DEMİŞLER Kİ... / KONUK: ANTHONY QUINN

Sinema tarihine damgasını vurmuş büyük ustalardan kulaklara küpe olacak sözler...

Ali Murat Güven Yeni Şafak
DEMİŞLER Kİ... / KONUK: ANTHONY QUINN
alimuratg@yahoo.com

1970'lerin ortalarında, yeryüzünde yaşayan bir milyar Müslüman'ın dinsel inancı sayesinde, benim de kendime yönelik inancım yeniden canlandı.

Takvimler 1974 yılını gösterirken iyice düşüşe geçmiştim, hem meslekî hem de ekonomik hayatım alabildiğine kötüye gidiyordu. Fakat, ABD'den kopup İtalya'da kısa bir süre ikamet etmem nasıl ki mesleğime yeniden başlamama neden olduysa, tıpkı onun gibi “İslâmî içerikli filmler” dönemim de hanyayı konyayı iyice anlamama neden olacaktı. Öte yandan, bu yeni dönem sayesinde ekonomik çöküşüm de son buldu.

1980'lere girilirken sektörde yeniden eski gücüme kavuştuysam, bunu Mustafa Akkad adlı o çılgın Arap yönetmene borçluyumdur. Akkad, ilk sinema projesi “Çağrı”da başrolü oynamam için beni Lübnan'a, ön görüşme yapmaya çağırdı. Masaya oldukça kazançlı bir iş ilişkisi koyuyordu. Çekilecek olan film, biraz da Cecil B. DeMille'vari epik ayrıntılara girerek İslâm Peygamberi'nin hayatını yepyeni bir formatta anlatmayı hedeflemekteydi. Ben de Batılılar tarafından ayrıntıları hemen hiç bilinmeyen bu hayat hikâyesinde Hz. Muhammed'in çok güvendiği sevgili amcası Hamza'yı canlandıracaktım.

İki yıla yayılan bir sürü sıkıntılı serüvenden sonra bu projeyi tamamlamayı başardık. ABD'de “Allah'ın Elçisi Hz. Muhammed” (Mohammad: Messenger of God) adıyla gösterime giren film, Müslüman nüfusun yoğun olduğu birkaç yerleşim merkezi dışında hemen hemen hiç iş yapmadı. Fakat, dünyanın diğer ülkelerinde, özellikle de İslâm coğrafyasında gösterime girince, bir anda Arap dünyasının yıldızı oluvermiştim.

“Çağrı”, bana da Akkad'a da hem çok büyük bir şöhret, hem de ciddi paralar kazandırdı. Öyle ki bu çekici işbirliğini yinelemeyi dahi düşünür olduk ve birlikte yepyeni bir projenin hazırlıklarına giriştik. Yeni filmimizin hâmiliğini ise tıpkı bir önceki çalışmamızda olduğu gibi Libya lideri Muammer Kaddafi yapıyordu.

Kaddafi'nin, İtalyan diktatörü Mussolini'nin Libya'yı işgal girişimlerine karşı yıllarca süren büyük bir direniş hareketi başlatmış bedevî gerilla lideri Ömer Muhtar'a derin bir hayranlık duyduğunu daha önce işitmiştim. Ülkesini emperyalist saldırılardan kurtarması için halkı tarafından göreve çağrılan bu yaşlı hocanın akıl almaz bir tarihsel kişiliği vardı. Muhtar ata binmeyi bilmediği gibi, silahlardan da hiç anlamıyordu; fakat o bu yaşlı hâliyle Libya'nın en büyük umuduna dönüşmüştü.

Böyle bir rol, benim için de tek kelimeyle biçilmiş kaftandı. Yaşının yaşımı ve fiziğinin fiziğimi tutmasının dışında, benim gibi yaşlı bir köpeğin yeni numaralar öğrenmesi için vakit hiç de geç sayılmazdı.

Ve Kaddafi'nin de olurunu aldıktan sonra işe koyulduk. Akkad cömert olmasını bilen bir adamdı, Libyalı yetkililerle yapılan parasal görüşmelerde pastanın en büyük parçasını bana ayırmayı bildi. Kaddafi'ye filmi çölde çevirmek istediğini söylemişti; ancak çekimlerin yapılacağı yerde oyuncuları ve teknisyenleri barındırabileceği herhangi bir tesis yoktu. Böylece, çölün orta yerine bungalovlar, tenis alanları, yüzme havuzları ve daha bir sürü konforun bulunduğu kocaman bir tatil köyü inşâ edilecekti.

“Ömer Muhtar”ın yapım süreci hem çok sıkıntılı, hem de çok eğlenceli olaylarla geçti. Aylar süren çekim çalışmaları sırasında çekirdek ekip olarak bizler daha çok Trablusgarp'da merkez bürosu olarak kullandığımız Beach Otel'de konaklıyorduk. Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Yaser Arafat da hemen bitişiğimdeki süitte kalmaktaydı. Öyle ki zaman zaman aynı asansörle yukarı çıkıp, koridoru aynı anda yürüyerek odalarımıza çekildiğimiz bile oluyordu. İşte, bu karşılaşmalarımız sırasında anladım ki benim özel hayatımdaki İsrail yanlısı tutumumu Arafat da çok iyi biliyor ve bundan dolayı aramıza büyük bir titizlikle mesafe koyuyordu.

Bir süre sonra Arafat ile biraz daha senli benli olduk. Fakat, Filistinli lider şahsıma karşı her zaman en üst düzeyde saygılı olmakla birlikte, aradaki bu mesafeyi çekimler bitene kadar hiç kapatmadı. Sözgelimi, beni karargâh olarak kullandığı o geniş süitine sohbet etmek üzere bir kez bile davet etmemiştir. Asansör ve koridorlardaki konuşmalarımız da çoğu kez havadan sudan mevzûlardan öteye geçmiyordu.

O'nu son derece aydın ve canayakın bir insan olarak tanıdım. Her zaman güleryüzlü ve kibardı, dahası çok da şakacıydı. Uluslararası politika arenasının en gizemli, aynı zamanda da en iyi korunan liderlerinden biriyle gayet sınırlı bile olsa böyle bir yakınlık kurabildiğimi düşündükçe, “Ben ne kadar da şanslı bir adammışım” diye düşünmekten kendim alamıyordum.

Sonunda çekimler bitti ve Libya'dan ayrıldık, 1981 yılı yazında da “Ömer Muhtar” gösterime girdi. Sonuç mutlak bir saygınlık ve başarıydı. Film, kolayca tahmin edilebilecek nedenlerden dolayı hiçbir ciddi ödül alamasa da bütün zamanların en iyi Arap filmlerinden biri olmayı başarmıştı. Bana göre hâlâ da öyledir. Bugün bile, dünyanın pek çok yerinde, canlandırdığım diğer onca karakterden ziyade Ömer Muhtar olarak tanınıyorum, insanlar sırf bu yüzden yolumu çevirip bana sevgiyle sarılıyorlar. ABD'de böyle duygusal anlara çok nadiren tanık olursunuz. Ancak, gittiğim diğer ülkelerde benim adım Alexis Zorba'dan, Eufemia Zapata'dan veya güçlü adam Zampanao'dan daha fazla Hz. Hamza ve Ömer Muhtar ile özdeşleşmiştir. Bu da beni olanca sıcaklığıyla bağrına basan Arap halkının bir armağanıdır.

Böylece, Akkad'ın beni arayıp önüme koyduğu cazip teklifle başlayan o ilişkiler zinciri sonucunda, otomatikman mesleğimin bir sonraki aşamasına geçmiş oluyordum. Artık beyazperdede yaşını başını almış olgun karakterleri oynayacaktım. Genç kızları tavlayan yakışıklı serüvenci dönemi bitmiş, bunu yerine onlara akıl veren soğukkanlı bir bilge gelmişti.

ANTHONY QUINN

(Asıl adı: Antonio Rodolfo Quinn Oaxaca)

1915-Chihuahua, Meksika / 2001-Boston, ABD

1995 yılında ülkemizde de yayımlanan “Tek Kişilik Tango” adlı biyografik kitabından alıntılanmıştır.