T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Kadın tartışmaları bağlamında entellektüel terörizm (II)

Kurban bayramlarında İstanbul sokaklarının aldığı o iğrenç şekilden rahatsız olmayan bir müslümanı tasavvur bile edemediğimi itiraf etmeliyim. Yol kenarlarına atılmış koyun kelleleri, işkembe torbaları, oraya buraya saçılmış bağırsaklar, asfaltları yıkayan kanlar, kaldırımlara yıkılıp kesilen danalar, her tarafı kokuya boğan hayvan pislikleri, vs.

İdarecilerin sorumsuzluğu, milletin değerlerine sahip çıkmaktaki isteksizlikleri bir yana, bizim kendi kendimize şu soruların cevabını vermemiz gerekmez mi?

- Bütün bunları şehirli bir müslüman yapar mı?

Aslâ! Biliyoruz ki bidayetinden bu yana İstanbullu müslüman, bayramlarında evinin bahçesine münasip bir çukur açar, kurbanını usûl ve erkânına uygun bir sûrette keser ve kesinlikle şehirde bu tür manzaralara rastlanmazdı.

- Peki Anadolu insanı köyünde-kasabasında böylesi manzaraların oluşmasına izin verir mi?

Verilecek cevap hiç kuşkusuz yine olumsuz olacaktır. O halde İstanbul'u bu hale getirenler kimler?

Tek kelimeyle ne şehirli, ne de köylü olmayan, mensubiyet ve aidiyetini yitirmiş sosyal gruplar... Varoş İslâmcılığı da tıpkı böyle birşey! Ne tam şehirli, ne de tam köylü! Kendisi sonradan görme iken, kadına bakışı da sıradan. Geleneksel değerleri (annelerini, babaannelerini) küçümseyen, modern hayatın cazibesine karşı koyamadığı için kendisi kalabilmeyi başaramayan tuhaf bir halita.

Modernleşme/dünyevîleşme projesi, kadınlarımızı özgürlük ve eşitlik sloganlarıyla evinden etmekle kalmadı; onları erkekleştirerek kendi doğalarıyla savaşır hâle getirdi. Özgürlük dedi, kadını kadın yapan bağlarından -güya- özgürleştirdi. Eşitlik dedi, kadının kendine mahsûs tüm hassalarından vazgeçmeye çağırdı, ona kendi türünün (erkeğin) hassalarıyla donanması halinde güçlü olabileceği yalanını söyledi. (Modern kadın şimdi "ben özgürüm" diyor! Çünkü artık doğurmuyor, doğurmak istemiyor. Modern kadın, şimdi daha eşit! Çünkü erkekleşiyor.)

Modern kadın eski konumuna dönmeyi istedikçe kaybediyor. Doğurursa erkek rakiblerinden (!) geri kalacağını düşünüyor; annelik hislerini bastırmadığı takdirde güçlenebileceğine inanmıyor; öyle ki güçlü olduğunu ispatlayabilmek uğruna hisleri yerine kaslarını kullanmayı marifet sanıyor. Oysa dinimiz insanı eşref-i mahlukât ilan etmekle erkeğin de, kadının da insan olmak haysiyetiyle ve pek tabii ki hakikati itibariyle bir ve eşit olduğunu vurgulamış; nefs-i nâtıka'nın ("düşünen/konuşan canlı"nın) dişilik ve erkekliğini kesinlikle mukavvim değil, mütemmim unsur olarak tanımlamıştır.

İnsanı diğer canlılardan ayıran özelliğidir onun "düşünen/konuşan" (nâtık) bir varlık olması... Erkeklik ve dişilik ise aynı hakikate, yani insana özgü hassalardır... Dolayısıyla erkek olmanın kendisine mahsûs özellikleri olduğu gibi, kadın olmanın da kendisine mahsûs özellikleri vardır. Erkeğin güçlü olduğu yönler bulunduğu gibi, kadının da pekâlâ güçlü olduğu yönleri vardır. Bu yönler birbiriyle çatışmaz, bilakis birbirini tamamlar.

Ne erkek, ne de kadın bizâtihi kendisiyle kâim olabilir; aksine her ikisi de kâim olabilmek için birbirlerine muhtaçtırlar. Hem mahiyetleri, hem de hakikatleri birdir: İNSANLIK! Bu mahiyet ve hakikat'in erkeği ve dişisi olmak, bu mahiyet ve hakikat'e ilişkin kuvvelerini paylaşmak/bölüşmek demektir. Zaten herbirinin kendi paylarına düşen hassaları olduğu içindir ki birbirlerinden üstündürler.

Hassalara gelince, en nihayet bunlar birer a'raz (ilinti) olduğuna göre 'üstünlük' umûm-husûs mutlak (her yönüyle) değil, umûm-husûs min vech (bir yönüyle) tanımlanabilir; yani başka bir deyişle 'üstünlük' mutlak değil, nisbîdir. Erkekte bulunan hassalar kadında bulunmadığı gibi, kadında bulunan hassalar da erkekte bulunmaz! O halde birbirlerine benzemeleri, birbirlerinin yerine geçmeleri, birbirlerine rakip olmaları demek, kendi doğalarına karşı savaş açmaları, kendi kendileriyle savaşmaları demektir! Kadının erkekleşmesi, erkeğin kadınlaşması ise, son tahlilde insan'ın insanlığını yitirmesi demek!

Modern kadının değişim isteği ahvâliyle değil, melekeleriyle alâkalı... Bugün müslüman kadından istenen de melekelerini değiştirmesidir. Bu bakımdan modern hayatı organize edenlerin kadınlarımıza sundukları değişim programı onların kadınlıklarından vazgeçmelerini talep etmekten başka bir anlam ihtiva etmemektedir. Ahvâlde değişimi reddedenler hayatla, melekelerde değişimi kabul edenler kendileriyle çatışmayı göze almalıdırlar.

Bir misâl olmak üzere söyleyelim ki: Türkiye Yahudilerinin yenileşmesini/batılılışmasını temin etmek için kurulan ünlü "Alliance Israelite Universelle" okulları için "gözetilmesi gereken yegâne amaç, iyi anneler yetiştirmek"ti. Yöneticileri, "Kızlar önce kadın, sonra anne olurlar, anneler sayesinde de ilk ilkeler, ilk düşünceler çocuğun kalbinde yer yapar" diyorlardı. Oysa bugün müslüman kızlar, her ne pahasına salt okumak için mücadele veriyorlar ve evlerini terkedip yurtlarda/bekâr evlerinde binbir sıkıntı içinde yaşamaya çalışıyorlar. Eğitim sisteminin onları iyi anneler olarak yetiştirmeyi amaçlamadığı ortada. Daha da kötüsü, müslümanların esen rüzgârlara kapılıp daha terbiyeli kızlar, daha kültürlü kadınlar, daha iyi anneler, daha iyi eşler yetiştirmeyi aptalca bulmaya başlamaları... Kendimiz olabilmeyi başarabilseydik, esasen "daha çok kazanan kadınlar"ın acınası durumda olduklarını görebilir ve belki o zaman hidayet sözcüğünün dalâlet anlamını kazanmasından rahatsız olabilirdik.

Olanlara ne mutlu!


12 Mayıs 2001
Cumartesi
 
DÜCANE CÜNDİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED