AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Tartışıyoruz, ama nece tartışıyoruz?

Tartışma özürlü olduğumuz biliniyor da, tartışıyormuş gibi görünüp akılları bu kadar karıştırma mârifeti bizim için bile bir rekor. Tartışma âdâbını bilmemek yüzünden 'fırsatlar' önümüze 'tehlike' olarak sunulabiliyor, 'tehlikeler' ise gözümüze 'fırsat' şeklinde görünebiliyor. Geçmişte kaçırdığımız fırsatların haddi hesabı yok; bu durumda gelecekten de endişe etmemiz yadırganmamalı: Kıbrıs üzerine tartışmaları gerçek zeminine oturtamazsak daldaki kuşların hepsini kaçıracağız...

Kıbrıs'ı 1950'ler boyunca tartıştığımız sırada dünyanın hâli ve Türkiye'nin o dünya içindeki yeri sonraki dönemlerden çok farklıydı. 1974 öncesi ve sonrasının şartları ise daha farklı bir tartışma zemini oluşturdu. O dönemin basını, ilk tartışma döneminin sonucu olan Londra ve Zürih anlaşmaları üzerinde hayıflanmalarla doludur. Tıpkı bugünden geriye bakıldığında, "Keşke..." ile başlayan pek çok cümle sarf edilebildiği gibi... Kaçan fırsatların ardından göz yaşı dökmeyi iyi biliyoruz; ancak bir kez olsun, konuyu 'doğru' bir zeminde tartışalım ve alacağımız tavır bizi yeniden pişman etmesin...

Türkiye Avrupa Birliği'ne (AB) üye olmak isteyen ve gelecek yıl sonunda müzakerelere başlama umudunda bir ülke bugün; Kıbrıs'ın Rum kesimi ise 1 Mayıs 2004 tarihinde AB'ye üye oluyor. Her ikisi de geçmişte hiçbir dönemde yaşanmamış birer 'fiilî durum' bunların... Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkiler de, epeydir, olumlu yönde gelişiyor; düşmanlığın yerini dostluk aldı... NATO'da müttefikimiz Yunanistan, Türkiye ile AB'de içinde de birlikte bulunma arzusunda. Washington da, Türkiye'nin AB üyesi olmasını arzu ettiğini her fırsatta açıklamış bulunuyor.

Bu, 'durum' ile ilgili birinci tespit. İkinci tespit de en az ilki kadar önemli: Türk dış politikasını çizenler, çeşitli iktidarlar döneminde attıkları adımlarla bugünlerde karşımıza çıkan 'açmazı' hazırlamış oldular. 1995'te işbaşında bulunan Tansu Çiller Hükümeti, Türkiye'yi AB ile 'gümrük birliği' içine soktu. Bu sebeple, 1 Mayıs 2004 tarihinden sonra, Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti ile resmî ilişki kurmak zorunda; içinde Türkler bulunsun bulunmasın... 10 Aralık 1999 tarihli Helsinki Zirvesi'ne katılan Başbakan Bülent Ecevit ile Kıbrıs'tan sorumlu devlet bakanı Şükrü Sina Gürel, Kıbrıs'ı Rum kesiminin temsil ettiğini kabul eden belgelere imza attılar. Kıbrıs'ın Türkler olmaksızın da AB üyeliğini kazanabilmesinin yolunu Ecevit-Gürel ikilisi açtı. Yunanistan ile Ege sorununu müzakerelerle çözme, çözememe durumunda Lahey Adalet Divanı'nın yargı hakkını kabul etme tâvizi de Ecevit Hükümetinin... 'Geçmişe ait' bu politik kararlarla Türkiye'nin manevra alanı kısıtlanmış durumda 'bugün'.

Ak Parti Hükümetinin önünde fazla bir seçenek yok; geçmişte alınmış kararlar istikametinde ilerlememesi AB üyeliğini tehlikeye düşürmekten başka bir işe yaramaz. Kıbrıs sorunu AB ve ABD'nin gündeminden düşmediği gibi, genel sekreterin adını ödünç verdiği plan reddedildiği için BM daha fazla işin içine girer. BM ve AB tarafından sıkıştırılan Türkiye ile Kıbrıs Türklerinin ABD'den ilgi ve sempati görmesini beklemek abestir. Öyle bir durumda, Türkiye'nin, tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar 'yalnızlaşması' kaçınılmaz görünüyor. Yalnızlaşmış bir Türkiye'nin, Kıbrıs ile ilgili tezlerini dünyaya kabul ettirmesi bir yana, savunacak zemin bulması bile imkânsızdır.

Bu 'gerçekler' ortada dururken, Türkiye'nin bugün karşı karşıya kaldığı açmazda siyasetçi ve bürokrat olarak katkıda bulunmuşların bir bölümünün, "Çözüme hayır" kampanyası açmalarını anlamakta zorlanıyoruz. Siyasetçiler, bunu, muhtemelen siyasî çıkar hesabıyla yapıyorlar; ancak şunu bilmeliler: Geçmişteki tavırları bugün Türkiye'ye zarar verdiği gibi, bugünkü tavırları da yarınımızı karartacak bir etkiye sahip.

Aslında, hangi kisve altında yürütülürse yürütülsün, Türkiye'yi Kıbrıs sorununda 'uzlaşmaz' göstermeye yarayan kampanyanın tek bir amacı olduğu açık: AB yolunda yürüyüşünü engellemek ve AB perspektifiyle ilişkisini koparmak... Hükümet bunca lâf kalabalığı arasında bu gerçeği fark edebilse daha sağlıklı bir söylem belirleyebilir. Rauf Denktaş'tan danışmanlarını değiştirmesi talebinde bulunan Başbakan Erdoğan, Kıbrıs konusunda kendisine akıl veren bürokratları geçmiş performansı sınavına tâbi tutabilir sözgelimi. Denktaş'ın danışmanları ile hükümete Kıbrıs konusunda akıl verenler arasında frekans farkı yok çünkü...

Tartışmak iyi elbette, ancak ana eksenden kopmadan yürütülen bir tartışmaysa...

« Geri Dön

 

20 Aralık 2003
Cumartesi
 
FEHMİ KORU


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED