AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
P O L İ T İ K A
'Bazı konuları paket olarak referanduma götürebiliriz'

Başbakan Erdoğan, kamu reformu, YÖK ve 2-B konusunda ilk kez 'referandum'u telaffuz etti ve "Gerekirse paket olarak referanduma gidilir" dedi. Cumhurbaşkanlığı seçimini zamanında konuşacaklarını belirten Erdoğan, "Bunu gündeme düşürmem" dedi.

 ERHAN SEVEN / ANKARA
Başbakan Tayyip Erdoğan, Yeni Şafak yazarlarıyla yaptığı kahvaltılı sohbet toplantısıyla gündemdeki konular hakkındaki görüşlerini açıkladı.

ABD ile ilişkilerin iddia adildiği gibi kötü olmadığını, ABD Başkanı Bush'un kendisine, "İstiyorsan Türkiye'ye gelip sana ziyarette bulunayım" diyecek kadar samimi ve iyi ilişkiler içinde olduklarını kaydeden Erdoğan, "bazı konuları bir paket halinde referanduma götürebilecekleri" mesajını verdi. Erken seçim ve Cumhurbaşkanlığı konularının gündeme bile alınmaması gerektiğini dile getiren Erdoğan, hükümetin performansı için 10 üzerinden 8 verirken kabine değişikliklerinin de performansı daha da arttırmak için yapıldığını ifade etti.

Başbakan Erdoğan, Başbakanlık Konutu'-ndaki kahvaltılı sohbet toplantısında milletvekilleri Ömer Çelik, Akif Gülle, Suat Kılıç ile danışmanları Nabi Avcı, Yalçın Akdoğan ve Ahmet Tezcan da hazır bulundu. Erdoğan, Yeni Şafak Genel Yayın Yönetmeni Selahattin Sadıkoğlu, Genel Yayın Koordinatörü Mehmet Ocaktan, Genel Yayın Danışmanı Fehmi Koru, Ankara Temsilcisi Mustafa Karaalioğlu, Başyazar Ahmet Taşgetiren ile yazarlar Ali Bayramoğlu ve Kürşat Bumin'in sorularını cevaplandırdı.

'Medya dokunulmazlık istiyor!'

2.5 yılı doldurmuş durumdasınız. Bu süreyi başarılı buluyor musunuz. Yani nerelerde başarılısınız, nerelerde eksikler gedikler var?

Önce iç siyasette özgünlükler açısından başlamak istiyorum. Biz iç siyasette bana göre çok ciddi mesafeler aldığımıza inanıyorum. Ama olması gereken nokta değil, ama ciddi mesafeler aldık. Bizim dönemimizde düşünceden dolayı hemen hemen mahkum olmuş insan yoktur.

Yeni TCK yürürlüğe girdi. Bundan sonra olabilir mi?

Ceza yasasında basının yaklaştığı gibi bakmıyorum olaya. Sıradan vatandaş için suç olarak görülen şeyin basın mensubu için de suç olması gerekir. Yani burada fikrinden dolayı cezalandırma sözkonusu değil. Bir yerde hilafı hakikat bilgi, bir hakaret varsa, yalan bir haber varsa bunun da bir bedelinin olması gerekir. Biz de geçmişte yaşadık, Bir kişi için söylemek veya okumak suç ama, gazeteci için suç değil. Mesela bize dokunulmazlık ile saldırıyorlar. Medya saldırıyor. Şimdi dokunulmazlıkta saldıran medya kendisi için niye dokunulmazlık istiyor. Madem bana saldırıyorsun bu konuda kendin de dokunulmazlık zırhından sıyrıl.
Suç olmasına itiraz eden yok. Ama bu ceza hapis yerine yüksek para cezası olabilir

Tamam yüksek parayı diğerleri için de koymak gerekir. O zaman parayı ödeyemeyen insanlar için ne olacak? O zaman bu ülkede zengin ve hali vakti yerinde olanlar dert edinmeyecek. Eşitlik mi o?

Tasarıda sadece hakaret diye bir şey yok. Temel milli yararlar diye bir ibare var. Mesela Kıbrıs'tan asker çekmek, Ermeni soykırımı meselesi ile ilgili olarak milli yararlar ilkesine giriyor.

Hukukun da bir dili var. Ben hukukçu değilim. temel milli yararların gerekçesinde neler var bilemiyorum ama ben o örneğe katılmıyorum. Hiçbir yargıç olayı böyle değerlendirmez. Ermeni soykırım meselesinde devletin bir şeyi olarak bence almak değerlendirmek olmaz. Ben sorarım o zaman. Bu sempozyumu yapaçak olanlar niye bundan vazgeçti.

"Çiçek'in sözü kanun değil"


Adalet Bakanı'nın konuşması Boğaziçi Üniversitesi rektörünü korkuttu.

İlla orada yapmak şart mı? Başka bir yerde yap. Cemil Bey'in açıklaması bu ülkenin yasası mıdır. Cemil Bey kendi görüşünü söylemiştir.
Adalet Bakanı bunu yapanları vatan diye nitelerse rektör bundan doğal olarak korkar.

Bu tür laflarla bu ülkede işler duruyorsa, birçok şeylerin yapılmaması gerekir. Rektör hanım değil orada o organizeyi yapan tertip komitesi kimse, başka bir salonda yapılır. Biz de bu işi yıllarca yaptık. Bizi yasakladılarsa gittik başka bir salonda yaptık.
Bu olaydan sonra akademik özgürlüğe gölge düştüğü iddiaları da gündeme geldi...

Benim aldığım bilgi bu. Sabancı, Bilgi ve Boğaziçi üniversiteleri katılımcı konumunda, tertip komitesinde de varlar. Bu işin yasal boyutu budur. Orada böyle bir iş çıkmışsa, hanımefendi de bundan çekinmişse veya sıkıntıya düşmüşse bu komite bunu bir başka yerde yapmalıydı, yapabilirdi. Şimdi bir ay birbuçuk ay sonraya bu işi atmanın anlamı yoktur. Bu olay olduğunda ben yurtdışındaydım. Bana sordular. Adalet Bakanı'nın kişisel görüşüdür dedim. Ne hükümetimizin, ne de devletin görüşüdür. Çünkü bu konuda bizim yasalarımız, herşeyimiz ortada, AB süreci ortada. Her şeyden önce yapılmamış bir şeyin üzerinde böyle konuşmak yanlış. Orada kimin ne konuşacağını baştan bilmiyoruz. Herkes çıksın, olumlusu olumsuzu herkes konuşsun. Ondan sonra Cemil bey onun üzerine bir yorum yapsa, bana göre o çok daha isabetli olurdu. Bunu daha sonra Adalet Bakanı'na da söyledim.
Demek ki hükümet YÖK ve üniversiteler üzerinde çok etkiliymiş, diyebilir miyizi?
(Gülerek) O olsa, İzzet Baysal'da bizim başımıza gelen, yaşanmazdı.
Buradan yola çıkarak hükümet niye YÖK reformunu yapmıyor, deniliyor.
YÖK reformu ile ilgili çalışmamızı yapıyoruz.
Bu konuda YÖK'ü devlet mi etkiledi, hükümet mi etkiledi?
Devlet diyebiliriz...

'Artık o bedelleri ödetmek istemiyoruz'

Tanımladığınız bu sistemde uygulamayı, icraatını etkileyen ne gibi engeller var?
Bizim bir özelleştirme hedefimiz var, bu engelleniyor. 72-73 milyon insana ödetilen bedeli biz artık ödemek ve ödetmek istemiyoruz. Burada birinci derecede önemli olan istihdam ise, istihdamı koruyoruz. İki, dünya pazarında yeri olan şirketler geliyor, Türk şirketleri katılıyor. Kim alırsa alsın bunu. Aldığı zaman bu fabrikayı burdan alıp götürecek hali yok. Tam aksine bu yatırıma ilaveler yapmak suretiyle doğrudan yabancı sermayeyi ülkeme çekiyorum. Bu adam burada kazanmak zorunda. Kendisi kazandığı zaman ülkeme de kazandırıyor. Ülkemin bu üretimini de ihraç etmek suretiyle farklı avantajlar sağlıyor. Bir bakıyorsunuz bu yargıdan dönüyor. Neyle dönüyor, usuli şeylerle dönüyor. Oysa burada milli yarar var. Bu konudaki farklı yaklaşımlar size çok ciddi zamanlar kaybettiriyor. Komünist blok bu işi aşmış, benim ülkemde ana muhalefet lideri kalkıp gidiyor, SEKA'da olan olayları biliyorsunuz, gösteri yapıyor. Ama biz de o kadar ileri bir demokrasi var ki hükümetimiz müsaade ediyor Aynı şeyi üniversitelerde yaşıyoruz. Biz üniversiteler konusunda çok ciddi hassasiyetler gösterdik. TÜBİTAK'ta yaşanan olay, TÜBİTAK'ta biz bu atamayı yaptık, yetkimizi kullanarak yaptık.

'Gerekirse referanduma giderim'

Geçen dönemde hükümetin gündeminde ana reform konuları vardı ve bunların ertelendiği görüntüsü ortaya çıktı. YÖK, Kamu reformu, 2B gibi konularda takviminiz nedir? Başörtüsü sorunu da bekliyor. Bu konuları nasıl çözmeyi düşünüyorsunuz?

Kesin bir takvimimiz yok. Biraz atmosfer ve zemin olayı. Bunlar Anayasa değişikliği gerektiren konular. Anayasa değişikliğiyle netice alıp alamayacağımız referandum yolunun denenip denenmeyeceği... Bunlar aramızda tartışılan konular. Paket olarak referanduma gidilir gerekirse. Ancak başörtüsü Anayasa konusu değil. Farklı bir konu. Burada biz toplumdaki bütün hassasiyetleri düşünerek adımlar atıyoruz. Onun için şu saatte bunu yapacağız diye bir şey yok. Zemin ve atmosfer elverirse adımı atarız. Yoksa bunu erteleyebiliriz de. Bizim parametreleri kaybetmememiz lazım. Ekonomik öncelikleri gözetmemiz lazım.

Başbakan ile samimi sohbet

Başbakan Tayyip Erdoğan, Yeni Şafak yönetici ve yazarlarıyla Başbakanlık Resmî Konutu'nda kahvaltı yaptı. Zaman zaman masadaki zengin mönü, zaman zaman hükümetin icraatı, zaman zaman da gazetemiz yazarlarının çeşitli yazıları, espri konusu oldu. Başbakan Erdoğan'ın yaptığı esprilerin satır aralarından, basını nasıl dikkatle takip ettiği de ortaya çıkarken, hükümet icraatına ve gelecek planlarına yönelik sorular da, Başbakan'ın ve hükümetin nasıl dikkatle izlendiğini ortaya koydu.

'Kabine gerekirse yine değişir'

"Kabine değişikliğinden bakanların bile haberi yoktu. Cumhurbaşkanımız da kendisine sunduğum listeyi aynen onadı. Değiştirme yok."

Yayın Yönetmenimiz Selahattin Sadıkoğlu ile yazarlarımız Fehmi Koru ve Ali Bayramoğlu, Başbakan'ı dinlerken, moral ve enerjisini de not ettiler.

Uzun süredir beklenen kabine revizyonunun yaptınız. Küçük bir revizyon oldu. Nasıl karar verdiniz ve iddia edildiği gibi Çankaya'da bir sıkıntı yaşandı mı?
Hayır... Listeyi nasıl verdiysek aynen onandı. Bakanların bile haberi yoktu. Ben bizzat Ömer'e (Dinçer) yazdırdım, aldım kendim götürdüm, kendileri de onadı.

Böyle bir kabine değişikliğine neden ihtiyaç duydunuz? Niye bu bakanlıklar değişti?

Böyle bir süreç içerisinde bazı arkadaşlarımızın aksamaları, yorgunlukları olabiliyor. Aslında arkadaşlarımızın hepsi iyi niyetle, samimiyetle koşuyorlar. Ama tabi, zaman içerisinde bazı değişiklikler gerekiyor. Özellikle bu üç bakanlığı tercih edişimizin nedeni, performansı biraz daha arttırmamız gerektiğindendir. Özellikle, kadının statüsü, aile, SHÇEK' de biraz daha farklı bir performansı yakalamamız gerekli. İnanıyorum ki, bundan sonraki süreçte, atadığımız arkadaşımızla beraber eski arkadaşımızın tecrübesini birleştirerek, bu işi götürürüz diye düşünüyorum. Tarım'da da Sami Bey aslında çok gayretli çalışmalar ortaya koydu. Başarılı olduğu noktalar oldu, başarılı olamadığı noktalar oldu. Bu konuda da zaten kendisiyle karşılıklı mutabakatımız var. Böyle bir değişikliği gerekli gördük. Mehdi Bey de bizim bakanlığın içinde uzun yıllar çalışmış biri, bu camiayı da tanıyor, biliyor. Onun için orada da yeni bir heyecana, yeni bir dinamizme ihtiyacımız var. Aynı şey tabi Bayındırlık'ta da söz konusu. Zeki Bey tam bir arazi adamı. Fakat rahatsızÖ Fakat Zeki Bey'in duruşu sağlamdır. O camiayı aslında iyi tanıyan biridir. Ama biz istiyoruz ki biraz daha hareketli olalım, canlı olalım. Özellikle ben bu duble yol olayına çok önem veriyorum. Başarmamız lazım. Çünkü bizim en büyük trafik kazalarının nedeni; alt yapımızın zayıf oluşundan kaynaklanıyor. Bunu aşmamız lazım. İlk adımlarda henüz 4 bin 500 ile 5 bin km arasında ulaştık. Buralara 15 bin km. gibi hedef koyduk. Şimdi Faruk beyle devam edeceğiz.

Değişiklik bu kadar mı, yoksa devam eder mi?

Tabi her zaman olur. Bu hükümet içinde gelişmelere göre, değişiklikler olur. Olduğu zaman da bu değişikliklerden kaçınmak yanlış olur. Başarı her zaman tabi ki takdirlenecektir, zaten orada görev değişikliğine gitmek yanlış olur. Ama bir yerde aksama varsa, orada o değişikliği yapmak lazım.

'Cumhurbaşkanlığı konusunu tartışmam'

En çok merak edilen konulardan birisi sizin Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda nasıl bir tavır takınacağınız. Hatta, bu merak nedeniyle bir gerilim de doğuyor.

Önümüzde 2.5 yıl var. Tek başına iktidar olan hükümetimizin böyle bir şeyi düşünmesi şimdi yanlış olur. Ülkenin bununla meşgul olmasını doğru bulmam. Biz belli bir hedefe kilitlenmişiz, çalışmalarımızı hassasiyet içerisinde sürdürmemiz lazım. Vakti yaklaştığında biz birlik ve beraberlik içinde bir parti olarak, Cumhurbaşkanının seçileceği bir ortamda arkadaşlarımızla değerlendirmelerimizi yapıp, o zaman da en ideal şekli neyse kararı o şekilde verme arzusu içerisindeyiz. Gündeme asla böyle bir konuyu düşürme niyetimiz yok. Düşürmem. Çıkan haberlerin hepsi yalan. Kimileri çıkıp bizim adımıza açıklamalar yapıyor. Şu anda böyle bir hesabımız yok.
Ama, buna bağlı bir gerilim olduğu da kabul edin...
Böyle bir şeyi düşünmemiz söz konusu olmadığı gibi, o kesimler de gerilimden nemalandıkları için bunu hep diri tutmanın gayretleri içerisindeler. Biz seçilirken kimliğimiz belli olarak seçildik. Kimliğimizi gizlemedik ki, çok açık net ortada... Aile yaşamımız, geldiğimiz orijin apaçık. Bu millet bizi seçti. Bu milletin bize verdiği yetkiyi, biz de sonuna kadar kullanacağız. Hizmet yolunda kullanacağız. Bu konuda spekülasyon yapmak sadece ülkemizin geleceğine gölge düşürür başka birşey yapmaz.

Kaçak Kur'an eğitimi demek, millete hakaret

Anadolu'ya gidiyoruz. Sizin tabanınızdan insanların rahatsızlıkları var. İktidar olup muktedir olamamaktan söz ediliyor...
Türkiye'de hiçbir kurum kayıtsız şekilde tek başına muktedir değildir. Buna siyaset de dahil. Parlamentoda egemenlilk kayıtsız şartsız milletindir deniyor. Bunun tanımına bile son zamanlarda dikkat ederseniz çok farklı cümleler getirenler oluyor. Türkiye'de iki devlet vardır diyenler de oldu. Fakat biz bu alanlarda da mesafe aldığımıza inanıyoruz. Eğer hıçkırıklarımızı içimize atıyorsak, sebepleri var. Gerilim istemiyoruz. Gerilimin faturaları çok ağır oldu. Ormanı yanmaktan kurtaralım istiyoruz. Onun için üç beş ağaç yanıyor, bunu feda ediyoruz. Anadolu'daki serzenişler. Bunun içinde başörtüsü var, son 263 var... Ana muhalefet lideri, kaçak Kur'an eğitimi diyor. Kur'an eğitimi almanın kaçak olması mümkün değil. Zaten kanunun metninde böyle bir şey yok, ruhuna aykırı. Bu ülkenin yüzde 98'i Müslüman olan halkına hakaret ve saygısızlıktır.

Vekaletle yönetim bizimle başlamadı

Vekaletle yönetim konusunda eleştiri alıyorsunuz. Son olarak Cumhurbaşkanı Sezer de hükümeti uyardı. Bu sistem devam edecek mi?

Vekalet bizimle başlayan bir süreç değil ki... Vekalet bizden önceki hükümetler tarafından yapılmış. Bir milli eğitim müdürünü bile üçlü kararname ile atıyoruz. Maalesef bu var. İl müftüleri de öyle. Vekilde sadece aranan zihniyet ve liyakatidir. Bu varsa aslı gibidir. Bunu da onu göreve getiren kişi en iyi bilir. Bedelini de o ödeyecektir. Buna siyasi nitelik tanımlaması getirmek yanlış olur. Yani bizden öncekiler o kadro ile başarılı olsaydı o yolsuzluklar bu acı faturalar ortaya çıkmazdı.

'Müzakereci yardımcılığı kadrosu yok'

"Başmüzakereci yardımcılığı diye sivil bir görev tanımı yok. Rıfat Bey o açıklamayı yanlış yaptı. Yoksa her STK gelir, 'ben de istiyorum' der..."

Başbakan Erdoğan, Başyazarımız Ahmet Taşgetiren ile Başbakanlık Konutu'nun bahçesinde gezinti yaparken, son günlerin tartışmalı konularını konuştu.

Ali Babacan'ı başmüzakereci olarak atadınız. Buradaki strateji ve kendisine yüklediğiniz fonksiyon nedir?

Başmüzakerecinin Ali Bey olması, Başbakan'ın başmüzakereci olmasının ortadan kaldırmıyor. Süreci takip edecek olan, süreci üstlenmiş olan Ali Bey olacaktır. Ali Bey'in yükü 3 Ekim'den itibaren artacak. Hemen süratle AB Genel Sekreterliği'ni kendime bağladım. AB Genel Sekreterliği'nde bir yapılanmaya gideceğiz. Bu yapılanma, oradaki statükocu anlayışla yürümez. Oraya farklı bir yapı getirmemiz gerekiyor. Arkadaşlarımız onun çalışmasını yapıyorlar. Akademisyenler, sivil toplum örgütleri, sermaye çevreleri, medya katılımını alabilecek şekilde bir yasal düzenlemeye bile gidebileceğiz ki, orayla sürekli bir diyalogu oluşturalım. Fasıllar malum ağırlıklı olarak ekonomik. Başmüzakerecinin yöneteceği kısmı, zaten ekonomi kısmı. Siyasi kısmını beraber yürüteceğiz.

Babacan'ın güçlü yardımcıları olacak mı? Mesela, Hisarcıklıoğlu bu göreve talip...

Rıfat Bey'in yaptığı açıklama, çok yanlış. Böyle bir yasal yapı yok. Başka sivil toplum örgütleri de, bu işi en iyi ben biliyorum der. Nitekim bu konuyla ilgili bazı sivil toplum örgütleri açıklama yapıyor, bu konunun mütehassısı biziz diye. Böyle bir şey yok. Şu anda biz teşkilat şemasını hazırlıyoruz. Hatta son 10 ülke gerek ondan önceki ülkeler onların şemaları üzerinde de arkadaşlar çalışma yapıyor. Kendi modelimizi oluşturacağız.

"MİT'in dinlemeleri hakkında bilgi aldım"

Devlet eliyle yapılan bazı uygulamalar var. Kaymakamın kitap toplatması, şiir okuyan gencin gözaltına alınması, Adalet Bakanı'nın konuşmasından sonra sempozyumun iptali, MİT'in telefon dinlemesi... Burada devlet eliyle diyebileceğim sadece MİT'le ilgili haberdir. İstihbarat teşkilatının müsteşar vekilinden dün bilgileri aldım. 'Bana anlattıklarınızı kamuoyuna açıklayın' dedim. Anlattığı olay şu: Diyelim ki bir teröristin izini süreceğiz. Ama bunu bir telefonla takip edip, yakalamak mümkün değil. Onun için genel bir ifadeyle izni almamız gerekiyor. Çünkü bağlantıları var. Bu bağlantıları sürmemiz lazım. Yoksa bütün halkımızı dinlemeye almak gibi bir şey söz konusu değil, mümkün de değil. İşin tekniği açısından ancak böyle olursa, olur diyor. 'O zaman, siz bu durumu açıklayın' dedim.

Siz ikna oldunuz mu?

Size şöyle bir şey söyleyeyim. Yarın bir gün başınıza şöyle bir olay geldi. Candan sevdiğiniz birini terör grupları öldürse. Güvenlik gücünün elinde böyle bir imkan var mı? Elinde bu imkan varsa izleyebilir. Bu olmadığı zaman takip etmenin imkanı yok. Tamamıyla ilgili böyle bir müsaade verilmesi doğru olmayabilir. Ama bütün yasaların da art niyetli olduktan sonra kötüye kullanılma şansı var. Mesela benimle ilgili bir mahkeme olumlu karar verirken, gidiyorlar bir başka mahkemeye, o mahkeme olumsuz karar veriyor. Hukukun matematiği yok. İki kere iki dört değil.

'İstihbarat birimleri ortak çalışacak'

... Ama burada bir sıkıntı daha var. Bizdeki istihbarat sisteminin çokluğu. Bizde istihbarat tek elden yürümüyor. Çok başlılık sıkıntı. Burada kollektif bir çalışma yapmaları konusunda iki üç kez toplandık, ayda bir İçişleri Bakanlığı'nda toplanılıyor. Ama henüz o istenen şeyi, aralarındaki kurumsal rekabeti kaldırılabilmiş değiliz. Aralarındaki kurumsal rekabet kalkmalı. Kollektif çalışma ya da havuz oluşturmak suretiyle yürütülmesi gerekir. Nitekim bazı ülkelerde bu başarıldı.

İstihbarat birimlerinin birleştirilmesi yönünde bir çalışma var mı?

Var, arkadaşlarımız bu konuda çalışıyor. Yalnız kurumlarımızın yapılanmasında aksilikler olmuş. Bir insicam söz konusu değil. Bu sıkıntılar tabi yaşanıyor. Birisi kendisine göre bir internet ağı oluşturmuş o ağla herkese servis yapıyor. İçerideki mevcutlar ondan rahatsız. Bakanlıklarda bürokratik oligarşi oluşmuşsa bunun arkasında bu var. Bir işi yaptırmakta zorlanıyorsunuz. İdeolojik yaklaşımı nedeniyle direnç koyuyor.

'Hükümetime samimiyetle
10 üzerinden 8 veriyorum'

Başbakan Erdoğan, AK Parti hükümetine 'Acil Eylem Planı'ndaki gerçekleşmelere göre not verdiğini belirterek, "Yapmamız gerekenlerin yüzde 75'ini bitirmişiz. Eklemeler de yapmışız. Yani 10 üzerinden 8" dedi.


Başbakan Tayyip Erdoğan, Başbakan olarak hükümet icraatının muhasebesine baktığında, iktidara geldiklerinde ortaya koydukları Acil Eylem Planı'nı gözönüne aldığını belirterek, hedeflerinin yüzde 80'ini gerçekleştirdiklerini, bu nedenle hükümete 10 üzerinden 8 verdiğini söyledi.

Yeni Şafak yönetici ve yazarlarını Başbakanlık Konutu'nda ağırlayarak kahvaltı yapan Erdoğan, hükümetin 2,5 yılını, AB'nin içinde bulunduğu durumu, Türkiye-AB ve Türkiye- ABD ilişkilerini değerlendirdi. Erdoğan'ın Yeni Şafak'ın sorularına verdiği cevaplar şöyle:

Hükümetinize 10 üzerinden
kaç veriyorsunuz?

Ben önce acil eylem planına bakıyorum. Şu anda yapmamız gerekenlerin yüzde 75'ini bitirmişiz. Bunların arasında yeni yeni plana girip gerçekleştirdiklerimiz var. Bunu başardığımıza göre şu anda yüzde 80'ini başarmış bir hükümetiz. Yani 10 üzerinden 8.

İstihdamda yerimizde sayıyoruz

Geçen dönemdeki hükümet icraatlarında neleri eksik görüyorsunuz?

Ekonominin temel parametreleri var. Çok açık söylüyorum istihdam dışında hemen hemen hepsinde hedefe gidiyoruz. Ama istihdamda malesef yerimizde sayıyoruz. Sadece yeni iş gücüne istihdam alanına kazandırdık. Yani oran büyümüyor. Ama işsizlik oranı aynen duruyor. Yaklaşık her yıl 500 ila 700 bin arasında genç nüfusumuz olması nedeniyle yeni işgücü doğuyor. Yeni işgücünü absorbe etmiş durumdayız. Temennimiz odur ki, yeni yatırımlarla yeni alanlar doğmuş olsun.

Meyveleri toplamadan seçime gitmem

Son dönemde çiftçiye sağlanan avantajlar, belediyelere getirilen kolaylıklar, hatta muhtar maaşlarının artırılması bile erken seçim yatırım olarak değerlendirildi. Seçim tarihini değiştirmek gündeminizde mi?

Erken seçimlerle zaman kaybedildi. Erken seçim istikrarsızlık alametidir. Biz bu istikrarsızlığa zemin hazırlamayız. Erken seçim güvensizliktir aynı zamanda. Şu anda çalışmalarımızı gayet güzel bir şekilde yürütürken niçin erken seçime gidelim? Borsaya bakıyorsunuz 7-8 binlerden 26-28 binlere çıktı. Enflasyon nerdeydi, nereye düştü. Büyüme oranları, faiz oranları neredeydi nerelere geldi. AB ve uluslararası ilişkilerimiz gayet iyi gidiyor. Bütün bu olumlu sinyaller varken biz erken seçime neden gidelim? Daha bunların neticelerini almadık.

Bush, 'İstediğin zaman
Ankara'ya gelirim' dedi

"Başkan Bush, 'Ne yapmamı istiyorsanız, yapayım. Gerekiyorsa, istiyorsanız Türkiye'ye de geleyim' dedi. Yazılanları önemsemiyorum; aramızda bir sorun yok."

Hafta başında ABD ziyaretiniz başlıyor. Gündeminizde neler var? En önemlisi de iki ülke arasında bir gerilim havası olduğu iddialarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Son bir yıl içerisinde Türkiye-Amerika ilişkileri noktasında bazı spekülasyonlar var. Bu olay 1 Mart tezkeresine kadar gidiyor. Sürekli bir spekülasyon üretildi. Bir gerilim aslında üst düzeyde hiç olmadı. 1 Mart'tan sonra gerek telefon görüşmelerinde gerek uluslararası toplantılarda.. Bunlardan en önemlisi NATO Zirvesi.. Bunları çok açık net kendileriyle görüşme imkanımız oldu. Başkan Bush çok açık ve net bir şekilde, "Benden ne yapmamı istiyorsunuz? Eğer Türkiye'ye gelmemi istiyorsanız geleyim, başka türlü yapmamı istediğiniz bir şey varsa onu yapayım" dedi.

Amerikan medyası yazıyor, ben bunlara kulak asmıyorum. Bizim aramızda hiç bir zaman olumsuz bir şey geçmedi. Maalesef bu tür şeyleri Amerikan medyası ve tabiî ki buradaki medya da alıntı yapıp çok farklı yorumlara gitti.

En son İncirlik olayında da yapabileceğimizi yaptık. Kaldı ki; lojistik, su, ilaç gibi çok ihraç ürünü var Türkiye'den oraya giden. Fakat bunları görmezlikten gelerek Türkiye-Amerika ilişkilerini bozmak ve buradan menfaat elde etmek isteyenler var. Bu konuda da bizim hassas olmamız gerekiyor. Biz stratejik ortaklığımıza gölge düşmesini istemeyiz. Zaman zaman bazı olumsuzluklar yaşanmış olabilir. Ama bu olumsuzluklar görüşmelerle aşılabilir, aşılır. Nitekim bunların birçoğunu aştık. Fakat biz duruşumuzun doğru olduğuna inanıyoruz. Bazı yanlış gördüğümüz şeyler varsa, söylüyoruz; yeri geldiğinde Sayın Bush'a da iletiyoruz. AB ve Kıbrıs konusunda ABD bizi ciddi manada desteklemiştir. Kongre üyelerini Kuzey Kıbrıs'a göndermiş olması, hele hele Güney Kıbrıs'ın taraf olmamasına rağmen direkt Ercan Havaalanı'na inmeleri olumlu tavırlardır. Bunları görmezden gelemeyiz.

Afganistan'a destek

ABD Başkanı'na hangi konularla gideceksiniz?

Pekçok konuları görüşeceğiz. Belki istediğimiz süratte bazı şeyler gitmiyor olabilir. Bunların hızlandırılması için kendilerinden ricada bulunacağız. Biz Türkiye ve Amerika olarak birbirine ihtiyacı olan iki ülkeyiz. Dayanışma içerisinde bunları yürüteceğiz. Ortadoğu'nun hassasiyetleri olsun; başka şeyler de var... Bunları görmezden gelemeyiz. Ben burada bir gerçeği söyleyeyim. Afganistan'a gittim. Başkent Kabil'e gittim. Dünyada gittiğimiz ülkeler arasında Afganistan'ı görünce insan, insanlığından utanıyor. Çoçuklar çadırların içinde eğitim görüyor; açlık... Orayı gördükten sonra bizim hükümet olarak tavrımız değişti. İstiyoruz ki; oranın altyapısına biz de katkı sağlayalım. Yatırım yapalım, adımları atalım. Hastane, toplu konut yapalım diyoruz. Bu ülkede uygun yerde PRT (Yerel imar ekipleri) istiyoruz.

Ajandanın birinci, ikinci maddelerinde neler var?

Önceliklerimiz arasında Türkiye-ABD ilişkilerini tekrar görüşeceğiz. KKTC'yi görüşeceğiz. Irak'ı Ortadoğu'yu konuşacağız. Özel olarak görüşeceklerimiz da olacak ama onlar tabiî özelde kalacak.

Hangisi önemli? Özeller mi ana maddeler mi?

Ana maddeler çok daha önemli.

'Schröder bu sonucu biliyordu'

Son referandum oylamalarından sonra AB nereye gidiyor? Oylamalar Avrupa'yı hedeflerinden saptırır mı? Avrupa içine kapanma sürecine girerse Türkiye politikalarını gözden geçirecek mi?

Olaya iki başlık altında bakıyorum. Biri süreçle ilgili, biri de bizim durumumuz bakımından. Fransa ve Hollanda'da yapılan kamuoyu araştırmalarında dikkat ettiyseniz, olayın boyutu ekonomik ağırlıklı. Bu ülkelerin insanlarının ekonomik hassasiyetleri var. Mesela Almanya'da Schröder, son aldığı kararlar nedeniyle sıkıntı çekiyordu. (Yerel seçim yenilgisine işaret ederek) Schröder akıbetini biliyordu. "Bunun bana faturası çok ağır olacak" diye tanıştığımız günden beri bana söylüyordu. Hakikaten dedikleri çıktı. Ama onun "Halkın karşısına Merkel ile çıktığımızda bu farkı kapatabiliriz" inancı vardı.

Fransa'da Chirac'ın hükümet değişikliğine gitmesinin nedeni de aslında bu. Hollanda Başbakanı Balkenende ile konuştuğumuzda, "ciddi sıkıntılarımız var" diyordu. O da bu kadar büyük olacağını tahmin etmemişti. Şu anda 9 ülke evet dedi, 2 ülke hayır dedi. Sorun onların sorunudur. Bu Türkiye'yi nasıl etkiler sorusuna gelirsek; biz Kopenhag siyasi kriterlerini özgürlükler ve teşebbüs hürriyeti noktasında önemsiyoruz. Bu sürecin aynen devam etmesini istiyoruz. Yani fevkalade bir durumu düşünmek istemiyoruz.

Kürtçe kurslara müşteri yok

3 Ekim sonrası için bir kaygınız yok mu?

Biz bu süreci aşmışız. 3 Ekim'de artık bu müzakerelerin başlayacağı tarih olarak bakıyoruz. Türkiye'nin bundan sonra burada vereceği birşey olamaz. Türkiye yapması gerekenleri yaptı. Uygulama konusuna gelince; zaman gerekir, birden olabilecek birşey değil. Zihniyet değişimi bu. Alışkanlıklar var. Mesela, ana dilde kurs açma meselesi bile şimdi aşıldı. Başta büyük ilgi olmasına rağmen şimdi bizden kurslar para istemeye başladılar, "kursları yürütemiyoruz, müşteri bulamıyoruz" diye.

"Annan'a 'raporu onaylat' diyeceğim"

Kıbrıs'la ilgili dün (önceki) gece Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ile görüştünüz. Kofi Annan'la da bu konuda görüşeceksiniz. Kıbrıs'la ilgili gelişme nedir?

Biz KKTC ile ilgili şu ana kadar takındığımız tavrı sürdürmekte kararlıyız. Bir defa Annan Planı'yla ilgili KKTC üzerine düşeni yerine getirdi. Garantör ülke olarak Türkiye de üzerine düşeni yerine getirdi. Ama muhataplarımız bunların gereğini yapmadı. Ne diğer garantör ülke, ne de Güney Kıbrıs Rum Yönetimi yaptı. Üzerlerine düşeni yerine getiremedikleri sürece bunlar müzakere masasından kaçar görüntüdeler. Zaten Annan da hazırladığı raporda bunu açıklıyor. Şimdi ABD'de Annan'dan bunu talep edeceğiz. Bu raporun BM Güvenlik Konseyi'nde tartışılıp neticelendirilmesini isteyeceğiz. Hâlâ uzatıyorlar... Annan Planı'na hayır diyen Güney Kıbrıs Rum yönetimi ödüllendiriliyor, evet diyenler ise cezalandırılıyor. İzolasyonun kaldırılmasını Annan'dan talep edeceğiz. Türk tarafıyla ekonomik, ticari, kültürel, sportif münasebetleri kurmalarını isteyeceğiz. Pakistan ve Kazakistan başbakan ve cumhurbaşkanları Kıbrıs konusunda bana destek verdiklerini söylediler. İKÖ'de girişimlerde bulunacağız.

Papadopulos, hâlâ adadan asker çekilmesini istiyor.

Tabiî ki böyle bir şey mümkün değil.

'Bizim iletişim sorunumuz var'

Bazı şeyler maalesef bizden de kaynaklanıyor, bizim de suçumuz var. İletişimsizlik sebebiyle bir endişeye kapılıyoruz. Şanlıurfa'da bir olay yaşadım, "Hıristiyanlaştırılıyoruz" diye bir kampanya. Oraya gittik, bir mimari çalışma yapılmış; içinde Hz. İbrahim'den Peygamberimiz'e kadar bütün peygamberlerin hayat hikayelerini anlatan tablolar var. Bunu "Hıristiyanlaştırma" diye veriyorlar. Tabii eser meydana çıktıktan sonra halk olayı sahipleniyor. Ama ben yine de bunu bizim iletişim eksiğimiz olarak görüyorum. Daha iyi anlatmamız lazım.

Kitap toplatan Sütçüler kaymakamına kınama cezası verildi.
Daha ciddi ceza gerekmez miydi?

AB kullanılarak oluşturulan atmosfere kurumlarımızın kurban edilmemesi lazım. Kötü emsal gösterme noktasında söylemiyorum ama Almanya, Fransa'da polisin yaptığı çok çok farklı şeyler değil.

Bir röportajın hikâyesi

Başbakan Erdoğan'ın, önceki gün kahvaltıda ağırladığı Yeni Şafak yönetici ve yazarlarına söylediklerini gazetemizde okudunuz. Ama kahvaltıda sadece 'ciddi' konular yoktu.

Başbakanlık Konutu'nun bahçesinde Yeni Şafak ekibiyle yürüyüş yapan Erdoğan, bu sırada fotoğraflarını çeken Başbakanlık fotoğrafçısı Yasin Aras ve Yeni Şafak foto muhabiri Murat Çetin'e, "Arkadaşlar şimdiye kadar bu fotoğrafları çekmeniz lazımdı" dedi ama, yine de onları kırmayarak çekim yapmalarına izin verdi.

Başbakan ile randevu yeri Başbakanlık Resmi Konutu, randevu saati ise 10.30'du. Genel Yayın Yönetmeni Selahattin Sadıkoğlu, Genel Yayın Koordinatörü Mehmet Ocaktan, Ankara Temsilcisi Mustafa Karaalioğlu ile yazarlar Ahmet Taşgetiren, Ali Bayramoğlu, Kürşat Bumin, muhabirler Erhan Seven ve Murat Çetin'den oluşan Yeni Şafak ekibi, konuta gitti. Saat 10.05'de konutun kapısına gelindiğinde araçtakilerin isimleri tek tek soruldu, araçların altı aynalarla kontrol edildi. Ancak listedeki bir isim eksikti; Genel Yayın Danışmanı Fehmi Koru. O da taksiyle gelince ekip tamamlandı.

Bumin'in 'küratör' titizliği

Yeni Şafak ekibi randevu saatine erken gelmesinden dolayı önce bir salona alındı. Bol tablolu ve gösterişli kanepe ve koltuklu salon, esprilere de neden oldu. "Artık bundan sonra sabah haber toplantılarımızı burada yapalım" nüktesinin ardından Kürşat Bumin'in tablolar üzerindeki incelemesi başladı. Bumin, tabloları güzel bulduğunu belirterek, "orijinal mi, reprödüksiyon mu Kürşat Bey?" sorularına da "Burada reprödüksiyon olur mu hiç?" cevabını verdi.

Bu arada ekibin Başbakan'a sorulacak ilk sorunun ne olacağı tartışmaları ilginçti. Bir yazarın, "İlk soru olarak, 'nasıl bu kadar başarılısın' diye soralım" şeklindeki teklifi, salondakilere kahkaha attırdı.

Biraz sonra, önce milletvekilleri Akif Gülle, Suat Kılıç, danışmanlar Yalçın Akdoğan, Nabi Avcı ve Ahmet Tezcan, ardından da Adana Milletvekili Ömer Çelik ile Başbakan Erdoğan salona girdi. Tek tek tokalaşmanın ardından salonda fotoğraf çektirildi, daha sonra kahvaltı salonuna geçildi. Görevliler, muhabir Erhan Seven'e masanın başına servis açınca, Akif Gülle ve Suat Kılıç bir ağızdan espiriyi patlattı: "Masanın başına oturan hesapları da öder ona göre!"

Mönüde olanları yazmıyoruz

Ömer Çelik ve Ahmet Tezcan da şakayla karışık bir ricada bulundu; "Daha önceki röportajlarda gazeteler kahvaltı menüsünü yazdılar. Ondan sonra da 'zengin sofrası' diye yorum yaptılar. Bari siz menüyü yazmayın."

Biz de bu ricayı dikkate alarak menüde neler olduğunu yazmıyoruz; masada olmayanları yazıyoruz: Kuş sütü.

'İşte size manşet'

İki gündür Yeni Şafak'ta okuduğunuz ciddi konulara girildi, sorular soruldu, cevaplar alındı. Ama kahvaltı boyunca daima "ciddi" olunmadı tabii. Kürşat Bumin'in Başbakan'a, "Size manşetlik bir şey soracağım" diyerek başladığı soruda, Başbakanlık Konutu ile Cumhurbaşkanlığı Konutu'nu karıştırır gibi olması üzerine Koru müdahale ederek, "Sayın Başbakanım, Kürşat Bey Ankara'yı pek bilmiyor da" dedi. Erdoğan da bunun üzerine "İşte size manşet çıktı" diyerek masadakileri de kahkahaya boğdu.

Zorlu imza için top taçta

Ankara Anlaşması Ek Uyum Protokolü artık imza aşamasına geldi. 15 Haziran'da AB Dönem Başkanı ile imzalanacağı kesinleşen protokole imza atmaya siyasiler yanaşmayınca deneyimli diplomatlar devreye sokuldu. Ancak bu kadar önemli bir anlaşmaya imza atmak istemeyen diplomatlar da topu birbirlerine atmaya başladı. Diplomatlar, "anlaşma Brüksel'de imzalanacağı için AB Daimi Temsilcisi Oğuz Demiralp imzalayacak" diye yüksek sesle konuşmaya başladılar. Bunu duyunca "kısmi şok" geçiren Demiralp ise bu işten sıyrılmanın yollarını aramaya başladı.

'Off the record'

Başbakan Erdoğan, sorulan bazı soruları "off the record" diyerek cevaplandırdı, bu sırada önüne konan iki teybin "off" tuşuna basmayı da ihmal etmedi. Neyse "record" kısma geçildiğinde kayıt düğmesine de bastı ve röportajın kaydı da tamamlanmış oldu.

Koru, kedi istemedi!

Başbakanlık Konutu'na gelinir de Başbakan'ın kedisinin muhabbeti de yapılmadan geçilir mi? Geçilmez tabii. Başbakan'ın kısa bir süre önce kedisini bir gazeteciye verdiğinin hatırlatılması üzerine, yeni kedinin en kısa sürede geleceği haberi verildi. Karaalioğlu'nun "Yeni kediyi Fehmi Koru'ya verin Sayın Başbakanım" demesi üzerine Koru, "Daha önce kedi verdiğiniz gazeteci görevinden oldu. Ben almayayım" diyerek teklifi geri çevirdi.



4 Haziran 2005
Cumartesi
 
Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu
Online İlan

ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Sağlık | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED