece net bir şekilde görmüşlerdir. İslam adına da olsa, totaliter ideolojik referansların kentsoylu orta sınıfın siyasal ve ekonomik taleplerine cevap veremediği sürece kabul görmeyeceğini artık İhvan-ı Müslimin'in genç nesli de idrak etmiş görünmektedir. Tarık Ramazan, çağdaş tarihsel olgulara uygun bir yol haritasını belirlemeye çalışırken “demokrasi ve hukukun üstünlüğü” gibi kavramları öne çıkarmakta, alternatif bir model olarak 2000'li yıllarda yaşanan Türkiye ve AK Parti Deneyimi'ni anlamaya yönelmektedir.

Bu çerçevede, hasbelkader köşebaşlarını kapmış bazı analistlerinin, Mısır'ı day -traderların, iktidar sahiplerine yanaşarak nemalanmaya çabalayan kısa ufuklu işbitiricilerin miyop gözlüğüyle okuyarak, “Piyasalar demokrasiye bakmaz! Mısır'da apoletliler geldi ekonomi düzelmeye başladı! Artık Mısır'da askeri yönetime yandaş olma ve bizdeki Balyoz tutuklamalarını da yeniden düşünme zamanı! türünden önermeler geliştirmesi, eğer spekülatif amaçlara dayanmıyorsa ve kasıtlı değilse, dünyanın ve Ortadoğu'nun bugününü ve geleceğini şekillendiren derin güçleri kavrama noktasında tam bir cehalet ve basiretsizlik örneğidir. Demokrasi karşıtı olmanın ötesinde, çağdışılıktır; apaçık bir piyasa düşmanlığıdır. Bloomberg TV'nin piyasa analizlerinin güvenilir olabilmesi için en çok kaçınması gereken imaj da herhalde bu tür bir demokrasi ve piyasa karşıtlığıdır.

* Prof. Dr.; Çukurova Üniversitesi Öğretim Üyesi
13 yıl önce