T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 11 ARALIK 2005 PAZAR
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  Hayat
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

EKONOMİ-TOPLUM
Mustafa ÖZEL

İyi yönetici, en az yönetir!

Reco bir anlamda kurgusaldır. Reco'nun alt veya üst (!) kimliğini merak etmek yerine, kıssadan hisse çıkarmaya bakalım. Çünkü herkes onda kendinden bir parça buluyorsa, kurgulayan yazar amacına ulaşmıştır

Geçen haftaki yazım epey gürültü kopardı. Ağrılı hemşehrilerim Reco'nun kim olduğunu sorup duruyorlar. Roman gerçeği ile hayat gerçeği nasıl özdeş değilse; ayrıca, yerine göre roman gerçeği diğerinden "daha gerçek" ise, bizim Reco da öylesine gerçektir. Evet, Ağrılı veya Malatyalı, en az üç kahramanın bileşkesidir Reco. Nüfus cüzdanında Recep yazmıyorsa, bu onun hayalî bir varlık olduğunu göstermez. Tabiatıyla, kahramanımız bir anlamda kurgusaldır. Fakat herkes onda kendinden bir parça buluyorsa, onu kurgulayan yazar amacına ulaşmıştır. Reco'nun alt veya üst (!) kimliğini merak etmek yerine, kıssadan hisse çıkarmaya bakalım. Ben onun hayatından en az beş hisse çıkarıyorum:

1 "Başarılı olmak isteyen, vazgeçmeyi bilmeli." Tabii, bu cümleyi çok iyi tartmamız gerekiyor. Reco'nun liseyi terk etmesini esasen yüceltmiyorum. Onun gibi okulunu terkedenlerin bir çoğu hâlâ "sürünüyorlar". Mesele okulu terketmek değil; okulu veya başka bir şeyi niçin terkettiğini bilmek ve terk zamanı geldiğinde de gerekeni yapmaktır. İş ve siyaset hayatında, stratejinin özü terktir. Bir şeyi terketmeyen, başka bir şeye odaklanamaz.

ŞİRKETİN BAŞINA GEÇİN

Örnek verelim: Diyelim ki, çeyrek asırlık bir işletmenin patronusunuz. Çekirdekten yetiştiğiniz için, şirketin her yaptığından haberdarsınız ve her önemli karar sizin imzanızı taşıyor. Fakat, artık ölçek büyütmek veya yeni bir sektöre daha girmek ihtiyacı hissediyorsunuz. Yönetici ve danışmanlarınızla uzun toplantılardan sonra, yeni bir hamleye karar veriyorsunuz. Bu durumda, yapacağınız ilk iş, vazgeçmek olmalı. Ne'den vazgeçeceksiniz? Şirketin içinde olmaktan! Şirketin içinden çıkıp, şirketin başına geçmedikçe, yeni hamleye odaklanamazsınız. (İçinde olmakla başında olmak arasındaki fark, incelikli bir ayar meselesidir. Bu hususta kendisini asla ikna edemediğim fabrikatör Kenan Abi'ye göre, şirketi bir an önce iflas ettirmektir bu. "Bu üniversite hocaları bizi çok seviyorlar, cânım. Acı çekmemizi hiç istemiyorlar. Yahu, içindeyken yönetemiyorum; başına geçince nasıl yöneteceğim?")

2 "Hayat okulu, okulların en öğreticisidir." Üniversite mezunu bir kişi olarak elbette okul düşmanlığı yapacak değilim. Ayrıca, teorik (nazarî) bilginin önemine derinden inanan biriyim. Fakat gerek işte, gerek siyasette, hayatın okuldan daha öğretici olduğuna inanıyorum. Çocuk yüzlü büyük işadamı dostumuz Bahtıyar Bey de Sultan Hamam üniversitesinden mezundur. Bir gün, güya sayısız yanlışlarını sayıp döktüğümde, bana şöyle demişti: "Haklısın Hocam. Ben o yanlışları yapma cesaretini gösterdiğim için, bugün ... milyon dolar sermayem var. Hayat bize riske atılmayı, üniversite ise riske karşı kendimizi nasıl koruyacağımızı öğretiyor. Siz, ayağımı yorganıma göre uzatmamı istiyorsunuz. Fakat bunun için önce bir yorganım olmalı, değil mi?"

FARK MAHİYETTE

3 "Büyük işletme ile küçük işletme arasında derece farkı değil, mahiyet farkı vardır." Tıptan anlamam. Acaba bir bebeğin bünyesi ile yetişkin bir insanın bünyesi aynı mıdır? Elbette ikisi de insan olduğu için birçok ortak nokta vardır; fakat sayısız temel farklılığın da olduğu kanaatindeyim. İşletmeler de büyüdükçe adeta tanınmaz hale gelirler. (Aileler de böyle değil mi? Çocuklar büyüdükçe, "o eski güzel günler"in özlemi de büyür içimizde.) Reco da belli bir noktadan sonra işletmesini tanıyamaz duruma gelmiştir. Yeni duruma intibak edemezse, geçmişteki başarıları ne olursa olsun, tepe taklak gidecektir. Defterindeki şu sözü hatırlayalım: "Hiçbir şey başarı kadar çabuk eskimez."

4 "Risk almak eğitim meselesi değil, mizaç meselesidir." Üniversite yıllarının başarılı öğrencilerini hatırlıyorum. Boğaziçi'nde 4.00 üzerinden, 3.90'la filan mezun olanlar. Bunların büyük kısmı şurada burada departman yöneticisi oldular ve yıllar geçtikçe "az para, çok tecrübe" kazandılar. Vakitlerinin büyük bölümünü öğrenci kulüplerinde veya yasadışı örgütlerde geçiren, okulu zar zor 2.00 ortalamayla bitirenlerin önemli bir kısmı ise bugün ya çok büyük işadamı veya holding CEO'sudurlar. Teorik bilgileri yetersiz olabilir, fakat daha öğrenciyken insanları örgütlemeyi öğrendiklerinden, iş hayatında çok hızlı mesafe kat ettiler ("az tecrübe, çok para" kazandılar!)

Problem şu: Kendileri risksever olan girişimciler, özellikle eğitim düzeyleri düşük ise, yöneticilerinin kendileri gibi olmamasından sürekli yakınırlar. Reco da adamlarından şikâyetçidir. Ben gövdemi taşın altına soktum, fakat onlar parmaklarını bile sokmuyorlar, diyor. Kendisine verdiğim cevapta (6. madde) bir satır atlandığı için, fikir anlaşılmaz hale gelmiş. Tekrar ediyorum: "En büyük şikâyetlerinizden biri, yöneticilerinizin risk üstlenmek istemeyişidir. Altı milyar insanın yüzde 99'u böyledir mîrim ve hep böyle olmuştur. İşletmelerimizi akıllıca yönetmek ve cesur kararlar verebilmek için, geriye kalan yüzde 1'i bulmak zorundayız. Bunların bir kısmı işletmemizin dışında mevcuttur; aranıp bulunmaları gerekir. Bir kısmı ise işletmemizde potansiyel olarak mevcuttur; bulunup işlenmeleri gerekir."

5 "En iyi yönetici, en az yönetendir." Başarı, insana gurur verir. Gurur ise insanı ayartan, onu adeta insanlıktan çıkaran bir duygudur. Başarılı insanı bekleyen en büyük tehlike, başkalarının aklını beğenmez oluşu; kendi muhakeme tarzını putlaştırmasıdır. Kendini fazlasıyla beğenen, başkalarına güvenmediğinden, onları her an yönetmek, "sırtlarından kırbacı eksik etmemek" ister. Oysa adamlarımızın iyi yönetici olup olmadıklarını ancak onlara fırsat verirsek anlayabiliriz. Belki hepsi risksever olmayabilir; fakat bir çoğunun iyi yönetici olabilecekleri kuvvetle muhtemeldir. Yöneticilik, sınamayla ortaya çıkar. Sınanmayan, kınanamaz!


Aile şirketlerinde gelişim aşamaları

Türkiye'deki şirketlerin onda dokuzu aile işletmesi olmasına rağmen, Türkçede aile şirketleriyle alakalı yayınların sayısı maalesef çok azdır. Dr. İlhami Fındıkçı'nın "Aile Şirketleri" başlıklı çalışması bu az sayıdaki eserlerden biridir (Alfa Yayınları, 2005.) Yazara göre, aile şirketleri başlıca 9 aşamadan geçerler:

G irişimcilik aşaması. Genellikle kırsal kesimden gelip bir işte belirli bir süre çırak olarak çalışan hırslı bir kişi, küçük bir girişim başlatır. Yıllarca başkasına çalışmış, nihayet küçük te olsa "kendi işinin patronu" olmuştur. Yüksek başarı arzusu, çılgınca çalışmayla birleşince az zamanda çok mesafe alınır. Acemi patron işleri biraz ilerletince yanına aile bireylerinden veya akraba ve hemşehrilerinden bazılarını alır. Böylece yönetimde sınırlı da olsa bir paylaşım başlar.

Başarı aşaması. Daha doğrusu, büyük başarıların işareti olan ilk başarı evresi. Herkes o denli özveriyle çalışmaktadır ki, iş ister istemez büyür. Belirli bir fonksiyon ayırımı yoktur; herkes her işi yapmaktadır. Bir tür esnaflık evresidir bu. Bu evredekilerin bir kısmı, daha üst basamaklara çıkmanın hesabını yapar.

Büyüme aşaması. Girişimin başarısı aileye ekonomik olarak da yansır. "Aile işi destekledikçe, iş de aileyi destekler." Bu aşamada işlerin kartopu gibi büyüdüğü görülür. Büyüme ile yönetme kapasitesi arasında ilk sıkıntılar da görülmeye başlanır.

Mülkiyet genişlemesi. İşletme büyüdükçe aile bireylerinin önce geliri, sonra servetleri artmaya başlar. Mülkiyet paylaşımı bu safhada aile bireyleri arasında çeşitli anlaşmazlık ve çatışmalara yol açabilir.

Doyum aşaması. Aile şirketleri büyümelerinin ileri bir safhasında bazen doyum hissine kapılırlar. Onlar için deniz artık bitmiştir. Farklı kişilikteki bazı girişimciler bu aşamada kendilerine yeni hedefler koyar, çıtayı yükseltirler. Yükseltmeyenler bir süre daha yaşar, sonra ortadan kalkarlar.

Eski başarıları özleme aşaması. Doyum noktasına ulaşan aile şirketleri, bundan sonra kendilerini tekrara ve eski başarıları özlemeye başlarlar. Yeni projeler üzerinde bol bol konuşur, fakat uygulamada ağır davranırlar. Yöneticileri boyuna suçlarlar. İşletmede "Biz" kavramının yerini "Ben" almış, benlikler kabarmıştır.

Profesyonelleşme. Az sayıda da olsa, bazı aile şirketleri bu safhada kurumsallaşmanın gereğini hisseder ve daha sistemli bir yönetimin imkânları üzerinde düşünmeye başlarlar.

Yeni kuşaklara devir. Ne yazık ki aile şirketlerinin neredeyse beşte dördü ikinci kuşağa devredilemeden tasfiye sürecine girmektedir. Beşte biri ise profesyonelleşme ile ikinci kuşağa devir sürecini adeta beraberce yaşamakta ve başarılı bir yetkilendirme ile ömürlerini uzatabilmektedir.

Tasfiye dönemi. En arzu edilmeyen aşama olsa da, birçok şirket için kaçınılmaz akıbettir bu. Şayet işletmeyi aile olarak ayakta tutma imkânı kalmamışsa, hiç değilse tasfiye sürecinin hakkaniyetli bir şekilde yapılması aileyi dağılmaktan kurtarabilir.


Kutadgu Bilig'de yönetim

Hiç birimiz hepimiz kadar akıllı olamayız. Mesele ortak aklı, ortak beceriyi meydana sürebilmekte. Siyasetnâmelerimiz ortak akla dair öğüt depoları. Kutadgu Bilig'in sayfaları arasında birkaç dakika dolaşmak bunu anlamaya yeter de artar bile:

  • İşi akıl ile anla, bilgi ile bil; günün kutlu olsun, hayatın mesûd geçsin.

  • Kılıç kan damlatır memleket alır, kalemden mürekkep damlar altın gelir.

  • Beyler bilgi ile halka baş oldular, akıl ile memleket ve halkın işini gördüler. (Bilig kelimesinin lâmı giderse, beg adı kalır.)

  • Bey cömert, gözütok ve gönlü zengin olmalıdır. Gönül olmazsa insan gözünün faydası yoktur; akıl olmazsa insan gönlünden layıkıyla istifade edemez.

  • Beyin dili dürüst ve kalbi doğru olmalı ki, halka faydalı olsun.

  • Bey çok ihtiyatlı ve çok uyanık olmalı; ihmalkâr olursa, cezasını başkaları çeker.

  • Bey iki şeyle beyliğini bozar: Bunlardan biri zulüm, diğeri ihmalkârlıktır; bu ikisi ile bey memleketini harap eder.

  • Zulüm yanan ateştir, yaklaşanı yakar. Kanun sudur, akarsa nimet yetişir. Ey hakîm, memlekette uzun müddet hüküm sürmek istersen, kanunu doğru yürüt ve halkı koru.

  • Memleket tutmak için çok asker ve ordu lazımdır; askeri beslemek için de çokça mal ve servete ihtiyaç vardır. Bu malı elde etmek için, halkın zengin olması gerektir; halkın zengin olması için de doğru kanunlar konulmalıdır.

  • Bey halka kanun vermez, halkın serveti kapanın elinde kalırsa, o halkın içine ateş atmış olur. Memleketi bozulur, beyliğin temeli yıkılır.

  • (Beyliğin şartı iyi insanları etrafında toplamak ve onlarla her şeyini paylaşmaktır.) Sağ elinle kılıç sallarken, sol elinle mal dağıt. Ağzından çıkan sözler şekerden tatlı olsun; böylece bey-kul, büyük-küçük hepsi sana boyun eğer. Güler yüzlü ve eli açık ol.

  • Ey halkın büyüğü ve bey olan kimse, hizmetkâr kullarına (işgörenlerine!) iyi muamele et ve onları yükselt. Beyler hakimiyetlerini hizmetkârları vasıtasıyla elde ederler; hükümdar onlarla memleketi düzene koyar.

  • Beyin aslı ne kadar ulu ve kendisi ne kadar büyük olursa olsun, onun adı hizmetkârlarıyla yükselir.

  • Hizmetkâr zenginleşirse, bey nâm kazanır ve nâmı dua ile ebedî kalır.

  • Ey hükümdar, hizmetkâr ile bey arasındaki münasebet, gerçekten, tam bir alıcı-satıcı münasebeti gibidir. Satıcı mal verir ve bu ona sermaye olur; alıcı da bunu alır ve bunu memleket memleket dolaştırır. Yıl, ay ve günler geçince, kâr birikir; tekrar karşılaşırlar ve her biri kendi kârını alır.

  • İşte bunun gibi, hizmetkârın işi de beyi ile ortak hesaba bağlıdır. Bey kula mal verir ve iyi sözle onu teşvik eder; hizmetkâr ise vücudu ile ona hizmet eder, kâr getirir. Ey beyim, kâr getiren hoş tutulmalıdır.

    Şimdi bu metinde "bey" yerine genel müdür, yönetim kurulu başkanı veya dilediğiniz başka bir yönetici sıfatını; "hizmetkâr" yerine de örgüt yapısı içindeki diğer bütün çalışanları koyunuz. Bugün için geçerli olmayabilecek tek öğüt gösterebilir misiniz?. Günümüzde de yönetici ile işgören arasındaki ve/veya işgörenlerin kendileri arasındaki ilişkinin can damarı "ortak hesaba" bağlı bulunmaktadır. İşgören kâr kaynağıdır ve kâr getiren hoş tutulmalıdır.

    Geri dön   Yazdır   Yukarı


  • ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi