Bana neden telefon açmadınız Vural Bey?

Haftalardır o anı, o geceyi bekliyordum; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'ndan "menfa" (Çünkü o, yeniden bu göreve seçilmemesini, ısrarla, bir tür kızak, sürgün, diskalifiye olarak değerlendirmek istiyor) mütekait başsavcının yapacağı açıklamalar, mesaisinin bir bölümünü ona "hukuk"u hatırlatmakla geçirmiş fakir için de ilginç olacaktı.

Vural Savaş, bir süre önce, "hukukçu" olmadığı, ideolojik asabiyyeti hukuka tercih ettiği için, hukuk hassasiyetini takdir ettiğimiz Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından yeniden Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı görevine uygun görülmemiş, "emekli"ye sevkedilmişti.

Sonrasını biliyorsunuz.

O da, görev süresi dolar dolmaz, yani 21 Ocak'ta, televizyona çıkıp önemli ifşaatlarda bulunacağını açıklamıştı.

Sükut-u hayale uğradım.

Bildiğimiz Vural Savaş...

Dinlerken sıkıldım bile diyebilirim.

Hatta, ayıptır söylemesi, bir ara dalmışım, uyandığımda Vural Bey nasıl kibar, nasıl, nezih, nasıl hoşgörülü bir insan olduğunu anlatıyordu ballandıra ballandıra.

Herkes onu çok severmiş.

Muarızlarıyla bile hep dostluk çerçevesinde görüşürmüş.

Örneğin, aleyhinde yazan Perihan Mağden'i telefonla aramış.

Fehmi Koru'yu kimi konularda bilgilendirmiş.

Peki beni neden hiç aramadınız Vural Bey?

Neden, daha önce müteaddit defa gündeme getirdiğim halde, sorularıma cevap vermediniz, neden beni bilgilendirmediniz?

Görevinizi ve yetkinizi aşmak pahasına, her fırsatta, her düzlemde, her vesileyle ölçüp biçmeden, tartmadan, akıl süzgecinden geçirmeden konuştunuz.

Evrak-ı sabıkanız kabardıkça kabardı.

RP'yi kapattırabilmek için gazetecileri "işbirliği"ne çağırmıştınız.

DSP hakkındaki işlemi "şık olmayacağı" gerekçesiyle ertelediğinizi açıklamıştınız.

Siirtliler'i "vatan haini" ve "düşman işbirlikçisi" ilan etmiştiniz.

312. maddeyi ıslah edeceğini söyleyen başbakanı, "darbe"yle korkutmuştunuz.

Meclis'i bile takmamıştınız, mesela....

Hakkınızda açılan soruşturma için TBMM komisyonuna gidip ifade vermeyeceğinizi beyan etmiş, "hiç kimseye hesap vermek zorunda olmadığınızı" söylemiştiniz.

Aydınları "artist olacağım diye kandırılan genç kızlara" benzetmiştiniz.

"Hukuk"tan, demokrasiden, yasalardan hazzettiğiniz pek söylenemezdi.

Yine Hulki Cevizoğlu'nun programında aynen şu cümleyi sarfetmiştiniz:

"Millet iradesiymiş, ıvır zıvırmış... Geçin efendim bunları, geçin..."

Şu vecize de zatıalinize aittir:

"Elimizde kala kala 312. madde kaldı. Bu da kaldırılırsa, parti kapatmaktan başka çaremiz kalmayacak..."

Başka?

Yasadışı yollardan elde edilmiş bir kaseti "ek delil" olarak Anayasa Mahkemesi'ne sunmuş; hızınızı alamamış, kapatma davası açtığınız partinin mensuplarını "habis ur" ve "kandan beslenen vampirler"e benzetmiştiniz.

Bu tavrınızın "hukuk adamı" sıfatıyla bağdaşmadığını söyleyenlere de şu "dehşetengiz" karşılığı vermiştiniz:

"İfadeyi güçlendirmek için bu benzetmeye başvurdum."

Nihayet sorumlu, sağduyulu, hukuka saygılı bir Cumhurbaşkanı çıktı ve "Yeter artık Vural Savaş, senin dönemin kapandı, çekil bir kenarda otur, musıkîyle uğraş, arşivinle haşır neşir ol, hukuku bundan sonra 'hukuk adamları' deruhte etsin..." dedi

Sizin "takım"da genetik bir özellik olsa gerek

DGM savcısı Nuh Mete Yüksel, amiri Cevdet Volkan'ı, "irticayla mücadelesini baltalamakla" suçluyordu. Aynı galat, aynı şablon, bakıyorum bugünlerde sizin dilinizde:

"Sezer irticacı adaya oy verdi..."

Daha önce, "Bırakın, boşverin, Vural Savaş'la uğraşmayın, düşene vurulmaz!" diye yazmıştım ya, son sözlerinize muttali olduktan sonra vazgeçtim.

Bu hamur daha çok su kaldıracak.

Öyle görünüyor...