İslâm coğrafyasındaki petrolün Batılılarca yağmalanışının hikâyesi

'Ateş Savaşı', 'Gülün Adı', 'Ayı' ve 'Tibet'te 7 Yıl' gibi yapıtlarıyla adı 1980'lerin ortalarından itibaren Avrupa sinemasının yetiştirdiği en değerli yönetmenler arasında anılmaya başlanan, fakat sonrasında ise uzunca bir durgunluk dönemine giren Fransız usta Jean-Jacques Annaud, şânına yaraşır nitelikte, her karesi “tablo” gibi bir filmle yıllar sonra yeniden karşımızda… 'Kara Altın', her ne kadar zaman zaman Hollywood'un Doğu kültürüne ilişkin klişelerine meyil etse de sonuç olarak bilhassa teknik ve estetik yetkinliğiyle ilgiye değer bir gösteri…

Ali Murat Güven Yeni Şafak
İslâm coğrafyasındaki petrolün Batılılarca yağmala
alimuratg@yahoo.com

KARA ALTIN (Black Gold)

Yapım Yılı ve Ülkesi: 2011, Fransa-İtalya-Katar-Tunus ortak yapımı

Türü ve Süresi: Yakın tarih (1930'ların Ortadoğu'su) odaklı drama, 130 dakika

Bütçesi: 40 milyon Euro

Gösterim Formatı: 35 mm standart sinema filmi

Perdedeki Resim Oranı: 2.35:1 / Genişperde-Widescreen

Türkiye'de Gösterime Sunulan Kopya Sayısı: 41

Seslendirme Dili: İngilizce (Ülkemizde Türkçe altyazılı olarak gösterilmektedir)

Yapımcı: Tarık Ben Ammar

Yönetmen: Jean-Jacques Annaud

Senaristler: (İsviçreli yazar Hans Ruesch'in “Arab” adlı romanından uyarlamayla) Alain Godard, Jean-Jacques Annaud, Menno Meyjes

Görüntü Yönetmeni: Jean-Marie Dreujou

Özgün Müzik Bestecisi: James Horner

Kurgucu: Hervé Schneid

Yapım Tasarımcısı: Pierre Quefféléan

Set Dekoratörü: Fabienne Guillot

Kostüm Tasarımcısı: Fabio Perrone

Makyaj Ve Saç Tasarımcısı: Dominique Colladant

Oyuncuları: Antonio Banderas (Emir Nesib), Mark Strong (Sultan Amar), Freida Pinto (Prenses Leyla), Tahar Rahim (Prens Auda), Riz Ahmed (Ali), Akın Gazi (Prens Salih), Liya Kebede (Ayşe), Corey Johnson (Thurkettle), Jan Udin (İbn-î İdris), Jamal Awar (Khoz Ahmed), Eriq Ebouaney (Hasan Dakhil), Lotfi Dziri (Şeyh Ben-i Sırrı)

İthalatçı Şirket: Özen Film

Dağıtıcı Şirket: Özen Film

İçerik Uyarıları: Birkaç sahnesinde yüzeysel cinsellik ve pek çok sahnesinde de bu tür tarihsel filmlere özgü şiddet gösterileri içermesinden dolayı, 15 yaşından küçük izleyiciler için uygun bir yapım değildir.

Ailece izlenebilir mi? ŞARTLI EVET / 15+ (Ailenin küçük üyelerinin en az 15 yaşında ve daha büyük olmaları şartıyla)

Filmin Yeni Şafak-Sinema Puanı: (4 yıldız üzerinden) * * *

Resmî İnternet Sitesi ve Fragmanı: www.blackgold-themovie.com

::::::::::::::::::::::::::::::

FİLMİN KONUSU: 20'nci yüzyılın başlarında, Arabistan yarımadası Acımasız çöl güneşinin altında iki büyük Arap kabilesi karşı karşıyadır. Savaşçılarının çöl kumlarını yıkayan kanlarıyla zaferler kazanan Hobeika Emiri Nesib ve amansız rakibi Salmaah Sultanı Amar, bitmek tükenmek bilmez çatışmaların ardından, en sonunda bir barış antlaşması yaparlar. Her iki taraf da “Sarı Kuşak” adını verdikleri, üzerinde hiç kimsenin yaşamadığı topraklar üzerinde herhangi bir hak iddia etmemeye karar vermişlerdir. Karşılığında ise Nesib, o dönemin kabile yasalarına göre Amar'ın iki oğlunu kendi evladı gibi büyütecek, Prens Salih ve Prens Auda iki kabile için de birbirlerinin topraklarını işgal etmemeleri konusunda garanti olacaklardır. Ancak, yıllar geçip çocuklar büyüdüğünde, bunlardan yenilmez bir savaşçıya dönüşen Salih altın kafesinden kaçarak baba evine geri dönmeyi arzulamaya başlar. Auda ise kendisini yalnızca kitaplara ve bilgiye adamıştır.

O sırada, Nesib'in ülkesini ziyaret etmek üzere ABD'den çıkagelen bir petrolcü, Emir'in hayâl bile edemeyeceği kadar büyük değer taşıyan petrol rezervleri olduğunu söyler. Fakat, ortada çok önemli bir sorun vardır ki söz konusu rezervler yıllar önce her iki bölgesel liderin de asla işgal etmeyeceklerine dair barış anlaşması imzaladıkları “Sarı Kuşak”tadır. Babasının yanına dönmeye çalışırken öldürülen Salih, iki adamın arasındaki ilişkileri yeniden gerginleştirir. Bölgede bozulan barışı bir kez daha tesis etmek üzere, Nesib'in güzel kızı Prenses Leyla ile Prens Auda'nın evlenmesine karar verilir. Gençlerin henüz çocukluklarında başlayan aşkları, aralarındaki dostluk hukuku son derece hassas dengeler üzerine kurulu her iki kabile için de yepyeni bir başlangıç olacaktır. Fakat kalıcı barış hedefinin hayata geçebilmesi için karşılarında üstesinden gelmeleri gereken çok büyük bir belâ vardır. Bu da Doğu'nun zengin petrol yataklarına sahip olma hırsıyla akla gelebilecek her türlü kötülüğü yapmaya hazır durumdaki Batı emperyalizmidir.

::::::::::::::::::::::::::::::

Jean-Jacques Annaud, ilk kez bundan 30 yıl kadar önce, bendeniz henüz çiçeği burnunda bir sinema meraklısıyken Türkiye'de gösterime sunulan “Ateş Savaşı” adlı filmiyle keşfedip özgün stiline hayran kaldığım, sonraki yıllarda da kendisini sürekli yakından takip etmeye çalıştığım bir Fransız sinemacı… Annaud, tarih öncesi çağlarda iki kabilenin o çağların en büyük nimeti "ateş"e ulaşabilmek için verdiği amansız mücadeleyi anlatan, günümüzde artık bir klasiğe dönüşmüş durumdaki o unutulmaz “diyalogsuz” yapıtının ardından, 1986'da İtalyan yazar Umberto Eco'nun aynı adlı romanından beyazperdeye uyarladığı “Gülün Adı” ve bizler daha o müthiş uyarlamanın şokunu üzerimizden atamamışken 1988'de beyazperdeye yansıyan “Ayı”sı ile tek atımlık baruta sahip bir sinemacı olmadığını cümle âleme göstererek Avrupa sinemasındaki saygın konumunu iyiden iyiye perçinlemişti.

Fakat, sözünü ettiğim üç filmde; binlerce yıl önce yaşamış yabanıl insanların -çıkardıkları homurtular haricinde- tek kelime bile konuşmadıkları bir anlatıya dünyaları sığdıran, Ortaçağ'da geçen kasvetli bir kilise entrikasına James Bond filmlerinden bile daha sürükleyici bir serüven ve gerilim boyutu kazandıran, biri yavru diğeri erişkin iki gerçek ayıdan sinema tarihinin kaydettiği gelmiş geçmiş en başarılı oyunculuk gösterilerinden birini elde eden bu sıra dışı sanatçıya her ne olduysa oldu, kendisinin 1990'larda derin bir sessizliğe büründüğünü gördük. Gerçi, anılan dönemde sinemayı büsbütün de boşlamadı Annaud; 1992'de “Sevgili”, 1997'de ise “Tibet'te 7 Yıl” adlı, onu sevenleri belli ölçüde mutlu edebilen iki film daha çekti. Ancak, bunlar önceki on yılda elde ettiği görkemli çıkışı pekiştirecek düzeyde yapımlar değildi açıkçası…

2004'de, “Ayı”dan beri sinemada en büyük uzmanları arasında sayıldığı “hayvan oyunculu film” türüne âni bir geri dönüş yaparak, başrollerini iki küçük kaplan yavrusunun üstlendiği “İki Kardeş”i çeken Fransız usta, o filmiyle anılan türe meftun hassas kalpleri bir kez daha fethetti etmesine, ancak sonrasında ise piyasadan büsbütün çekiliverdi.

Hani, güzel Türkçemizde “Dönüşüm muhteşem olacak” diye pek hoş bir cümle kalıbı vardır ya; işte, yapımcılığını Tunuslu medya imparatoru Tarık Bin Ammar'ın üstlendiği 40 milyon Euro bütçeli yakın tarih draması “Kara Altın” da her karesi âdetâ tablo titizliğinde işlenmiş filmleriyle tanıyıp sevdiğimiz bu seçkin sinemacının beyazperdeye iddialı bir şekilde geri dönüşünü haberliyor.

ABD'den Tunus'a, İngiltere'den Türkiye'ye (evet, filmin başrollerinden birinde Kıbrıs Türk'ü genç bir sanatçı, Akın Gâzi de var) rengârenk bir oyuncu kadrosuna ev sahipliği yapan “Kara Altın”, geniş perde objektiflerin bütün olanaklarını sonuna kadar kullanan usta işi görüntü yönetimi, göz kamaştıran kostüm ve makyajları, dahası film müziği alanının çağdaş guruları arasında yer alan iki Oscar'lı Amerikalı besteci James Horner (“Yaratık-2”, “Cesur Yürek”, “Apollo 13”, “Titanic”, “Avatar”) tarafından hazırlanmış etkileyici müzikal temalarıyla, bünyesinde “yüksek düzeyli sinema”nın bütün elementlerini fazlasıyla barındırıyor.

Öte yandan, filmin -yapımcısı ve önde gelen bazı oyuncularının Müslüman-Arap olmasının da muhtemel etkisiyle- Ortadoğu kültürüne, Arap-İslâm geleneklerine ve en önemlisi İslâm'a bakışı da büyük ölçüde sağlıklı bir rotada ilerlemekte… Gerçi, hikâye zaman zaman Hollywood fabrikasının “Doğu egzotizmi”ne yönelik kimi beylik klişelerine prim vermiyor da değil; ancak gerek yapımcının gerekse yönetmenin böylesi klasik numaralara neden başvurduğunu anlamak o kadar güç olmasa gerek. Tıpkı, rahmetli Mustafa Akkad'ın yıllar önce “Çağrı” ve “Ömer Muhtar”da yaptığı, bir noktadan sonra yapmak zorunda kaldığı gibi, Doğu'ya ilişkin bir hikâyeyi yalnızca Doğu coğrafyasındaki insanların beğeniyle izleyeceği dar çerçeveli bir sinemasal gösteri olmaktan çıkartıp küresel ölçekteki izleyiciye, özellikle -çok ciddi bir gişe potansiyeli anlamına gelen- Batılı sinemaseverlere de beğendirebilmek için “epik” türünün artık iyice kemikleşmiş bazı şablonlarına başvurmak zorundasınız. Ki ana hikâyenin içine katılan duygusal alt-hikâyeler, yoğun bir egzotizmle beslenmiş tutkulu aşklar, Avrupa-Amerika izleyicisinin perdede gördüğünde yadırgamayacağı türden “tanıdık”, fiziksel albenisi yüksek kadın-erkek yüzler, bütün bu unsurların üzerini kaplayan serüvenci-aksiyoner bir tempo olmaksızın çekilecek her türlü tarihsel drama, tıpkı İran sinemasının uzun yıllardır kendisinin çekip yalnızca kendisinin izlediği dinsel-tarihsel filmlerdeki gibi aşırı teatral, didaktik ve giderek tatsız bir kimliğe bürünmeye mahkûm… Bu projeye Avrupa kıtasında kolay kolay benzerini görmediğimiz düzeyde bir bütçe döken işbilir yapımcı Tarık Bin Ammar ve yönetmeni Jean-Jacques Annaud da sinema piyasasındaki genel havayı, gözleri ve bilinci Amerikan sineması tarafından tarafından bir yüzyıldır fena hâlde tektipleştirilmiş izleyicinin standart beğeni kalıplarını gayet iyi bildiklerinden dolayı, bana göre çaresizlikten ya da yeteneksizlikten falan değil, bütünüyle “çok izlenecek ve harcamasını geri alacak bir yapım” ortaya koyma kaygısıyla senaryoda “Hollywoodizasyon”a belli ölçüde prim vermişler. Ancak, yine de filmin genel atmosferinde, yüksek bir seyir zevki eşliğinde akıp giden anlatımında Annaud'un kişisel sinemasından izler bulabilmek mümkün…

Film sayısı açısından oldukça kalabalık bir hafta sonunda salonlarımıza konuk olan en iyi gösterilerden biri, hattâ birincisi… İspanya'nın Hollywood'a armağan ettiği “Latin lover” nâmlı yakışıklı Antonio Banderas'ı, ağırbaşlı bir Arap emiri olarak kafasında namaz takkesi, üzerinde Arap entarisiyle Kur'an okurken görmek için bile izlemeye değer doğrusu!

* * *

YENİ ŞAFAK SİNEMA SAYFASI / YILDIZ PUANLAMA TABLOSU

* * * *

(4 Yıldız) Sinemanın sanat kimliğini pekiştiren gerçek bir başyapıt… Kaçırmanız gerçekten de yazık olur.

* * * 1/2

(3,5 Yıldız) Oldukça başarılı bir film. Şartlarınızı zorlamak pahasına mutlaka görmelisiniz.

* * *

(3 Yıldız) Çoğu bölümüyle sanatsal bir derinlik ve lezzet yakalayabilen, kayıtsız kalınmayacak bir film. Ömrünüzden bir kaç saati vermeye değer…

* * 1/2

(2,5 Yıldız) Bazı bölümlerinde iyi bir filmin kalite standartlarına erişmeyi başarabiliyor; fakat bir bütün olarak bakıldığında ise sorunlu ve tam olmamış.

* *

(2 Yıldız) Hiç bir sanatsal değeri ve akılda kalıcılığı yok. Yalnızca zaman öldürmek için tüketilebilir. Ki zamanınıza önem verdiğimiz için bunu da pek önermiyoruz.

* 1/2

(1,5 Yıldız) Kötü bir film ve neden çekildiğini anlamak zor… Görmemeniz yararınıza olacaktır.

*

(1 Yıldız) Sinema sanatı adına utanç verici bir gösteri… Arkanıza bakmadan kaçın, sevdiklerinizi de uzak tutun!