T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 11 ARALIK 2005 PAZAR
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  Hayat
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Rasim ÖZDENÖREN

Romancının kaç kişiliği var?

(Perşembe yazısının devamı)

İmdi, dön dolaş, sanırım aynı noktaya geliyoruz. Benim meselem romancının kişilik yapısı değil. Onun kişiliği, kuşkusuz, başka veçhelerden ilgi çekici olabilir. Ama benim değindiğim açıdan onun kişiliğinin hastalıklı olup olmaması önem taşımıyor. Ben, romancının, kahramanını tanıyıp tanımadığı noktası üzerinde duruyorum. Ve iyi bir romancının (burada romancı kelimesi oyun yazarını ve öykücüyü de içeriyor, dahası fiktif ürün olarak sinemayı da kapsıyor) "yarattığı" tipleri tanıdığını, tanıması gerektiğini ileri sürüyorum. Daha da kritik nokta şudur: romancının, ele aldığı karakterin macerasını (aşk, cinayet, hırsızlık, feragat, fedakarlık, cimrilik, cömertlik, vs., vs…) kendi hayatında yaşamış olması gerekmediğini söylüyorum. Shakespeare için Allah'tan sonra en çok karakter yaratan kişi olduğu söylenir. Şimdi Shakespeare, hasta cani tipi olarak Hamlet midir, yoksa kıskanç cani tipi olarak Otello mudur, yoksa muhteris cani tipi olarak Macbeth midir? Yoksa, başarıyla sergilediği onlarca öteki kahramanlarından bir başkası mıdır? Bu karakterlerin hayattan alınıp alınmaması da o kadar önem taşımaz. Nitekim Shakespeare'den önce başka yazarlar da, onun ele aldığı tipleri oyunlarında kullanmışlar, ancak hiçbiri onun kadar başarılı olamamıştır. Çünkü o karakterleri oldukları gibi değil, keyfi olarak canlandırmaya kalkışmışlar ve sonuçta inandırıcılıklarını yitirmişlerdir. Nitekim Dostoyevski'nin Raskolnikof adındaki kahramanı, bu romanın yazıldığı sıralarda işlediği cinayet dolayısıyla gazetelere haber olmuş birisidir. Ancak o kişiyi tip olarak canlandıran (yorumlayan), romancının dehası olmuştur. Dostoyevski'nin, hasta olduğu (ki hastadır, saralıdır, kumarbazdır…) kabul edilse bile, şayet o, kişilerini yalnızca musap olduğu hastalıkla mukayyet olarak sergileseydi, onlarca karakterinden yalnızca bir tanesini işlemeyi başaracaktı. Kaldı ki, bu hastalıklardan birine musap olan kişinin, sırf hastadır diye hastalığı ile ilgili yazabilir, diyebilir miyiz?

Biz, romancının kişilerini tanımasının gerekli ve yeterli olduğunu ileri sürüyoruz. Yoksa ele aldıkları kişilerin (roman kahramanlarının) yaşadıkları nesnel ve ruhî maceraları yaşamış olmaları hususundaki zorunluluğu kabul etmiyoruz. Aksi takdirde bir romancının hilkat garibesi bir yaratık olduğunu söylememiz gerekecekti.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi