T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
İsrail'le ilişki ve "Türk Borcu"

İsrail Savunma Bakanı Benyamin Ben-Eliezer yarın Türkiye'ye geliyor. Amerika'ya yapacağı ziyaretten iki hafta önce İsrail Savunma Bakanı'nın Ankara temasları münasebetiyle Haaretz gazetesinde "Türkiye: İsrail'in En Yakın İkinci Dostu" başlıklı bir yazı yayınlanmıştı. İsrail yetkilileri, Türkiye ile ilişkilerini "özel ilişki" olarak niteliyorlar. Bazıları bunu "stratejik ilişki" olarak da tanımlıyor.

Yine Haaretz'de yer alan yazıda, Arap ülkelerinin artık bu 'olgu'yu sindirmek zorunda kaldıklarına işaret ediliyor. Öyle ki, Arap ülkeleri bile Türkiye ile İsrail arasındaki 'özel ilişki'yi artık kabullenmek ve içlerine sindirmeye mecbur hissediyorlarmış. Haaretz'deki yazıda, bir süre önce Türkiye-İsrail-Amerika arasına yapılması tasarlanan ortak deniz tatbikatının Mısır'ın baskısıyla ertelenmiş olmasına karşılık, Konya semalarında yapılan üçlü hava tatbikatına aynı Mısır'ın ses çıkarmadığına değiniliyor. İsrail Dışişleri'nin eski Müsteşarı Alon Liel, başta Mısır, Arap ülkelerinin bu farklı tavrını Türkiye-İsrail ilişkilerinin artık "geri dönülmez bir gerçek" olarak algılanmış olmasına bağlıyor.

Söz konusu 'yakın ilişkiler'in en can alıcı veçhelerinden bir askeri alanda gerçekleşiyor. Türkiye'de 'siyaset kurumu' o kadar yıpranmış ve itibarsız bir durumda; buna karşılık 'askeri otorite'nin ağırlığı öylesine belirgin ki, Türkiye-İsrail ilişkilerinin 'geri dönülmez' niteliği büyük ölçüde 'asker güvencesi' altında bulunmasıyla izah edilebilir.

Ancak burada çok ilginç bir 'ayrıntı' var. Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkiler, ancak Amerika'nın da dahil olduğu bir 'üçlü çerçeve'de cereyan ederek, serpilip gelişiyor. 'Amerikan şemsiyesi'ni kaldırdığınız ya da 'Türkiye-AB yakınlaşması'nı sağladığınız anda, Türkiye-İsrail ilişkilerinin değeri, ister istemez, azalmak durumunda.

Bu 'ayrıntı'yı daha net biçimde şöyle de ifade edebiliriz: Türkiye ile Avrupa arasındaki 'mesafe' açıldığı ölçüde, Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkiler 'ısınmak' zorunda.

Duruma bu yönüyle bakıldığında, Türkiye-İsrail ilişkilerindeki her 'özel' hal, bunun bir 'stratejik ilişki' halini alması Türkiye'ye 'Avrupalı'laşmaktan uzaklaştırıp, 'Ortadoğulu'laştırıyor. 'Demokratik bir hukuk' devleti olma hedefi, bir 'güvenlik devleti' olmanın gölgesinde kalıyor. İçerde 'demokratikleşme' hedefi olanların, bu 'dış politika olgusu'ndan dikkatlerini kaçırmaması gerekiyor.

Türkiye ile İsrail arasında, Türkiye'yi bir 'güvenlik devleti' olarak konumlamaya müsait 'askeri yakınlaşma', Ben-Eliezer'in Ankara temaslarının asıl önemli yönünü oluşturuyor. Ben-Eliezer'in listesinde, Türkiye'nin elindeki Patton tanklarının İsrail işbirliğiyle yenilenmesi, İsrail'in Türk Hava Kuvvetleri'ne pilotsuz keşif uçakları sağlaması ve Türk ordusuna havadan karaya Popeye füzeleri ve Gil tanksavar roketlerinin verilmesi bulunuyor. Haaretz'e göre bunların toplam değeri 1 milyar doları geçiyor.

Amerikan Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, geçenlerdeki Ankara ziyaretinde Türkiye'nin İsrail'in sahip olduğu Arrow füzesavar savunma sistemine duyduğu ilgiyi desteklemiş. Bu sistem, balistik füzelere karşı bir korunma kalkanı sağlıyor. İsrail, bu konuda Türkiye'ye yapacağı yardım için 'Amerikan onayı' bekliyor.

Yine Haaretz'in besbelli İsrail yetkililerinden elde ettiği bilgiye göre, bu sistemin Türkiye'de geliştirilmesiyle, Türkiye'nin "uzun vadeli, ortak stratejik oyun planı'nı uygulaması yani İran ve Irak'tan kaynaklanan bir tehdit olan kitle imha savaşlarına karşı bir 'savunma şemsiyesi'nin kurulması mümkün olacak."

İşte bu 'bağlar', Türkiye-İsrail ilişkilerini 'geri dönülmez' yapıyor. Ancak, yine bu 'bağlar' hayli masraflı 'bağlar'. Türkiye'nin içinde yaşadığı amansız 'ekonomik kriz'de kamu harcamalarının kısılması 'olmazsa olmaz' şart. Kamu harcamalarının içindeki 'askeri harcamalar'ın payı, 'bankacılık reformu'nun payından daha aşağı sayılmaz. Gerçi Genelkurmay, 19.2 milyar dolarlık bir 'feragat'ta bulundu ama bu meblağ önümüzdeki yıllara ilişkin projelerle ilgili. Önemli olan 'cari harcamalar'la ilgili kısıntı. Bu konuda bir bilgi yok. Tabii ki, bu konu itibarını yitirmiş bir 'siyaset kurumu'nun uğraşabileceği bir konu değil.

Türkiye'nin bugün içine düştüğü 'borç kapanı', 19.yüzyıl sonlarını andırıyor. İsrail'in 'fikir babası' ve Siyonizm'in kurucusu Theodore Herzl, o dönemde Türkiye'ye (Osmanlı İmparatorluğu) yakınlaşmıştı. Theodore Herzl'in 1941 baskılı bir biyografisi var. Şu satırları okumak ilginç geldi:

"Sultan'ın danışmanlarına sunduğu plan çok basitti ve Judenstaat'ta bundan söz etmişti. Ondokuzuncu yüzyılın ortalarından beri Türk maliyesi şok edici berbat bir durumdaydı. 1881'in sonundan itibaren ülkenin toplam dış borcu 253 milyon İngiliz Sterlini gibi muazzam bir rakama erişmişti. 1881 sonunda Türk Borcu (bu kavram ondokuzuncu yüzyıl sonuna doğru Avrupa politikasının bilinen terimlerinden biri olmuştu) kredi verenlerin bir birliği tarafından konsolide edildi ve 106 milyon sterline indirildi ama borcun yönetimi Düyun-u Umumiye adıyla birilen borç verenlerin bir kuruluna devredildi… Herzl, Türkiye'nin gerçek bağımsızlığının sağlanması için sadece Yahudiler'in kullanılabileceği düşüncesindeydi. Eğer Filistin bir bağımsız devlet olarak kendilerine verilirse, onlarda Türk maliyesinin regülasyonu ve normalleşmesi işini üstlenebilir ve ülkeyi yabancı mali kontrolden kurtarabilirlerdi."

Aradan 120 yıl geçmiş. Bugünle bir 'paralellik' kurmak anlamsız olabilir ama İsrail'in Türkiye'yi 'IMF kontrolü'nden kurtarmak için önerisi ve bunun bir 'siyasi fiyatı' var mı, merak ediyorum. Merak işte…


8 Temmuz 2001
Pazar
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED