T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 4 HAZİRAN 2006 PAZAR
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Bugünkü Yeni Şafak
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Dücane CÜNDİOĞLU

Ey kalpsiz kadın!

Kalp... gönül... yürek... Bu üç sözcüğün üçünün de eş-anlamlı olduğu varsayılır.

Ne demekmiş 'kalp'? 'Kalp' Arapça kökenli bir sözcük olup Türkçe'de bu sözcüğün karşılığında 'gönül' veya 'yürek' sözcükleri kullanılır imiş...

Şimdi soralım o hâlde: "Ey kalpsiz kadın!" hitabında geçen 'kalpsiz'in yerine —anlamı bâki kalmak üzere— 'gönülsüz' veya 'yüreksiz' sözcükleri kullanılabilir mi? Hayır!

Peki bu kullanımında 'kalpsiz' sözcüğü ne anlama gelmektedir? Elbette, 'vicdansız', 'acımasız', vs...

Şimdi de şu misâli gözden geçirelim: "Bizim çocuk bu işte pek gönülsüz."; yani isteksiz... Çünkü "gönülsüz olmak", en nihayet isteksiz olmak, arzu duymamak demek.

Bir de şu misâle bir bakalım: "O mu? O, yüreksiz herifin biridir!" Bu misâlde geçen 'yüreksiz' sözcüğünün yerine hem de hiç tereddüt etmeden 'korkak', 'cesaretsiz' gibi sözcükleri yerleştirebilirsiniz.

Özetleyecek olursak: Kalpsiz: vicdansız. acımasız. Gönülsüz: isteksiz. Yüreksiz: korkak, cesaretsiz.

Türkçe 'gönül' sözcüğü "sevinmek, mutlu olmak, istemek, arzulamak" anlamında 'gönenmek'ten gelmekte olup ince duyguların hareketini ifade etmek bakımından "isteme, arzulama, sevinme yetisi" demektir. Klasik Psikoloji'nin terimleriyle ifade edecek olursak, bu sözcüğün kullanımları, umumiyetle 'kuvve-i şeheviye'nin fonksiyonları için geçerlidir.

Bu kuvve harekete geçtiğinde, gönlün kıpır kıpır etmemesi mümkün değildir. Gönlü sâkin, yani hareketsiz, yani isteksiz... Nitekim 'şehvet' ve 'iştah' sözcüklerinin aynı kökten geldiği unutulmadığı takdirde, 'gönül' sözcüğünün nasıl olup da 'mide' mânâsı taşıyor olduğunu açıklamak kolaylaşır. Türkçe'de "gönlü bulanmak" tabiriyle "midesi bulanmak" tabiri aynı anlama gelir ve "kusacak gibi olmak" demektir.

Bu arada 'istek' yerine eskiden 'irade' sözcüğünün kullanıldığı, irade'nin ise "bir şey yapmayı istemek" demek olduğu ve tabiatıyla irade'nin de ancak hareket eden canlılarda bulunduğu hatırlanacak olursa, "gönlü sâkin" veya 'gönülsüz' tabirlerinin nasıl olup da 'isteksiz' anlamına geldiği kolaylıkla anlaşılabilir sanırım.

Buna mukabil 'yürek' sözcüğü, "hareket etmek" anlamında 'yürmek'ten (yürümek) türemiş olup 'şecaat/cesaret yetisi' anlamına gelir. Yine Klasik Psikoloji'nin terimleriyle söyleyecek olursak, Türkçe'de bu sözcüğün kullanımı 'kuvve-i gazabiye'nin fonksiyonlarına tahsis edilmiştir. Nitekim gönül'e nisbetle daha erkeksi, daha sert vurgular taşımasının bir nedeni de budur; zira hiddetli ve şiddetli duygular sözkonusu olduğunda sert adımlara ihtiyaç olur. Duyguların sert adımlarla yürümesini mümkün kılan işbu yetiye 'yürek' adının verilmesi sebepsiz değildir.

Depresif, melankolik, içine kapalı kişilikler, yaptıklarını genellikle 'gönülsüz' olarak yaparlar. Kendilerinde 'gönül açıklığı'ndan, yani neşeden, ferahlıktan eser yoktur. Gönülleri kıpır kıpır etmediği için, böylelerinin "gönül darlığı" çekmeleri, iç sıkıntısına düşmeleri gayet tabiidir.

Yüreklilik, atılgan olmayı gerektirir ve cesaret ister. Meselâ "yüreği soğutmak" gerçekte öfke ateşini soğutmaktan ibarettir. Dehşet verici durumlar karşısında kalan bir kimse hakkında "âdeta kanı dondu" denir.

Biz de bu teşbihe bağlı kalarak soralım: Kanı donan kişi ne yapar?

Hiçbir şey yapmaz, hareket edemez, öylece kalakalır. Fakat kanı donmaz da deli deli akarsa, âdeta bir "deli-kanlı" gibi davranırsa, bu takdirde o kişi harekete geçer, bir şey yapar, bir tepki verir, cesaret göstermiş olur, vs.

Depresif kişiliklerin tam da aksine agresif kişilikler, kuvve-i gazabiyeleri faal kimseler arasından çıkarlar. Gazabiye ise, gazab'dan gelir ve tahmin edileceği üzere 'öfke' anlamı taşır. Modern Psikoloji'de, bilhassa Psikanaliz'de "saldırganlık dürtüsü" denilen şey, işbu kuvve-i gazabiyedir. Bugün "kuvve-i şeheviye" karşılığında "cinsellik dürtüsü" (libido) gibi terimler kullanılıyorsa da, gerçekte bu, insan nefsi hakkındaki bilgimizin zamanla genişlediğini değil, bilâkis daraldığını ispatlamaktan başka bir şeye delâlet etmez.

Duyguların hareketinin esasında kan dolaşımının hızıyla, yani kanın hareket hızıyla (!) alâkalı olduğu asırlardır bilinir.

O halde şimdi şu sorulara cevap verelim:

— Kanın hareketini (hareket hızını) hangi organımız düzenliyor veya etkiliyor; bir diğer tabirle, kanın hareketinden en çok hangi organımız etkileniyor?

— Kanımızın hareketi yavaşladığında, bizlerin birdenbire 'gönülsüz', 'yüreksiz' ve 'kalpsiz' kişiler haline geldiğimiz bir gerçek değil mi?

Gerçek bu değil mi?

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi