T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 11 ARALIK 2005 PAZAR
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  Hayat
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Hayrettin KARAMAN

Kimlik meselesi

Kimlik konusu, işin içine siyaset karışınca "alt üst" oldu, her kafadan bir ses geliyor. Anayasaya bakarak bir çözüm getirmek isteyenler de bu metindeki ifade bozuklukları, tutarsızlıklar ve çelişkiler sebebiyle bir sonuç alamıyorlar. Milletimizin kimliği meselesi Cumhuriyetten önce uzun zaman tartışılmış, "kimliğin unsurlarının hangisi önde ve egemen, hangisi arkada ve tâbi olduğu" konusu, Türkçü, İslamcı, Batıcı gibi ideolojik guruplara göre değişik olmuştur. Cumhuriyetten sonra Türklüğün -şu veya bu manada- bütün halka ait kılınması problemsiz olmamış, demokrasi ilerledikçe itirazlar da daha yüksek sesle ifade edilir olmuştur. Bugün bir Kürt'e, "Sen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olma manasında Türksün" dendiği zaman buna itiraz etmezse mesele yoktur. İtiraz eder de "Bana T.C. vatandaşı olmak yeter, bu manada da Türk olmayı kabul etmiyorum, çünkü Türk bir etnik aidiyetin adıdır ve ben Kürt'üm" derse -ki, böyle diyenler az değil- o zaman problem oluşuyor.

Tartışmaların demokratik ortamda daha bir süre devam edeceği anlaşılıyor. Katkısı olur ümidiyle vaktiyle bu konuda yazdıklarımı biraz güncelleştirerek vermekte fayda görüyorum.

Kimliğin unsurlarına baktığımız ve mesela "Müslüman Türk milleti" dediğimiz zaman ortada üç unsur vardır: Müslümanlık, Türklük ve millet. Türklük tabiî ve fıtrî (yaratılıştan gelen), edinilmesi kişinin elinde ve iradesinde olmayan bir unsurdur. Müslümanlık ise tarihen sonradan edinilmiş, halen de edinilmesi kişinin irâde ve ihtiyarında bulunan bir unsurdur. Millet kelimesinin farklı manaları vardır. Ulus manasındaki millet oldukça yeni bir kavram olup, ulus devletin halkına "millet/ulus" denmektedir. Türkiye Cumhuriyeti bir ulus devlettir; bu ulus devletin dışında Türkler bulunduğu gibi bu ulus devletin halkı arasında da -etnik, sosyolojik, tarihi, kültürel… her ne denirse o bakımdan- Türk olmayanlar vardır. İşte bu halka mesela "TC.vatandaşı" değil de "Türk" dendiği zaman bir problematik oluşmaktadır.

Varoluş açısından bakıldığında müslümanlık kavimler, ırklar, mekânlar ve zamanlar üstüdür; varlığı belli bir ırka, kavme, zaman ve mekâna mahsûs ve bağlı değildir. Bugün yeryüzünde İslâm'ı din olarak seçmemiş, benimsememiş milletler vardır, bugün müslüman olan toplumlardan bazıları da -Allah korusun!- gelecekte İslâm'ı terkedebilirler, ancak bütün bunlara rağmen müslümanlık tarihi, kültürü, medeniyeti ve mensupları ile varlığını sürdürmüştür ve sürdürecektir. Türklük ile müslümanlık arasındaki varoluş bağı tartışmalı olmakla beraber tarihte İslâm'ı din olarak benimsememiş bulunan Türk boylarının ırkî ve kavmî özelliklerini de koruyamadıkları, zaman içinde köklü bir kültür değişimine uğradıkları görülmüştür.

Meşrûiyet ve değer açısından Türklüğe göre müslümanlık, bu kavmin oniki asır önce benimsediği, bağlandığı bir dindir. Türkler müslüman olduktan sonra millî değerlerinden önemli bir kayba uğramamışlar, buna karşı çok önemli kazançlar elde etmişler, İslâm'a yatkın fıtratlarını geliştirerek büyümüşler; öldürücü, yıkıcı, sömürücü olarak değil, adâlet, hakkaniyet, hizmet ve yüksek ahlâkî değerlerin temsilcisi olarak cihan hâkimiyeti mefkûresine ulaşmışlardır.

İslâm dîni fıtrîdir; insanın fert ve toplum olarak yaratılıştan gelen, tabîatı icabı olan vasıf ve özelliklerine uygundur, bunlarla örtüşmektedir. "Allah'ın insanlara yaratırken verdiği mahiyetten (fıtrattan) ibaret olan tevhid dînine kendini ver; sağlam din işte budur, fakat insanların çoğu bilmezler" (Rûm: 30/30) meâlindeki âyet fıtrat ile hak din arasındaki bağı ifade etmektedir. İnsan türünü diğerlerinden ayıran akıl, irade, estetik duygu gibi fıtrî özellikler yanında insan gruplarını, topluluklarını birbirinden ayıran özellikler de vardır. Kur'ân-ı Kerîm bunlardan ikisine işaret etmektedir: "Allah'ın işaretlerinden biri de sizi topraktan yaratmasıdır, sonra siz zaman içinde yeryüzüne yayılan insan nev'i oldunuz.... O'nun işaretlerinden biri de gökleri ve yeri yaratması ve sizin dillerinizin ve renklerinizin farklı olmasıdır. Bilenler için şüphesiz bunlarda büyük işaretler vardır." (Rûm: 30/20,22). İnsanlar bir kökten geldikleri halde yeryüzüne dağılıp çoğalıyorlar, dilleri ve renkleri farklı "alt neviler", gruplar oluşturuyorlar. Renk biyolojik farklılıklara, dil ise kültür farklarına işaret eden anahtar kelimelerdir. Yine âyette geçen "insanların dağılıp yerleştikleri yeryüzü" insan gruplarının bağlandığı, sahiplendiği toprağa; yani coğrafî unsura işaret etmektedir. Biyolojik, kültürel, coğrafî... özelliklerin bir araya getirdiği, birleştirdiği insan gruplarına Kur'ân-ı Kerîm'de "kavim" denilmektedir.

(Devam edecek.)

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi