AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Demirel, ABD ve E. Özkök…

Eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel 3 Kasım seçim sonuçlarını hiç beğenmedi. Beğenmediği, durduk yere hükümete ömür biçmesinden belli. İkinci tezkerenin oylandığı günleri hatırlayınız; Demirel, "Tezkerenin reddi hükümete güvensizlik oyu sayılır" görüşünü açıklamıştı. Hiç de öyle sayılmadı. Demirel şimdi de, ikinci tezkerenin ikinci kez gelişine takmış görünüyor…

Bir yayın organına şu sözleri söylemiş eski cumhurbaşkanı: "Türkiye ABD'ye, 'Irak'a bir harekât yapacaksanız sizinle oluruz' dediyse, bunu yerine getirmeli. 'Halkım razı değil, Meclisim razı değil' demek olmaz. İkinci kez tezkereyi geçiremezlerse, bunların iktidarı biter…" Demirel mantığına göre halka ve Meclis'in iradesine karşı çıkabilir bir hükümet, ama ABD'nin isteklerine karşı çıkamaz… Çıkarsa? Onu da söylemiş işte: "İktidarı biter…"

Cüneyt Arcayürek'in Çankaya günlerini anlattığı kitapları okuyanlar, Süleyman Demirel'in zihninde iki kurumun bütün düşünce sistemini kilitlediğini fark ederler: ABD ve asker… İktidarlarını hep ABD ve askeri kollamaya göre ayarlamıştır Demirel… Bu noktaya, iki kez darbeyle başını derde soktuktan ve ikisinin ardında da ABD gölgesi gördükten sonra mı gelmiştir, yoksa daha önceden de öyle düşündüğü halde tedbir alamadığından mı, bilinmez…

Ancak, bildiğimiz bir gerçek var: Demirel'in siyasî hayatı bu görüşünün fiilî tekzibidir… ABD'yi o kadar kollayan Demirel, bütün ihtiyatına ve iyi geçinme arzusuna rağmen, cumhurbaşkanlığında ikinci bir dönem daha kalmayı başaramadı… Kendisinden sonra gelen cumhurbaşkanı farklı bir üsluba sahip; Ak Parti ise, halkı ve Meclis'i her türlü başka mülâhazanın önüne koyan bir anlayışla iktidar etme niyetinde…

"Türkiye yeni bir demokrasi anlayışına geçti, bundan sonra öncesinden farklı bir dönem yaşanacak" diyorum, elli yılın politikacısı Süleyman Demirel'e bile anlatamıyorum…

Yeni hükümetin büyük çapta eski bakanlardan oluşması bazılarını çok şaşırttı. Özellikle, günlerdir, gazetelerinde 'bakan-toto' oynatanları… Oysa, bunda şaşılacak bir yön yok… İlk 'bakanlar kurulu listesi'ni Abdullah Gül Çankaya'ya çıkarmıştı, ama orada yer alan isimler, "Beraber seçtiler" denilse bile, büyük çapta Tayyip Erdoğan'ın tercihini yansıtıyordu… En kısa sürede liderini Meclis'e sokmaya kararlı Abdullah Gül, biraz da bugünleri düşünerek, ilk listenin oluşmasında son sözü Tayyip Bey'e bırakmıştı… Kendi hükümetini oluşturma sırası geldiğinde, Tayyip Erdoğan'ın, bugünkü gibi bir listeyle Çankaya'ya çıkmasında şaşılacak bir durum bulunmuyor…

Bana gayet doğal gelen bu durumun, 'bazı dostlarını' hükümette görmek isteyen Amerikalıları şaşırttığına ise yüzde 100 eminim… Ankara'daki Amerikan büyükelçiliği, 'içlerinden geçeni' seslendirenleri dinliyor epeyden beri; bu yüzden de Washington'a sürekli yanlış değerlendirmeler gönderiyor… Amerikan deyimiyle 'wishfull thinking' egemen elçilik değerlendirmelerine; aykırı görüş seslendirenlere çok kızılıyor… İleride bu günleri yazacak olanlar, ABD'nin Ankara Büyükelçiliği'nin Washington'a gönderdiği yazışmalara ulaşabilirlerse, hiç kuşkum yok, "Bu kadar da diplomatik saflık olur mu?" diye saçlarını başlarını yolacaklardır …

Geçen gün, öğle saatlerinde, ilginç bir olay yaşadım… Bir dostumla gittiğim Ankara'nın ünlü bir restoranında, bizden iki masa ötede, biraraya geleceklerini asla düşünemeyeceğim iki kişi birlikteydiler… Biri, Amerikan büyükelçiliğinin hemen her gün "Milletvekillerine adam adama markaj yaptığı" yolunda haberlere konu olan diplomatı (Hayır, "Alman soyadlı" olan değil), diğeri ise… Saadet Partisi'nin Necmettin Erbakan'dan hemen sonra gelen Recai Kutan'dan da önemli ismi… "İkinci tezkere için adam adama markaj" diyeceğim, ama diplomatın görüştüğü kişi milletvekili değil… Amerikalılar, herhalde, Saadet Partisi'nde işlerin nasıl gittiğini merak etmişlerdir…

Biz dışarı çıkarken Ak Partili bir bakan ile grup başkanvekillerinden biri aynı restorana giriyorlardı. Sonra ne oldu acaba?

Ak Partililer, restoranda karşılaştıkları Amerikalı diplomata, "Büyükelçi Pearson'un manşetlere tırmanan 'Bölgede 25 yıl kalabiliriz' sözleri nedir?" diye sormuşlar mıdır acaba? Yoksa, onlar da, benim gibi, Robert Pearson'a gelene kadar, onlarca ABD yetkilisinin ağzından dünya medyasına sıçrayan, ABD'nin, "Irak savaşından sonra çok uzun yıllar bölgede kalma" niyetini okuyup durdukları için, kopartılan gürültüye gülüp geçmişler midir?

Türkiye, medyanın görüntüsü açısından gerçekten garip bir ülke oldu. Herkes herkesle gazete sayfalarında kavga ediyor… Bir sütunda, GS'lı bir yazarın, kendisinden "Hıncal'ın çömezi" diye söz eden eski bir hakeme saldıran yazısını okudum ("Çömez" dediği için kızmıyordu yazar, hayır, "O benim övüncüm" diyordu hatta). Önce "Farklı gazete yazarlarının birbiriyle didişmesi" deyip geçtim; ancak sonradan her ikisinin de Hürriyet yazarı olduğunu öğrenmeyeyim mi? Aynı gazetede, farklı iki yazar daha, ilginç küfür sözcükleriyle bezeli başka bir savaş yürütüyor şu sıralarda… Hem de eldivensiz…

Ertuğrul Özkök, sonunda, gerçekten de "Dünyada eşi-benzeri bulunmaz" türden bir gazete üretmeyi başardı… Kendisini tebrik ediyorum.

Süleyman Demirel'den Ertuğrul Özkök'e uzanan bir çizgi olmalı… Ama ne?


16 Mart 2003
Pazar
 
TAHA KIVANÇ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED