Güven'den senarist Okay'ın cenaze törenine ilişkin yorum: 'Bu ikiyüzlülük, ateiste de saygısızlık, İslâm'a da...'

İmam soruyordu Okay'ın cenazesindeki kalabalığa meselâ, 'Haklarınızı helâl ediyor musunuz?' diye... Hemen söyleyeyim, benim -çocukları evde onun senaryolarından son derece olumsuz etkilenen- bir vatandaş sıfatıyla görüş beyan etme hakkım var ise herkes şunu net olarak bilsin ki ben kendisine hakkımı helâl falan etmiyorum. Özel hayatında böyle duygusal bir İslâmî ritüel ile ta en başından itibaren sürekli alay etmiş olan Okay'ın öte âlemden bu olumsuz cevabıma kırılacağını da hiç sanmıyorum. Kendimi en az onun kadar dürüst ve tutarlı olmakla yükümlü görmekteyim. Dürüstlük ise kalbinizden geçeni eğip bükmeden söylemeyi gerektirir.

Yeni Şafak Yeni Şafak
Güven'den senarist Okay'ın cenaze törenine ilişkin

Yakalandığı kanser hastalığıyla savaşını kaybederek hafta başında (9 Nisan Pazartesi) vefât eden ve herhangi bir semavî dine bağlı olmadığı alenen bilinen ünlü televizyon senaristi Meral Okay'ın cenazesinin İslâm dininin ritüellerine uygun şekilde defnedilmesine ilişkin tartışmalar sürerken, bu konuda bir dizi haber yayımlayan Yeni Akit gazetesi benden de görüş aldı.

Yeni Akit muhabirlerinden gelen talep üzerine kendilerine yazılı olarak ilettiğim görüşlerim 12 Nisan Perşembe günü de anılan gazetede özetlenmiş biçimiyle yayımlandı. Aşağıda, bu konuya ilişkin olarak yaptığım basın açıklamasının tam metnini okuyabilirsiniz.

* * *

Yaşadığı son saniyeye ve aldığı son nefese kadar, Meral Okay benim açımdan ideolojik bir muhalifti. Kendisini de televizyon ekranlarından ve gazetedeki köşemden, bilhassa Kanuni Sultan Süleyman“Muhteşem Yüzyıl” adlı dizide büründürdüğü “soytarı” kimlik nedeniyle pek çok kez eleştirmişliğim söz konusudur.

Ancak, muhatabımız ağır bir hastalık geçirdi, bunun sonucunda da dünya hayatını tamamladı. Sahip olduğum ya da en azından olmaya çalıştığım Müslüman ahlâkı, bu dakikadan sonra artık onun hakkında yaşarkenki sert üslûbumla konuşmamı engelliyor. Ölümden sonra her ne olduğunu var sayıyorsa, o diyâra gitti. Yüce Allah, bu kulu ahiret hakkında her ne düşünmüş ve dilemişse kalbine göre versin.

Öte yandan, Okay'ın vefâtı, bizim Cumhuriyet tarihi boyunca ateist gazetecilerin, sanatçıların, bilim insanlarının cenazelerinde yaşanan bazı mide bulandırıcı ikiyüzlülükleri eleştirmemize de bir engel teşkil etmez. Türkiye'nin aydın çevrelerinde gerçekleşen ölüm olaylarında artık klasiğe dönüşmüş bir manzaradır bu Hayatının hiçbir döneminde dinsel değerlere inanmadığı herkesçe pek iyi bilinen, dahası bunu eserlerinde, röportajlarında, günlük konuşmalarında da açık açık beyan etmiş er kişi ya da hatun kişi ölür; bir bakarsınız cenazesinde sanki bu insan ömrü boyunca o kutsal değerlerle hiç mücadele etmemiş gibi imamlar duygusal triplere girer, milleti ağlatır, kitleden İslâmî bir jargon kullanarak helâllik ister.

Oysa, bir ateistin tabutunun üzerine, asla inanmadığı bir dinin asla inanmadığı bir âyeti yazılı olan o yeşil örtü asla örtülemez. Sözgelimi, ben bir Müslüman olarak tabutumun üzerinde Marks'tan, Lenin'den, Stalin'den, bölücübaşı Apo'dan bir özdeyiş olması gibi bir ihtimâlin esprisine bile tahammül edemiyorum.

Meral Okay da yaşarken ateistliğini açıkça ve defalarca deklare etmişti. Dahası, “Beni İslâmî geleneklere göre defnetmeyin, bedenimi yakın” demişti. Ki bence bu son derece namuslu bir tavır; ayrıca onun İslâmî temeller üzerine kurulmuş Osmanlı Devleti ve bu devletin tarihsel serüvenindeki en önemli liderlerden biri olan Kanunî Sultan Süleyman da dahil din, kültür ve tarihimize ilişkin pek çok hassas konuya bakış açısını da mükemmelen ortaya koyuyor.

Pekiyi, bu yazar hanım olanca dürüstlüğü içinde yaşayıp ölmüşken, onun cesedi üzerinden bu kadar pespaye, bu denli ikiyüzlü bir İslâmî duygusallık rüzgârı estirmeye kimin hakkı olabilir?

Bu yüzden diyorum ki, Türkiye'de nasıl ki İslâmiyet dışındaki dinlerin mensuplarına hizmet veren farklı farklı cenaze evleri, defin işlerini yürüten profesyonel şirketler var ise, ateistler için de onların son isteklerine uygun ritüeller gerçekleştirecek bir özel şirket ya da bizzat devlet eliyle bir belediye birimi kurulmalıdır. Hiç olmazsa kent merkezlerinde… En başta da bir “krematoryum”, yani vasiyeti bu yönde olan ölülerin yakıldığı bir tesis kurulması gerekiyor. Böylece, son örnekteki gibi kemikleşmiş ikiyüzlülüklerden hep birlikte kurtuluruz, herkes kendisi ve akrabalarının gönlünce ya toprağa verilir ya da külleri yüksekçe bir yerden dağlara, denizlere savrulur.

İyi hatırlıyorum, ünlü sopranomuz Leyla Gencer de birkaç yıl önce aynı şeyi vasiyet etmişti. Aziz Nesin ise “Beni hiçbir dinî tören yapmadan direkt olarak vakfımın bahçesine gömün” demişti. Ancak, devletin ve yerel yönetimlerin fiilî olarak böyle ekstrem durumlara karşı herhangi bir hazırlığı olmadığından dolayı, hepsinde de benzer krizler yaşanmıştı. Oysa, bunlar bana göre son derece dürüstçe tavırlar; hiçbir ateistin millete hoş görüneceğim diye kıvırmasına gerek yok. İslâm dinine bağlılık, canınız istediğinde elinize alıp bir süre oyalandığınız, sonra da sıkılınca kaldırıp kenara attığınız bir tür "oyuncak" değildir. Kaldı ki herkesi kandırmayı başarsanız bile Allah'ı kandıramazsınız.

Bütün iyi niyetim ve objektifliğimle bir kez daha tekrar ediyorum:

Öldükten sonra moleküllerine ayrılıp toprak olacağını düşünen, ölümden sonra ebedî bir hayata kesinlikle inanmayan birine ve onunla benzer görüşlere sahip olan bir çevreye cami avlularında uzun uzadıya dualar, Fatiha'lar, Ayet-el-Kürsî'ler dinletmek, yaptığı işin baştan aşağıya sakat olduğunu bilen bir cenaze imamını orta yere dikip Müslüman ahkâmı üzerinden bir vedâ töreni düzenletmek o ölüye de saygısızlıktır, yıllarca dinin incelikleri üzerine eğitim almış olan o zavallı imama da, orada Kur'an'dan bölümleri duyunca cin çarpmışa dönen kalabalığa da…

Kişilerin ölmeden önce hazırladıkları yazılı ve sözlü vasiyetler esas alınarak, dinsizlik dahil istisnasız her dinin ve inanış biçiminin mensuplarına öldüklerinde nasıl gömülmek istiyorlarsa öyle muamele edilmeli… Dahası, nüfus kâğıdında bulunan “din” bölümü de öyle çocukken anne-baba tarafından falan değil, kişi 18 yaşına bastıktan sonra nüfus müdürlüklerinde tamamen kendi özgür iradesiyle, kişisel beyanıyla doldurulmalı… Ayrıca kişiye hayatının değişik evrelerinde bu hanede yazılı olan tercihini değiştirme hakkı da tanınmalı…

Din, tıpkı kişinin adı-soyadı, milliyeti, mesleği, politik tercihi gibi çok hassas bir konu, hattâ bana göre saydıklarımın tümünden daha önemli bir kimlik ve idiyet simgesi… Biz ise devlet olarak Cumhuriyet düzeninde bu konunun iyice suyunu çıkarmış durumdayız. Meral Okay'ın cenazesinde yaşanan ikiyüzlülük bu işin artık böyle gidemeyeceğini de göstermiş oldu.

İmam soruyordu orada kalabalığa meselâ, “Haklarınızı helâl ediyor musunuz?” diye Hemen söyleyeyim, benim -çocukları evde onun senaryolarından son derece olumsuz etkilenen- bir vatandaş sıfatıyla görüş beyan etme hakkım var ise herkes şunu net olarak bilsin ki ben kendisine hakkımı helâl falan etmiyorum. Özel hayatında böyle duygusal bir İslâmî ritüel ile ta en başından itibaren sürekli alay etmiş olan Okay'ın öte âlemden bu olumsuz cevabıma kırılacağını da hiç sanmıyorum. Kendimi en az onun kadar dürüst ve tutarlı olmakla yükümlü görmekteyim. Dürüstlük ise kalbinizden geçeni eğip bükmeden söylemeyi gerektirir.

Umarım, bu ülkenin karşı mahalleye cici ve demokrat görünmek uğruna orada burada Meral Okay'ın ölümüne ağlaşan kimi zıvanadan çıkmış ultra-entel zamâne Müslümanları da ateistlerin öteden beri sergiledikleri bu ödünsüz dürüstlük mertebesine tez zamanda erişirler.

* * *

MERAL OKAY (1959-2012): Toprağı bol olsun