|

AK Parti modeli dünya için şans

Türk halkının darbe dönemlerinde bile hakkını siyaset yoluyla aradığını belirten AK Parti Genel Başkan Danışmanı Ali Sarıkaya, "Bu coğrafyada aşırı unsurlar yer edinemiyorsa, bunda Türk-İslam geleneğinin Sufi gelenekle beslenen bir yapı olması etkendir. Bundaki temel sebep Sufi İslam geleneğimiz ve siyasal anlamda da AK Parti modelinin var olmasıdır" dedi

Yeni Şafak ve
04:00 - 18/05/2015 Pazartesi
Güncelleme: 12:01 - 18/05/2015 Pazartesi
Yeni Şafak
Türkiye, hem siyasetin evrildiği hâl, hem de seçim sonrasının tartışmaları bakımından tarihî nitelikte bir seçime gidiyor. Önceki seçimlere kıyasla daha sakin bir görüntü çizmesine rağmen seçim gündemi hayli hararetli başlıklar içeriyor. Gezi süreci ve 17/25 Aralık darbe girişimi ile başlayan Türkiye'nin 'içeriden yıpratılması, dışarıdan tazyike uğraması' taktiğinin başarıyla savuşturulduğu, Türkiye'nin kendi hedefleri doğrultusunda ilerlediği görülüyor. Bu siyasal bağlamda gidilen süreci bu sefer, İstanbul milletvekili adayı ve Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun danışmanlığını uzun süre yürüten Ali Sarıkaya ile konuştum. Ali Sarıkaya, sosyal ve entelektüel yetişme şartlarından Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu ile yollarının kesişmesine, dış politikadan 7 Haziran seçimlerinin temel başlıklarına kadar bir çok başlıkta sorularıma kuşatıcı ve berrak cevaplar verdi. Ali Sarıkaya'nın siyasetin geleceğine yönelik aydınlatıcı mesajlar içeren cevaplarının, Türkiye siyasetinde zamanla öne çıkacak bir ismi işaret ettiği söylenebilir.


Siyaseti yakından takip edenlerin iyi tanıdığı bir isimsiniz, ancak geniş bir kesim sizi Davutoğlu Başbakanlık vazifesini üstlendikten sonra tanıdı. Kimdir Ali Sarıkaya?


1974 yılında İstanbul'da Fatih'te dünyaya geldim. Çocukluğumun ilk yılları Hırka-ı Şerif Caminin bulunduğu sokakta geçti. Daha sonra Bahçelievler'e taşındık. Konya'dan İstanbul'a göç etmiş bir ailenin en küçük çocuğuyum. İlkokulu Bahçelievler'de okudum. Daha sonra Kartal Anadolu İmam Hatip Lisesi'ni kazandım. Biz ilk Anadolu İmam Hatip Lisesiydik. Rahmetli Özal zamanında kurulmuş, Almanca eğitim verilen bir okuldu. Liseden sonra Boğaziçi Üniversitesi'nde Tarih bölümünü bitirdim ve İngiltere'de Manchester Üniversitesi'nde Uluslararası Politik Ekonomi bölümünde yüksek lisansımı bitirip doktora çalışmalarına başladım.



İmam Hatip'te okumak sizin tercihiniz miydi yoksa aile teşviki mi oldu?


Aslında her ikisi de denilebilir. Hem ben istedim hem de ailem.



İmam Hatip yılları nasıl geçti?


Biz yatılı okuduk. Arkadaşlık bağlarımız dostluğun ötesinde kardeşlik boyutunda yaşandı. Okulda başlayan ilişkimiz 30 yıldır hala aynı seviyede devam ediyor.



BÜYÜKLERİMİZDEN GÖRDÜĞÜMÜZ VÜZYONLA BÜYÜDÜK


O dönemin muhafazakar gençleri siyasetle ve dünya ile çok yakın ilişki içindeydi. Sizler de bir araya geldiğinizde dünyayı kurtarır mıydınız, büyük idealler sahibi miydiniz o dönemde?



Tabi tabi. Biz de büyüklerimizden gördüğümüz o vizyon ile büyüdük.



Kimleri okuyordunuz o yıllarda?


Biz hem Batı'dan hem de Doğu'dan isimler okumaya çalıştık. Zaten okuduğumuz okulun felsefesi de buydu. İslami eserler, Doğu ve Batı edebiyatına, felsefesine ilişkin eserler elimizden düşmezdi. Mevdudi, Hasan El Benna, Dostoyevski, Tolstoy, Üstad Necip Fazıl Kısakürek, Nurettin Topçu, Cemil Meriç gibi isimler o dönem okuduğumuz yazarlardan bazıları. Yer Altından Notlar, beni en çok etkileyen Dostoyevski kitabıdır. Bizi okulda çok yönlü olarak yetiştirdiler. Onun için ben rahmetli Özal'dan başlayarak İmam Hatip neslinin öncüsü olan herkesten Allah razı olsun diyorum.



Siyasete, dünya meselelerine ilginiz İmam Hatip ile mi başladı, evveliyatı var mı?


Aslında çok daha küçük yaşlarda başlamıştı ilgim. Eskiden liderlerin televizyonlarda tartışma programlarına katıldıkları olurdu. Bu programlar ilgimi hep çekerdi. Çok küçükken merhum Erbakan'ın 'Kadayıfın altı kızardı' konuşmasını evde dinlediğimi hatırlıyorum. Karlı bir gündü. Arkadaşlarım dışarıda oynuyorlardı ama ben evde kalıp bu konuşmayı dinlemeyi tercih etmiştim.



Siyaset ile aktif iştigal edişiniz ne zaman oldu?


(Gülerek) Aslında İlkokul dönemimde 23 Nisan'da Beykoz Belediye başkanlığım var. Siyaset ile alanda ilk karşılaştığım gün aslında o gündü. Latife bir yana lise yıllarından itibaren siyasetin içinde aktif olarak yer aldım. Sayın Cumhurbaşkanımızın İstanbul İl Başkanlığı döneminden itibaren hep yanında yer alarak, talimatları doğrultusunda çalışmalarına destek olmaya çalışırdım. Boğaziçi'ne girdikten sonra da hep siyasi çalışmaların içinde oldum. Sayın Cumhurbaşkanımız Belediye Başkanı olduktan sonra İstanbul Büyükşehir Gençlik Meclisi'ni kurmamız yönünde bir talimatı oldu. Biz de bu çalışmaları bazı arkadaşlarımızla birlikte yaptık.



Hedefi neydi bu çalışmanın?


Sayın Cumhurbaşkanımızın ideali İstanbul ve Türkiye'deki gençliğin önünü açmaktı. Siyasi görüşü ne olursa olsun gençlere ufuk açmak hedefindeydi. Bu hedef, Sayın Cumhurbaşkanımızın demokratik bir yapıyı nasıl özümsediğinin bir göstergesidir. Nitekim sosyalist, sosyal demokrat, liberal, İslamcı, milliyetçi kanattan arkadaşlarla bu meclisi kurduk.



HER KESİMLE TEMASIM OLDU


Üniversitede farklı dünya görüşünden kişilerle temasınız olur muydu?


Benim her zaman bütün kesimlerle iyi ilişkilerim olmuştur.



DAVUTOĞLU'NU İLK DİNLEDİĞİMİZDE ÇARPILDIK


Başbakan Davutoğlu ile tanışıklığınız ve hukukunuz nasıl başladı?


Boğaziçi'ne girdiğim zaman yine Boğaziçi'nden üst sınıflardan bir ablamız vardı. Bir gün bize, “Bilim Sanat Vakfı'nda Ahmet Hoca diye biri var. Gidin bir dinleyin” dedi. Biz de arkadaşlarımızla birlikte dinlemeye gittik. Ahmet Hocayı ilk dinlediğimizde bizi adeta çarptı. Kesinlikle 'Bu Hocanın dizinin dibinden ayrılmamak, talebesi olmak gerek' düsturunu edindik. O gün bu gündür Ahmet Hoca'nın yanından ayrılmadım. Bilim Sanat Vakfı'nda ciddi bir eğitim gördük, sonra yazılar yazdık. Yaklaşık iki sene Ahmet Hoca ile birlikte Hint medeniyeti çalıştık. Arnold Toynbee'nin eserlerini bir buçuk sene kadar çalıştık. Clausewitz'den, Churchill'e; Muhammed İkbal'den Seyyid Kutub'a kadar derinlemesine çalışmalar yaptık.



DAVUTOĞLU BİZE HEM HOCA HEM AĞABEY OLDU


Nasıl bir Hocaydı?


Hocalık yaparken aslında sadece Hoca değildi. Bize ağabey, kardeş, arkadaş, baba oldu. Bütün rolleri kendi içinde mündemiç şekilde davranan bir insandır. Çok samimi birisidir. Mütebessim duruşunu hiçbir zaman kaybetmez. Sert ve kırıcı değildir. (Gülerek) Birisine çok kızdığında, kullandığı en sert ifade; 'terbiyesiz adam'dır.



Çok yoğun bir tempo içindesiniz ama Davutoğlu ile entelektüel içerikte sohbet imkanınız oluyor mu?


Fırsat buldukça bu anlamda istifade etme imkanımız oluyor. Onu da çok rahatlatan bir durum bu. Örneğin yurtdışına çıktığımızda kitapçılara uğramak onun tüm yorgunluğunu alıyor.



Kriz anlarında nasıldır Başbakan Davutoğlu?


Kendine özgüvenini hiç kaybetmez. Dik duruşundan taviz vermez ve çözüme odaklanır. Hoca'nın yanında edindiğim en önemli tecrübe kriz yönetimi ve stres altında karar alma, politika üretme ve hedefe yürümedir.



ANNE YEMEĞİ BAŞKADIR


Evde yemek yapar mısınız, mutfakla aranız nasıl?


Çok iyi yemek yaparım. Eşim Esma Hanım ve kızım Ayşe Sude yemeklerimi çok sever. Üniversitede öğrenciyken de iş taksiminde ben yemek yapmayı alırdım, arkadaşlar da bulaşık yıkamayı. Aynı ekiple toplandığımızda hala yemek yaparım. Ankara'da bürokrasi ve üniversite çevrelerinden arkadaşlarla zaman zaman aynı şekilde bir araya geldiğimiz olur. Yemek işi benim üzerimde olur bu bir araya gelmelerde. İyi yemek yaparım ama anne yemeğinin yeri başkadır tabi.



Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu'nu üçer kelime ile tanımlayacak olsanız hangi hasletleri zikredersiniz?


Cumhurbaşkanımız; lider, karizma, dik duruş. Başbakanımız ise; yine lider, bilgelik, özgüven. İkisi de ideal karakterlerin değişik veçhelerine sahipler ve aslında birbirini tamamlayan lider özelliklerine sahipler.



Hem Tayyip Erdoğan'la hem de Ahmet Davutoğlu ile birlikte çalıştınız. Bu iki isimle birlikte çalışmak size hangi tecrübeyi kazandırdı?


Bu iki isim yaşayan kişiler içerisinde benim hayatımı şekillendiren en önemli iki şahsiyettir. Tayyip Erdoğan'ın siyasi feraseti, dik duruşu, delikanlı tavrı; Ahmet Hoca'nın bilgeliği, çalışkanlığı, özgüveni ve Anadolulu duruşu benim için çok önemli ve değerlidir.



Her iki isimle de aynı zamanda çalışma süreciniz nasıl başladı?


90'lı yıllar itibariyle idealim Sayın Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu'nun birlikte çalışmasıydı. Bu idealim de 2002 yılı itibariyle gerçekleşti. Hep de bunun için uğraştım. İngiltere'den döndüğümde de hafta içi Cumhurbaşkanımızla, hafta sonları ise Başbakanımızla çalıştım. 2009 yılı itibariyle Sayın Davutoğlu Dış İşleri Bakanı olarak atandığı zaman Sayın Tayyip Erdoğan'ın da teveccühüyle hem Başbakan Danışmanı hem de Dış İşleri Bakanı danışmanı sıfatıyla çalışmaya başladım. Sayın Cumhurbaşkanımız Belediye Başkanı olduğu dönemde de Sayın Başbakanımızla oturup bazı çalışmalar yaparlardı. Kurumsal değildi ama çok uyumlu çalışmaları olurdu. Bu uyumlu çalışma ikisi arasında her zaman oldu.



ONLARIN KARDEŞLİĞİ DAVA KARDEŞLİĞİ


Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Başbakan Davutoğlu'nun yakınlığı nasıldır?


Bu iki isim arasındaki kardeşlik, makamların, mevkilerin, başka hesapların çok ötesinde dünya ve ahiret kardeşliğidir. Sayın Tayyip Erdoğan Başbakan olmadan da aralarında bu kardeşlik vardı, başbakan olduğunda da vardı, cumhurbaşkanı olup Ahmet Hoca Başbakan olduğunda da var. Makamlar mevkiler onlar için önemli değil, kapılar kapandığında Gazze'deki çocukların bombalandığı haberini aldıklarında baş başa verip “Allah'ım bize daha fazla güç ver. Biz bu masum halkların yanında olabilelim” diye gözyaşı döken insanlar bunlar. Bu insanlar için koltuk, makam, mevkiinin bir önemi yoktur. Onların kardeşliği dava kardeşliğidir. Nitekim onlar da bunu her vesileyle ifade ederler.



KİMSE ERDOĞAN'LA DAVUTOĞLU'NUN ARASINI AÇAMAZ


O halde “Erdoğan ile Davutoğlu arasında pürüz var veya önümüzdeki dönem sıkıntılar olabilir” ifadeleri hakikati yansıtmıyor…


Onlar bu kardeşliği çekemeyenlerin temennisi. Bu sözler temenniden öteye de geçemez. Bu, mazlum ve masum halkların yanındaki dik duruştan rahatsız olanların arzusudur yalnızca. Çünkü dava kardeşliği bütün hesapların ötesindedir. Onlar hesap gününün farkındalığıyla yaşayan insanlar. Kimse bu insanların arasını açmaya uğraşmasın. Bunu asla beceremezler.



HEDEFLERİMİZE İLKELERİMİZLE YÜRÜYORUZ


AK Parti'nin dış politika vizyonunu Neo-Osmanlıcık olarak nitelendirenler mevcut. Ne dersiniz bu iddiaya?


Cumhurbaşkanımız ve Başbakanımız hiç bir zaman 'Neo-Osmanlıcılık' ifadesini kullanmamışlardır. Birileri hep bunu bize yakıştırmaya çalıştı. Biz, belli ilkeler ve hedefler çerçevesinde dış politika vizyonumuzu oluşturduk. Türkiye yepyeni bir vizyonla bir merkez ülke olarak dünya siyasetinde tesirli bir ülke haline gelme çabası içinde. Son dönemde şahit olduğumuz Afrika, Asya ve Latin Amerika açılımları, ve onların yanı sıra hümaniter diplomasisi ile çok önemli mesafe kat etmiştir. Sayın Cumhurbaşkanımız ve Sayın Başbakanımız her zaman bu çerçevede hareket etti.



Nedir o prensipler?


Demokrasinin yanında durmak, halkların ve milletin iradesine saygı göstermek, komşularla sıfır sorun ve sonraki aşamada da maksimum entegrasyon hedefi. Bizim dış politika perspektifimizde hem insanca hem de komşu coğrafyalarla kardeşçe bir hukuk içinde yaşamak ve etki sahamızı mümkün olduğunca sınırların ötesine taşımak ideali vardır. Öte yandan biz, ülkemizin kendi sınırlarına hapsolmamasını istedik. İşadamlarının, entelektüellerimizin, sanatçılarımızın sınırları aşan çalışmalarını ve oradan elde edecekleri zenginlikleri de ülkemize getirmeleri için gayret gösterdik. Bir anlamda sınırların anlamsızlaştığı bir ortam oluşturmaya çalıştık.



Sınırların anlamsızlaşması derken neyi kastediyorsunuz?


Evet, resmiyette elbette sınırlar var ve biz bu sınırlara son derece saygılıyız. Lakin dostluk ve iş birliği çerçevesinde ülkelerin birbirinden faydalanmasının da maksimum seviyede olması gayreti içinde olduk. Bunda da başarılı olduğumuzu düşünüyorum. Bu yaklaşımın faydalarını temasta olduğumuz ülkelerde siyaset, ekonomi, sanat alanlarında gördük. 27. en büyük ekonomiydik 16. en büyük ekonomi olduk. G-20'nin içinde aktif bir üye olduk. Zaten dış politika ile ekonomiyi hiçbir zaman ayırmamamız gerekiyor. Bu hamlelerle pasaportumuzu taşıyan iş adamlarının bir engele takılmadan komşu ülkelerle ticaret yapabilmesinin önü açıldı.



AK PARTİ MODELİ BÖLGE HALKINDA BENİMSENDİ


Türkiye AK Parti sonrasında bölgesinde nasıl bir imaja sahip oldu?


Arap Baharı'na kadar devam eden süreçte Türkiye çok önemli bir yükselen yıldız olarak görüldü. Türkiye'de başarılı olan AK Parti modeli bölgede de başarılı olsaydı tablo çok farklı olurdu. Arap Baharı ile ortaya çıkan belirsizlik ve bir oranda istikrarsızlık sürecinde Türkiye uzun vadeli bir perspektifle onur mücadelesi veren halkların yanında, maliyetine katlanarak yer almıştır. Cumhurbaşkanımızın ve Başbakanımızın koyduğu bu vizyonun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Ortadoğu halkları dünyanın geri kalanında olduğu gibi özgürce düşünerek fikirleriyle iktidara gelebilsinler ve komşu halkların mutluluğu için de çalışabilsinler istedik. Gelişmelere baktığımız bu ülke halkları doğrudan bunu başarmak istediler. Cumhurbaşkanımızın ve Başbakanımızın koyduğu bu vizyonun çok önemli olduğunu düşünüyorum. “Ortadoğu halkları özgürce düşünerek fikirleriyle iktidara gelebiliyorlar ve komşu halkların mutluluğu için de çalışabiliyorlar. Bunu biz de başaralım” istediler. Arap Baharı, demokratik seçim çağrılarıyla ortaya çıktı ve bu özgürlük ateşi tüm coğrafyayı sardı. Bu demokrasi talebi çok daha önce de ortaya çıkabilecek gecikmiş bir talepti. Bu geç kalınmış özgürlük talebinde 'AK Partili Türkiye' modeli tetikleyici bir unsur oldu.



Türkiye mi talip oldu model ülke pozisyonuna, kendiliğinden gelişen bir süreç mi?


Türkiye, hiçbir zaman, 'Ben model olayım, kendi düşüncelerimi ihraç edeyim' düşüncesinde olmadı. Ancak Sayın Cumhurbaşkanımızın Davos'taki 'One minute' çıkışı, Arap sokaklarında Sayın Erdoğan'ı bir sembol haline getirdi. Hatta o dönem birçok liderin Sayın Erdoğan'a “Sen bizim ülkemizde o kadar popülersin ki, burada seçime girsen kazanırsın” dediklerini defaatle duydum.



İNSAN ONURU HER ŞEYİN ÜZERİNDEDİR


Bu teveccüh devam ediyor mu?


Sokaklarda, halk nezdinde o muhabbet ve teveccüh aynen devam ediyor. Bunu tehlike gören ve Ortadoğu'nun demokratikleşmesini hazmedemeyen bazı mihraklar bir takım girişimler içinde oldular. Fakat şunu net olarak söyleyebiliriz ki, insanların demokrasi ve özgürlük arayışlarının önüne geçilemez. Bugün bu talepler müdahalelerle kesintiye uğramış olsa da bu demokrasi ateşi, özgürlük talebi nihayetinde sonuca ulaşacaktır. Demokrasiyle yaşamak Ortadoğu halklarının en doğal hakkıdır. İnsan onuru her şeyin üzerindedir. İnsanı merkeze koyan AK Parti dış politikasının bu durumun rağmına pozisyon alması söz konusu olamazdı. Yapmaya çalıştığımız etik çerçevemizi muhafaza ederek, çıkarlarımızı da gözetecek bir politika sürdürmek.



Türkiye-Suriye ilişkilerinde ne oldu? Bir dönem temaslar varken bu aşamaya nasıl gelindi?


Ben Sayın Başbakanımızın ilk Suriye ziyaretinden son ziyaretine kadar hep yanındaydım. Biz ilk temaslar esnasında Beşşar Esad'ın karşısında veya yanında değildik. Biz Suriye halkının yanındaydık. O zaman Beşşar Esad, kendi vatandaşlarına silah çekmemişti, onları öldürmemişti. Babasının kötü geçmişinin hilafına Türkiye örneğinden esinlenerek vatandaşlarıyla ilişkilerini düzeltme gayreti içindeymiş izlenimini verdi. Sayın Cumhurbaşkanımız, Sayın Başbakanımız bu talebi geri çevirmedi. En son görüşme yaklaşık yedi saat sürdü ve bir eylem planı üzerinde anlaşıldı. Beşşar Esad, bu eylem planını uygulama sözü verdi.



Sonra peki…


Sonrasında Beşşar Esad sözünden dönerek, kendi isteğiyle veya ailesi ile klanının baskısıyla bu eylem planını hayata geçirmedi. Bizim de Türkiye olarak kendi halkına silah çekmiş, kadın, çoluk çocuk demeden vatandaşlarını vahşice öldüren bir rejimin yanında durmamız söz konusu olamazdı. Dolayısıyla Esad rejimiyle ilişkilerin bozulması, Türkiye'nin durduk yerde yaptığı bir tercihten değil, Suriye rejiminin yanlış politikalarından kaynaklandı. Önümüzdeki dönemde Suriye halkının iradesinin yansıdığı bir hükümet kurulduğu anda Türkiye kaldığı yerden Suriye'nin inşası ve imarı için çalışmaya hazırdır.



Suriye konusunda Türkiye'nin takındığı tavır yer yer eleştiriliyor. Başa dönülse 'aynı şeyleri yeniden yapardık, doğru olan buydu' diyor musunuz?


Bizim örfümüz, ananemiz, devlet geleneğimiz bu tavrı gerekli kılmaktadır. Hiçbir zaman hem devlet hem de İslam geleneğinde bize sığınan insanlara 'Hayır' denilmez. Biz Kurtuluş Savaşı'nı verirken nasıl ki bu coğrafyalardan insanlar bileziklerini, ziynetlerini, ekmeklerini bizimle paylaştılarsa bizim de insanlık vazifemiz bu insanlara sahip çıkmaktı.



KILIÇDAROĞLU'NUN AÇIKLAMALARI ÇOK ACI


Kılıçdaroğlu'nun Suriyelileri geri göndermek yönünde bir seçim vaadi oldu. Ne dersiniz bu yaklaşım için?


Bu yaklaşım, bugünkü CHP'nin tek parti dönemi CHP'sinin devamı olduğunu teyit ediyor. Yıllar önce Azerileri Moskof askerlerinin kurşunlarına teslim eden CHP'nin, bugün de ölümden kurtulmak için bize sığınan Suriyelileri öldürülmek üzere Esat rejimine teslim etmeyi vaat etmesi çok acıdır. Popülist yaklaşımlarla insanlık onurunu zedeleyen açıklamalar tarihte onların hesabına kara bir leke olarak yazılacaktır.



MÜSLÜMAN KANI BAZILARI İÇİN DEĞERSİZ


Suriye meselesinde Batının tavrı nasıl sizce?


Bu konuda bir genelleme yapılamaz. Bazı batılı ülkeler cidden bu acıyı hissederek bizimle birlikte oldu. Bazıları ise çok ikircikli davrandı. Ancak maalesef Müslüman hayatı, kanı bazılarının gözünde çok değerli değil. Türkiye'nin Trans-Atlantik dünya ile ilişkileri dış politikasının merkezindedir ve ciddi koordinasyon ilişkisi mevcuttur. Zaman zaman liderlerimizin dile getirdiği gibi bu konuda yanlış politikaların uygulandığı ya da yeterince ilgi gösterilmediği durumlar yaşanmıştır.



ETKİ GÜCÜMÜZDEN RAHATSIZ OLDULAR


Türkiye son yıllarda önce Gezi, ardından Paralel Yapı'nın darbe girişimi gibi olaylarla karşı karşıya kaldı. Bu gelişmelerin esas sebebi sizce neydi?


Türkiye 2002 yılından bu yana adım adım hedef büyütmeye başladı. O yıllardan 2014'e geldiğimizde AK Parti hükümetine gösterilen tavırda fark var. AK Parti öncesi başkalarının gözünde farklı bir Türkiye imajı vardı. 'Biz söyleriz, birileri de yapar' yaklaşımı içindeydiler. Fakat AK Parti iktidarı döneminde bunun böyle olmayacağını, ancak karşılıklı saygı ve güven içinde eşit müttefikler olarak çalışmanın mümkün olabileceğiyle yüzleşmek durumunda kaldılar. Bu ilişki biçimi hem bizim için hem de müttefiklerimiz için çok olumlu neticeler verdi. Gün geçtikçe etki gücümüz arttı ve buna mukabil oluşan bu yeni tablodan rahatsızlık duyanlar da oldu. Birçok operasyonla bu büyümenin önüne geçilmeye çalışıldı.



Hangi operasyonlar örneğin?


Hatırlayalım, 2013 Mayıs ayında nükleer santralin imza töreni, üçüncü köprü ve havalimanı ihaleleri, IMF'ye borcun bitmesi milli açıdan çok önemli gelişmelerdi. Mayıs ayı bizim ülkemizin her bir ferdi tarafından bayram havasında kutlanması gereken bir aydı. Birileri 'Artık bu kadarı sizin için çok fazla' diyerek çeşitli enstrümanları devreye sokarak milletin huzurunu bozmaya çalıştılar. Ancak bu milletin feraseti her oyunun üzerinde. Millet oyuna gelmeyerek son iki seçimde de gereken cevabı verdi. Milletin feraseti her zaman bu oyunlara galip gelir.



AK PARTİ MODELİ DÜNYA İÇİN ŞANS


Komşu coğrafyalarda marjinal oluşumların varlıklarına tanık olurken, bu coğrafyada aşırı unsurlar hayat bulamıyor. AK Parti iktidarı bu bağlamda bir imkan mı?


AK Parti modeli aslında bütün dünya için bir şans. Bu coğrafyada DAİŞ benzeri bir yapı ortaya çıkmıyorsa, aşırı unsurlar yer edinemiyorsa, bunda Türk-İslam geleneğinin Sufi gelenekle beslenen bir yapı olması etkendir. Bundaki temel sebep Sufi İslam geleneğimiz ve siyasal anlamda da AK Parti modelinin var olmasıdır. Milletimiz darbe dönemlerinde, 28 Şubat'ta bile aşırı bir tavır içine girmemiş, hakkını siyaset yoluyla aramıştır. Bugün de milletin AK Parti iktidarıyla birlikte istediği tavrı sergileyen bir hükümeti var. Meseleye, “Benim sergilemek istediğim dik duruş, hükümette tecessüm etti” diye bakıyorlar. Eğer AK Parti modeli işleseydi bölgedeki insanlar El-Kaide, DAİŞ gibi yapılara yönelmezdi. Çünkü siz doğru siyasetin kapısını kapatırsanız o enerji mutlaka başka bir yere akar.



Devletin çeşitli kademelerinde kritik görevlerde bulundunuz. Dışişleri Bakanlığındaki toplantılara iştirak ettiniz. Birçok kritik süreç yaşanmıştır kuşkusuz. Sizi etkileyen olaylar neler oldu?


Kaç ülkeye gittiğim ya da kaç mil mesafe katettiğimi bir noktadan sonra artık unuttum. Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliği, başbakanımızın engin bilgisi, tecrübesi ve enerjisi bu yorucu süreçlerde bize motivasyon sağladı. 2002'den bu yana çok sevindiğimiz, çok üzüldüğümüz anlar elbette oldu. Ama Gazze saldırıları en çok üzüldüğümüz ve bizim için zor olan bir hadisedir. Yüreklerimiz parçalanmıştı. Hamas'ın 2006 yılındaki ziyareti unutamadığım anlardan birisidir. Sayın Davutoğlu, Sayın Erdoğan ile konuşup istişare ettikten sonra Halid Meşal davet edildi. Bütün hazırlık ve çalışmalarını başbakanlık ofisi olarak biz yapmıştık. Heyecan verici bir olaydı.



ESKİ CHP'YE YENİ AMBALAJ


CHP'nin siyasal-ideolojik argümanlarla yürüttüğü eski seçim kampanyaları yerine, Kılıçdaroğlu bu seçimlerde ekonomik vaatler üzerinden bir kampanya yürütüyor. Bu farklılık için ne söylersiniz?



Bence bu reklamcılarının kendisine önerdiği bir taktik. Muhtemelen reklamcıları 'Biz bu CHP'yi geçmişiyle birlikte milletin önüne çıkarırsak vatandaş teveccüh göstermez. İnsanları ekmek karneleriyle uğraştıran, hem Sünni hem de Alevi kesimi mağdur eden, Dersim olayını yaşatan kısacası kötü sicile sahip CHP ile milletten oy alamayız' demiş olmalılar. Şu an Kılıçdaroğlu'nun yaptığı, insanlara eski CHP'yi unutturarak oy kazanma çabasıdır. Açıkçası milletin, ürün aynıyken ambalajı yenilenmiş bir CHP'ye teveccüh göstereceğini zannetmiyorum.



İKİ ANAHTAR VAAT EDİP ELDEKİ ANAHTARI ALDILAR


Muhalefetin ekonomik vaatleri toplumda karşılık görür mü sizce?


Bu millet geçmişi çok berrak bir şekilde hatırlıyor. İki anahtar vaat edenlerin eldeki anahtarları nasıl aldığını millet dün gibi hatırlıyor. Boş vaatlerle geleceklerinin karartıldığını iyi bilen millet bu gibi boş vaatlere itibar etmez.



ÖNÜMÜZDEKİ SEÇİM HAYATİ ÖNEMLİ


7 Haziran seçimlerini neden önemli?


Biz 2023 vizyonuyla yola çıktık. Amacımız, ekonomik gücü itibariyle 27. Sıradan 16 sıraya getirdiğimiz ülkeyi, ilk 10 ülke arasında sokabilmektir. Biz 2002'den bu yana tabir-i caizse kaba inşaatı tamamladık. Bundan sonrası ince işçilik dönemi. Ekonomiden, eğitime, silah sanayiinden enerjiye çok büyük atılımlar önümüzdeki dönemde yapılacak. Tüm bu çalışmalar doğrudan vatandaşın hayat standardını ve gelirini arttıracak projelerdir. Demokratikleşme çabalarını Avrupa Birliği perspektifinde sürdüren, yeni sivil anayasasını yapmış ve milletimiz teveccüh gösterirse parlamenter sistemin doğru işleyememesinden kaynaklanan tıkanıklığın aşılması için başkanlık sistemini tartışan ve gerçekleştiren bir AK Parti idealimiz var bizim. Başörtüsü yasağının kalkması, Çözüm Süreci, askeri vesayetin geriletilmesi gibi konularda AK Parti çok cesur adımlar attı. Bu adımların kalıcı hale gelmesi için 7 Haziran seçimleri hayati bir önem arz ediyor.



AK Parti önümüzdeki dönem kendine hangi hedefleri koydu?


Türkiye'nin 2023 hedefi ilk on ekonomi içine girmek, dünya siyasetinde tesir icra eden bir ülke haline gelmek. Ülkemizin yükselmesi mücavir coğrafyalardaki ülkeler ile birlikte olacaktır. Topyekün bir yükselme ve bu çıkıştan çevremizdeki ülkeler ve dünyanın dört bir yanındaki mazlum milletlerin de yararına olacaktır. Son günlerden örnek vermek gerekirse Yemen'deki insani durumdan, Rohingya Müslümanlarına Türkiye'nin üzerinde önemli vicdani yükler var. 2023 ideali Sayın Cumhurbaşkanımız Erdoğan'ın yapılabilir kıldığı bir ideal. Şahsım adına bu yönde tüm enerji ve kabiliyetlerimle çalışmak, bu ülke insanının dünya siyaseti ve ekonomisinde söz sahibi haline gelmesi idealine hizmet etmek hayatımın gayesidir.



DEMİRTAŞ VESAYETÇİLERİN SÖZCÜLÜĞÜNÜ YAPIYOR


Demirtaş'ın kışkırtıcı söylemini ve tavrını nasıl buluyorsunuz?


Demirtaş, eski Türkiye'nin mağduriyetleri üzerinden siyaset yapan bir partiyi Yeni Türkiye karşıtı bir pozisyona sürüklüyor. Demirtaş ve HDP, bugün, AK Parti'nin demokratikleşme politikalarıyla imtiyazlarını kaybeden vesayetçi seçkinlerin sözcülüğünü üstleniyor. Demirtaş'a birileri bir rol biçmiş, o da o rolü oynamaya çalışıyor. Ama bu rolü figüranlıktan öteye gider mi, bilmiyorum.



Demirtaş neyi ıskalıyor?


Demirtaş'ın anlamadığı bu coğrafyanın tarihinde ırk ve kan siyasetinin kökensiz bir yaklaşım olduğu. Bu ülkede kimsenin tek bir hikayesi yok. Başbakanımızın sıkça hatırlattığı Hz. Mevlana'nın Afganistan'da başlayan, Bağdat ve sonra Kutsal Topraklara uzanan ve davet ile geldiği Konya'mızda devam eden serüveni akılda tutulmalı. Nasıl tanımlarsınız şimdi Hz. Mevlana'yı? Zamanın ruhu bu anlayışla bir arada olmak, ayrıştırmak, farklılaştırmak değil.



Popüler olan soruyu sorayım; HDP barajı aşmazsa ne olur?


Hiçbir şey olmaz. Bizim bir devlet geleneğimiz var. Bu bizim ilk seçimimiz değil. Parti olarak girmek kendi kararlarıydı. Kaybeden sırasını bekler. Barajı aşarlarsa milletin takdiridir; aşamazlarsa yine aynı şekilde millet iradesidir. Barajı aşamadıklarında farklı bir tavra girecek olurlarsa devlet de tavrını koyar. Bu tehditvari üslup devam ederse millet gereken cevabı verir. Ayrıca kamu güvenliği köklü devlet geleneğimizin taviz vereceği bir konu değildir.










#AK Parti
#AK Parti Genel Başkan Danışmanı Ali Sarıkaya
#Ali Sarıkaya
9 yıl önce