|

Seçim sonrası bir okuma: Alevi çalıştayları ve AK Parti

2011 genel seçimlerinde Alevilerin yoğun olarak yaşadığı illere baktığımızda, AK Parti'nin almış olduğu oy oranı ve kazanmış olduğu milletvekili sayısı toplumsal gerçekliğin bir yansıması olarak gözler önüne çıkabilir.

Adem Palabıyık
00:00 - 3/07/2011 Pazar
Güncelleme: 01:26 - 3/07/2011 Pazar
Yeni Şafak
Seçim sonrası bir okuma:  Alevi çalıştayları ve AK
Seçim sonrası bir okuma: Alevi çalıştayları ve AK

Seçimler geride kaldı, siyasi partilerin bazı mezhep grupları üzerinden yaptığı siyaset de artık tükendi. Yapılan bu siyasetin başında da Aleviler geliyordu. Yıllardır oylarının büyük çoğunluğunu CHP'ye veren Alevilerin, bu seçimde de ne yapacağı oldukça önemliydi. Bir Türkiye mozaiği olan AK Parti, Alevi çalıştaylarıyla önemli adımlar atmıştı ama daha net adımların atılması ile alakalı olarak Alevi vatandaşlar önemli bir beklenti içerisinde, AK Parti'nin bunu iyi okuması ve cevap vermesi gerekiyor, çünkü aldığı yüzde ellilik oy oranı bunun en önemli belirtisi. Peki bu sonuçlara nasıl vardık, bunu analiz etmenin yolu ise şu:

2011 genel seçimlerinde Alevilerin yoğun olarak yaşadığı illere baktığımızda, AK Parti'nin almış olduğu oy oranı ve kazanmış olduğu milletvekili sayısı yukarıda bahsettiğimiz toplumsal gerçekliğin bir yansıması olarak gözler önüne çıkabilir. Alevilerin yoğun olarak yaşadığı iller şunlar: Çorum, Tokat, Tunceli, Eskişehir, Manisa, Hatay, Kahramanmaraş, Erzincan, Sivas ve Elazığ. Bu iller, Türkiye'de Alevi potansiyelinin çok geniş bir alanına hitap etmeyebilir, çünkü özellikle metropol şehirlere olan göçler bahsedilen tabloların esas belirleyicileridir. Bizim vurgulamak istediğimiz sosyolojik olgu ise bu illerin kemikleşmiş bir yapı teşkil etmeleridir. Alevi kimliğinin yoğun olarak hissedildiği bu illerde, AK Parti'ye verilen oy oranları yüksek görünmektedir. Alevilerin CHP ile Atatürk döneminde kurmuş oldukları bağların, AK Parti döneminin 2011 seçim sonuçlarıyla birlikte azaldığı söylenebilir.

TUNCELİ'DE CHP NEDEN KAZANDI?

Metropol şehirleri bir tarafa bırakırsak, yukarıda adı geçen illerde AK Parti ve CHP'nin almış olduğu milletvekili dağılımı şöyledir: Hatay: 5 AK Parti, 4 CHP; K. Maraş: 6 AK Parti, 1 CHP; Erzincan: 1 AK Parti, 1 CHP; Sivas: 4 AK Parti, 1 CHP; Çorum: 3 AK Parti, 1 CHP; Tokat: 3 AK Parti, 1 CHP; Tunceli: 2 CHP; Eskişehir: 3 AK Parti, 2 CHP; Ş. Urfa: 10 AK Parti, 2 Bağımsız; Malatya: 5 AK Parti, 1 CHP; Adıyaman: 4 AK Parti, 1 CHP; Bingöl: 2 AK Parti, 1 Bağımsız; Nevşehir: 3 AK Parti ve Manisa 5 AK Parti, 3 CHP milletvekili çıkarmıştır. Ayrıca seçimlerin zor geçtiği Adana, Balıkesir ve Mersin'de de yine AK Parti birinci sıradadır. Tunceli ili, bu iller arasında farklı bir sosyolojik gerçekliği barındırmaktadır, çünkü Tunceli de özellikle Kürt Alevilerin yoğun bir şekilde yaşadığı bilinmektedir ve bu da durumun ideolojikleştirilmesine sebep olabilir, Kılıçdaroğlu'nun Tunceli'li olması bir neden olabilir, CHP ile tarihsel bir bağa sahiptir Tunceli, aynı bir Stockholm Sendromu benzeri ve oradaki aşiret sistemlerinin önemli bir etkisi olabilir, Ferhat Tunç'un bağımsız aday olarak milletvekili olamadığı ve bunun üzerine CHP'nin seçim bürolarının taşlandığı göz önüne alınırsa, Tunceli de nasıl bir etnik-sosyolojik yapının olduğu da anlaşılabilir.

BDP'nin de istediğini alamaması ile alakalı olarak Ahmet Türk, şunları söylemiştir: “Aleviler'e önem veriyoruz. Ortak çalışmayı esas alan yaklaşımı gösterdik. Devletin Aleviler üzerinde sürdürdüğü politika çok açık ortaya çıkmadı. Her dönemde Aleviler aramızda. Ayırım yapmadık. Kılıçdaroğlu rüzgarından kaynaklanmıştır. Bunu tartışacağız”. Tunceli'ye bakıldığı zaman, BDP'nin bile istediğini orada alamamış olmasına rağmen, AK Parti'nin, Alevi nüfusunun yoğun olduğu diğer illere bakıldığı zaman iyi bir yolda olduğu aşikârdır. Yapılan Alevi Çalıştayları, Alevilerin sorunlarının anlaşılmasında, yukarıda da değinildiği gibi önemli açılımlar sağlamıştır ama bunun hızlı bir şekilde devam etmesi gerekmektedir. Demokratik Açılım içerisinde, Kürt açılımı ile birlikte sürdürülen Alevi Açılımlarının, Kürt açılımı gibi kilitlenmemesi de ayrıca sevindirici bir durumdur, bunun en büyük sebebinin ekonomik refah ve AK Partinin bir kitle ya da bir bölge partisi olmamasının da etkisi olduğu söylenebilir. AK Parti'nin Sünnilik ve Alevilik arasındaki demirden dağları eritebileceği, seçimlerin gayri resmi bir sonucu olarak anlaşılabilir.

ALEVİ ÇALIŞTAYINDAN BİR BÖLÜM

2010 Alevi Çalıştayı Nihai Raporu'nda şu ifadeler yer almaktadır: “Aleviler yekpare bir yapı özelliği taşımazlar. Türkmenler, Tahtacılar, Abdallar vs. gibi oldukça çeşitlenmiş yapılarıyla Aleviler ülkenin her yerinde aynı dil, söylem ve dünya görüşüne sahip olmayan bir çeşitliliğe sahiptirler. Politik duyarlılıklar etrafında çoğalan ilgileri, hızla, ortak ancak aceleci sayılabilecek bir çözüm paketinin oluşumuna yol açmıştır. Bu paket çoğu ezberlerden oluşan ve hem devlet hem de genel nüfusu oluşturan Sünniler hakkında gerçeklikle pek az teması olan kurgular üretmeye meyyaldir. Aynı durum “karşı taraflar” için de fazlasıyla geçerlidir. Esasen Aleviler arasındaki sorunlar salt kendi inisiyatifleriyle çözümlenecek durumda değildir. Topluluğun birlik ve beraberliğini sağlamak konusunda devletin önayak olması beklenmektedir”. Aleviliğin İslâm'ın dışında bir din, kültür ya da bağımsız bir inanç sistemi mi yoksa İslâm'ın içinde kendine özgü müstakil bir yol mu olduğu konusunda yol olmaya zorlanmaktadır” ifadesi de yer almaktadır. Aslında Alevilerin, dini tutum yerine ekonomik bir gelişme adına AK Parti'ye yakın durmaları en önemli faktör sayılabilir. AK Parti'nin Sünni misyonu, Alevilerin, AK Parti'ye oy vermelerinin önünde bir engel teşkil etmemektedir artık, bunu alınan sonuçlardan anlayabiliriz.

ALEVİLERİN TALEPLERİ

Bugün ise Alevilerin ısrarla üzerinde durduğu en önemli konu Zorunlu Din Dersi ve Diyanet İşleri Başkanlığı meselesidir. Lakin bu husus Sünni kesim için de oldukça önemlidir. Çünkü din dersinin seçmeli olmaması ile alakalı olarak Aleviler “çocuklarımız asimile ediliyor” diye yakınırken, seçmeli olması durumunda da Sünniler, “çocuklarımız dinini öğrenemez, yoldan çıkar” diye, Alevilere tepki göstermektedir. Ayrıca Aleviliğin ders müfredatında yer alması ve içeriğinin tek taraflı hazırlanmaması da önem arz etmektedir, çünkü bu yaklaşım Alevilerin hangi kesiminin isteğine göre belirleneceği sorununu doğuracaktır, Aleviler arasındaki ayrım da göz önüne alındığı takdirde sorun daha da karmaşıklaşacaktır. Okullardaki rehberlik ve uzman öğretmenlerin yapacağı katkılar ile bu sorunun çözümüne katkı sağlanabilir. Ama sorun sadece bununla da kalmıyor; Aleviler, Sünni paradigmalardan da çekiniyorlar, geçmişten gelen merkez-çevre gerginliği ne yazık ki hala mevcut. İşin bir de siyasi boyutu mevcuttur, netice itibariyle Aleviler, Türkiye için önemli bir oy potansiyelidir, bu yüzden Alevilik, Kürt meselesi gibi her zaman kaşınmaya oldukça müsaittir. Bugüne kadar hiçbir zaman Alevilik (Kürt meselesi gibi) tartışmaya bu kadar kolay açılamamıştır ve hükümetler bu konuyla pek ilgilenmemiştir fakat “Alevilik” ve “Alevi Sorunları” AK Parti'nin iktidarı ile yeniden tartışılmaya başlanmıştır.

Yıllar sonra Aleviler yeniden devletten itibar görmektedirler, bunun en önemli örneği de Diyanet İşleri Başkanı'nın sergilediği tutumdur. Bu fırsat değerlendirilemeden bırakılmamalıdır. Ayrıca, Alevilerde bir anlam sorunu da mevcuttur. Alevilik nedir diye sorduğunuzda “din, kültür, tarikat, vb”. cevaplarla karşılaşılmaktadır. Cem Evlerinin ibadet yeri sayılması sorunun tamamen çözememektedir, sorun Alevilerin kendisini nasıl tanımladıklarıdır. Alevilik bir din değildir, çünkü Allah'ı ve peygamberi, Sünnilerle aynıdır. Şia ekolü de sayılmayabilirler, çünkü Şialardan oldukça farklı bir yapıya sahiptirler, mesela Ayetullah farkı. Sünni paradigmalarla da çelişmektedirler, çünkü semah ve benzeri geleneksel eylemler, Sünnilik de itibar görmemektedirler. O halde Alevilik nedir sorusu tekrar mı sorulmalıdır? Ya da Alevilik devlet eliyle, Cumhuriyet'in kuruluş felsefesinde seküler bir din yaklaşımı olarak, Sünniliğe karşı beslenilmiş midir? Alevilerin öncelikle bu anlam kargaşasından kurtulması ve geçmişte yaşananlara bakarak bugünü değerlendirmekten vazgeçmesi gerekmektedir. Alevilerin belki en önemli çabası İslam üzerine “okuma yapma” olmalıdır.

Bu tabi ki karşılıklıdır fakat önyargılardan kurtulmak ancak bilmek ve anlamak ile çözülebilir. Sünniler ise geçmişteki hatalarını tekrar etmemelidir. Geçmişte Alevilerin kaldığı zor durumlarda, sol cenah gibi davranılsaydı belki bugün bu sorun tartışılmayacaktı bile. Sol'a baktığımızda ise tam tersi bir durum görünmektedir, bunun en önemli sebebi ise solun hümanist yaklaşımıdır. Aslında Hümanist yaklaşımın en başından beri İslam'da önemli bir yere sahip olduğu söylenebilir, önemli olan bunun farkında olunmasıdır. Çünkü Hz. Muhammet peygamber olmadan önce sadece “insan” vasfına sahipti ve Muhammed-ül-Emîn olarak anılmaktaydı, bu onun peygamber olmadan önce “doğru sözlü ve güvenilir” olduğunun kanıtıydı. Peygamber olmadan önce zaten herkesin güvenini kazanmıştı ve Peygamberlik geldikten sonra bir “peygamber” olarak bütün dünyaya ve ona dini yönden de tabi olanlara mâl olmuştur. Bu yüzden İslami Camianın, Alevilik ile alakalı söylemlerinde buna özellikle dikkat etmeleri gerekir, inanç adı altında yapılan “ötekileştirilme” Müslümanlara yakıştırılmamalı ve buna da izin verilemelidir.

SONUCU NASIL OKUMALI?

“Aziz milletim, yeni bir Anayasa yapma hakkı verdi bize,” demişti Başbakan. Bu fırsat çok iyi değerlendirilmelidir. Alevilerin devletle kurmuş olduğu ilişki, ya da devletin Aleviler ile kurmuş olduğu ilişki Aleviliğin kaybolması ya da canlandırılması konusunda belirleyici bir işlev görecektir. Öte yandan Alevilik ve iktidar ilişkisi devlet sınırlarını aşan bir alana işaret etmektedir. Aleviliğin toplumsal alandaki işlevselliği, yeni güç ya da iktidar ilişkileri sağlaması kendisinin geleceğini belirleyen bir diğer önemli faktördür. Bu bağlamda Alevi meselesini, toplumsal bağlarından koparan, Alevilik-devlet-iktidar ilişkisini görmezden gelen ve meseleyi kişisel bir tercihe indirgeyen bireysel kültürel haklar politikasının, Aleviliğin ötekileştirilmesini hedefleyen bir siyaseti perdelemekten öteye bir anlam ifade etmediği açıktır. Türkiye'de Alevi-Sünni sorunu, yukarıda belirttiğimiz gibi geçmiş tarihsel süreçlerin bir ürünü olmakla birlikte din kurumunun işlevinin sürmesinin ve son yıllarda ortaya çıkan toplumsal, ekonomik ve evrensel boyuttaki gelişmelerin dayatması ile öne çıkarılan bir çatışma türüdür.

Günümüzde gelenekli grupları geçmişte oluşan yargı kalıpları ile değerlendirmek veya tanımlamak artık doğru değildir. Zira, hızlı toplumsal değişimler yaşadığımız çağda, geçmiş asırlarda kalıplaşmış ilişkiler, söylemler çözülmeye ve değişmeye başlamıştır. Sünnilerin ve özellikle de Alevilerin birbirleri hakkında sahip olduğu önyargılardan kurtulması, bu iki toplumsal gerçeklik arasında yaşanan handikapların çözülmesinin de temeli olarak görülmektedir. Ve Kerbelâ olayında hepimizin aynı safta olduğu da unutulmamalıdır…

* Muş Alparslan Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Araştırma Görevlisi

13 yıl önce