AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
K R O N İ K  M E D Y A
Eski Sabah'çıların itiraf edilmemiş gazetecilik günahları (1)

Zafer Mutlu, Vatan'ın iyi muhabirlerinden Devrim Sevimay'a verdiği söyleşide eski gazetecilik günahlarından birini itiraf etti: "Hükümetlerarası taraf tuttuk, savaştık, sanki seçime biz giriyormuşuz gibi rakibi olduk, kabine listelerini önceden gördüm, falan..." Madem konu açıldı, bu günahlardan birkaçını daha hatırlatalım...

Vatan gazetesinin 1000. günü vesilesiyle çıkarılan "tuğla gazete"nin en ilginç sayfaları hiç kuşkusuz Vatan'ın birinci adamı Zafer Mutlu'yla gerçekleştirilen söyleşiydi... Ve gene hiç kuşkumuz yok ki, bu üç sayfanın en ilginç satırları da şunlardı:

"Ben eskiden Vatan'dan daha çok satan, en çok satan bir gazeteyi, en çok izlenen televizyonu ve en büyük dergi grubunu yöneten bir adamdım. Böyle bir gücün, patronu kadar tepesindeki isimdim. Sabahtan akşama kadar başbakanlarla konuşurdum. O dönemde gerçekten birtakım yanlış işlere girdik. Hükümetlerarası taraf tuttuk, savaştık, sanki seçime biz giriyormuşuz gibi rakibi olduk, kabine listelerini önceden gördüm filan. Şimdi çok daha mütevazı, televizyonu olmayan bir gazetenin başındayım. Ve 2.5 senedir bir kez başbakan gördüm, Ankara'ya hiç gitmiyorum, bakanlarla hiç ilişkim yok. Bu dönemde inanamayacağın kadar çok daha güçlü bir adamım. Çok da huzurlu hissediyorum kendimi. (Sanki Zafer var gibi konuştunuz diye sorunca Zafer Mutlu şöyle devam ediyor) Mesleki olarak değil ama bakış olarak öyle. Çok dersler aldım ben, Ben damdan düştüm. Bakış ve davranış biçimimde farklar var."

MODA OLARAK İTİRAF?

Daha önce de yazmıştık: Bu tür "itiraflar" karşısında biz ne diyeceğimizi, ne yapacağımızı bilemiyoruz... Bir yandan -özellikle son satırlarda samimiyet dozu iyice artan- hakiki gibi görünen bir özeleştiri karşısındasınız ve bunu takdir etmek gerekir diye düşünüyorsunuz; öte yandan son yılların modası "itiraf kültürü"nün önceden tasarlanmış bir ürünüyle karşı karşıya olma ihtimali nedeniyle "takdir" duygularınız güdük kalıyor, duygularınızın "iğfal" edildiği duygusuna kapılıyorsunuz...

"Son yılların itiraf kültürü" meselesinde dertli olduğumuzu yazmıştık daha önce... Eski tarz, "hataları gizleme", ne olursa olsun "inkâr etme" tutumuyla kıyaslandığında ilk bakışta nimet gibi görünse de, can sıkıcı bir "pratiği" vardı çünkü bu "itiraf kültürü"nün... İlk yıllarında hepimizin yağlarını erittiği ve "cesaret işi" sayıldığı için itiraf sahiplerini yere göğe sığdırmıyorduk... Fakat sonradan anladık ki bu, istisnalar dışında "kurgusal" bir pozisyondur... Çünkü zaman içinde gördük; "itiraf"çılar, pişmanlık duyduklarını söyledikleri hatalarını aynen, güle oynaya sürdürüyor...

Zafer Mutlu'nun itiraflarını biz, kusura bakmasın, işte bu çerçeve içinde okuduk, iki arada bir derede kaldık; elimizden başkası gelmedi...

Zafer Mutlu, itiraflarında "partiler ve hükümet" düzeyindeki müdahalelerini açık bir biçimde anlatıyor... Biz bunlara, iki alandaki müdahalelerini ilave etmek istiyoruz... Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve bankacılık sistemi... Birincisini bu yazıda yapacağız... İkincisi de yarına...

CUMHURBAŞKANI SEÇİMİ...

Sabah'ın, "5+5" formülüyle "baba"nın cumhurbaşkanlığının devamını sağlama konusundaki yayıncılığı unutulabilir mi? Dönemin Medyakronik'inden aynen aktarıyoruz:

"Süleyman Demirel'in yeniden cumhurbaşkanı seçilemeyeceği, 5 Nisan 2000 günü Meclis'teki oylamayla kesinleşti. Yaklaşık bir ay öncesine gidelim ve oradan oylama gününe doğru yaklaşarak, Sabah gazetesi hangi manşetlerle çıkmış, Baba'ya bağlılığını nasıl göstermiş, bakalım.

1 Mart'ta gazete, 'Demirel garantiledi' diyor. (...) 24 Mart'ta sabah üç profesöre sormuş: 5+5 gerçekleşirse Demirel aday olabilir mi? Biri "olamaz" diyor, biri "olabilir", biri de "tartışılabilir". Yani "banko" ve "garanti" olan bir durumun olup olamayacağı soruşturuluyor. Tuhaf ama…

(...)

"31 Mart'ta Sabah uyarıyor: 'Fatura çok ağır olur'. Çünkü: 'Çankaya krizi daha ilk günde borsayı vurdu, faiz yükseldi istikrar bozuluyor kaygısı başladı'. Demirel'in önemi - 5+5 paketini zora sokan gelişmeler hem içte, hem de dışta ciddi tedirginliğe yol açtı. Demirel'in hükümetin dördüncü ortağı gibi çalıştığını, birçok krizin çözülmesinde anahtar rolü oynadığını hatırlatanlar, şimdi hükümette doğacak sıkıntı sonucu Türkiye'nin yıllar sonra yakaladığı sihirli formülü kaybetmesinden korkuyor. / Korkular başladı - Zaten daha ilk günde piyasaları etkileyen bu korkular şöyle sıralanıyor: Siyasi istikrar kaybolacak. Ekonomik program zora girecek. Özelleştirme aksayacak. Dış ilişkiler olumsuz etkilenecek. AB'ye uyum süreci kesintiye uğrayacak. Terörle ve mafyayla mücadele aksayacak.'

"2 Nisan tarihli Sabah'ın asıl numarası şu haber: 'Batı: 5+5 çıkmazsa hükümet çöker'. Gazetenin 'Batılı diplomatlar'a dayandırdığı imalat-haberine göre, ilk oylama sonucu, 'Batılı diplomatik çevrelerde siyasî kriz endişesine yolaçmış'. Sözkonusu diplomatlardan biri, yine de 'Demirel'in yeniden seçileceğine' ve cumhurbaşkanlığı seçimi tartışmaları yüzünden 'kesintiye uğrayan reform programının devam edeceğine' inandıklarını belirtmiş. Sabah'a 'Batı' gibi hikmeti hepimizce mâlûm bir özneye dayanarak bu haberi yapma şansını veren 'diplomatik çevreler'in güvenilirliği ve kapasitesi ne yazık ki çok şüpheli."

Medyakronik'ten alıntıyı burada keselim... Fakat şaşkınlık içindeyiz, nasıl olmuş da o günlerdeki "uzmanlar"a dayandırılan "babadan sonra kaos" manşetini unutmuşuz? (Manşette tek bir "uzman"ın adının geçmediğini söylemeye sanırız gerek yok.)

Şimdi okuyacağınız Medyakronik alıntısında da Sabah'ın 2 Mayıs 2001 tarihli sayısının manşeti anlatılıyor ("baba" seçilememiş, köşesine çekilmiştir artık):

"Manşet ve büyük spot: BABADAN KALMA SİYASET BİTTİ - Oy avcılarının yem borusu kesildi. Artık politikacı 'Kim ne verirse 5 bin lira fazlası benden' nutukları atamayacak. Küçük spotta: 'Hazine'nin dün yaptığı (görev zararlarına son verildiği yollu) açıklamayla Türkiye'de yeni bir dönem başladı. Ve Demirel modeli politikalar tarihin karanlık sayfalarına gönderildi.' Ve bunların yanında, Demirel'in çoban kepeneği ve sopasıyla fotoğrafı, resimaltı başlığı: 'Demirel'in tarihe geçen kararları'; resimaltında: '…Tütüne kim ne veriyorsa 5 bin lira fazlası benden…'"

Yaa, işte böyle... (A.G.)

YARIN: Etibank'ı da denetleyen "genç" murakıplara başyazar nasihatı ve malûm manşetler...


Sedat Ergin bunu yapmayacaktı...

Akşam gazetesi yazarı Güler Kömürcü'nün Sedat Peker'le yaptığı telefon görüşmesinin bant kayıtlarını yayımlayan Milliyet hiç kuşkusuz doğru bir iş yapmadı. Konuşma tümüyle "özel hayat" çerçevesindeydi çünkü. İşin özü bu. Konuşmanın bir gazeteciyle yasa dışı işlere bulaştığı iddiasıyla yargılanan bir kişi arasında geçmesi, bu "öz"ün gözardı edilmesi gerektiği gibi bir sonuç doğurmaz. Biz, başında Sedat Ergin gibi birinin bulunduğu bir gazetede böyle bir "haber"in yayımlanmasına ayrıca çok şaşırdık. Çünkü, biliyorsunuz, onun başına da benzer bir şey gelmişti ve böyle bir durumda insanın neler hissettiğini bir yazısında pek güzel ifade etmişti. Ayrıca da o Sedat Ergin işte: Robert Kolej, Boğaziçi, Washington, Ankara falan... Biz bu hususta Umur Talu (Sabah, 6 Haziran) gibi düşünüyoruz. Yani şöyle:

Diyecektim ki...Bizim, bizlerin gerçekten, hakikaten, sahiden herhangi bir tutarlı "ilkemiz" olabilir mi? Biz... Gazetecilerin. Siz... Okur, vatandaş, izleyicilerin. Gerçekten sapına kadar sahip çıktığımız ilkemiz, ilkelerimiz olabilir mi?

Milliyet gazetesi dün Sedat Peker'le bir şekilde "ilişkili" isimlerin telefon kayıtlarını yayınladı. (...) O telefonlarda menfaatten ziyade duygularıyla yakalanmış bir meslektaşımıza da şaşırdık, çok ayıpladık. Kınıyoruz hatta.

Gazetecilerin girdikleri ilişkilere, eş dost, ahbap çavuşlarına filan bak olduk!

Sonra...

Sonrası şu: Başta "Peker"in adaşı Sedat Ergin, (Kendi başına da bu telefon teşhirinin bir benzeri gelmemiş miydi) Milliyet yazı işlerinde bulunan arkadaşların hepsini severim.

Ama şimdi, alınmaz ve katılırlarsa, hep birlikte düşünelim.

Bu konuşmalar, ne "Sedat Peker'in çete ilişkileri"ni ortaya koyuyor, ne büyük bir vurgunu, ne bileyim bir cinayetin perde arkasını filan ortaya çıkarıyor.

Bunlar sadece teşhir; seyirlik, eğlencelik, bilemedin vah vahlık, ah ahlık.

Bunların bir haberin unsurları olma gibi bir şansı da yok.

Fakat diyelim ki ben yanlış düşünüyorum.

O zaman, buyrunuz ilkeye gelelim.

Hürriyet'in Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, aynı zamanda Milliyet'in filan da üst yönetimi manasındaki Medya Grup şeysi sıfatıyla, bir telefon kaydında (yasadışı) basılıp teşhir edildiğinde...

Bunu "haberleşme özgürlüğü" adına şiddetle kınamadı mı?

Biz de, misal o zamanki Türkiye Gazeteciler Cemiyeti yönetimi olarak, olayın bu tarafını da kınamadık mı?

Özkök, üstelik o vakadan bir ders çıkartarak, o güne kadar böyle telefon kayıtları yayınlamakla yanlış yaptıklarını kabul ederek, bunu ancak başına geldiğinde, bu teröre maruz kaldığında anladığını söyleyerek...

"Bi daha yapmayız" demedi mi?

Onun dinlenmesi "yasadışı" olduğu halde, kayda geçen ve teşhir edilen sözleri, eylemleri, talepleri, başbakanı tehdidi, bir bakanı azarlayışı, ağlamaklı ve sinirli üslubu, iş takibi vesaire...

Daha bir "haber", daha bir "tuhaf", bir gazeteci açısından daha "ayıp" değil miydi? Bu içerik de kınanmıştı nitekim; ama geriye, telefon dinleme ve uluorta teşhirinin ayıbı ile...

Umuyorduk ki, Medya Grup şeysinin çıkardığı ders kalmıştı.

Yani, bırakın Ceza Kanunu'nu filan, her şeyden önce bir ilke, bir tutarlılık.

Yok öyle bişiy!

Bu diyarda ders yok, oportünizm çok... İlke yok, başına geldiğinde anlamak ve ağlamak var... Tutarlılık yok, başına geleni hemen unutmak var.

Ayıp yok ve kayıp çok!

Kayıt zaten çok da... Kayıtsızlık da çok.


7 Haziran 2005
Salı
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu
Online İlan

ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Sağlık | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED