T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 4 HAZİRAN 2006 PAZAR
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Bugünkü Yeni Şafak
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Kürşat BUMİN

Monarşik bir sosyal demokrasiye doğru

Deniz Baykal'ın partiyi "herkese" açarak "siyaseti toplumsallaştırmayı, sivilleştirmeyi ve Cumhuriyet'i, demokrasiyi savunmayı herkesin işi, görevi haline getirmeyi" amaçlayan atılımından söz ediyorduk...

"Türk Sosyal Demokrasi Tarihi"nin (böyle bir "tarih" varsa) bu en iddialı atılımı, bakalım CHP'nin de üyesi olduğu Sosyalist Enternasyonel tarafından nasıl değerlendirilecek. Bu atılım belki de -önceki gün Murat Yetkin'in hatırlattığı gibi- Tony Blair'in başarısının ardından ikinci büyük "huruç" harekatını oluşturacak...

Türkiye'nin "kara mizah"ın anavatanı olduğunu iddia edenler yine yanılmadılar. Her iş "gavur icadı" olacak değil ya; dileriz bu müthiş "atılım" gerçekleşir de, şu geçici dünyada Sosyal Demokrat Türk'ün de siyasal tarihe önemli bir katkısı olur.

Dünkü yazıda gözden geçirmiştik: Baykal'ın önce Radikal gazetesi, sonra grup toplantısında açıkladığı CHP'nin yeni siyaseti her şeyi ile "genel başkan imalatı"ydı. CHP Genel Başkanı, "tek parti" dönemine yönelik "monarşik cumhuriyet" nostaljisini şimdi de "monarşik sosyal demokrasi" özlemiyle pekiştiriyordu. (Ne yapsın! Kimsenin "yaratıcı" bir proje sunmadığı bir ortamda iş yine "başkana düşmüş"tü.)

Şimdi "atılım"a biraz daha yakından bakalım:

Baykal'ın davet mektubu herşeyden önce "sosyal" ve "ekonomik" olanı tanımayan bir atılımdır. "Kim olursan ol gel..." daveti sosyal ve ekonomik olana kayıtsız, toplumun ve dolayısıyla seçmenin "homojen" olduğu varsayımına dayanmaktadır. Tamam, sosyal demokrat partilerin de artık birer "kitle partisi"ne dönüştüğünü ve bu partilerin seslendiği kesimlerin çok çeşitlendiğini inkâr eden yok; ama tabiatı gereği parçalı olan toplumu bu derece "yekpare" biçimde anlamak da ölçüyü hepten kaçırmak olmuyor mu? Unutmamak gerekir ki, sosyal demokrasi "sosyal"i tanımayan-inkâr eden herhangi bir davete-atılıma aşina değildir...

Peki o halde Baykal'ın davetine icabet eden "ister sağcı, ister solcu, ister muhafazakâr, ister liberal olsun herkes" sosyal ve siyasalın altından kalkmak için hangi ilkeler etrafında bir araya gelecek? Bir biçimde bir araya gelmeleri gerekir ki CHP birinci parti, Baykal da başbakan olsun!

Bu sorunun cevabını Radikal'den İsmet Berkan geçen günkü yazısında ("Laiklik partisinin kaç oyu var?", 31 Mayıs) vermiş bulunuyor: "Laiklik elden gitmesin" ilkesi (!) etrafında birleşerek.

İlginç, son derece ilginç bir siyaset doğrusu... Berkan'ın şu tespiti çok yerinde: "CHP kendisini bir 'laikliği koruma cephesi' olarak tanımlamak istiyor. Yani, esasen insanları korkutmaya çalışıyor veya zaten var olan korkuları giderecek adres olduğunu söylüyor."

Berkan'ın söz ettiği "korku"yu Baykal şöyle özetliyor: "Cumhuriyet'i savunmak kurumlara terk edilemez. Eski yanlışlıkları tekrarlamayalım. Cumhuriyet'i kurumlardan çok toplumun savunmasını sağlamak zorundayız."(!)

Bir bakıma "ölümü gösterip sıtmaya razı etmek" siyaseti! Seçim senin: Yeni bir askeri müdahale mi istiyorsun, yoksa CHP çatısı altında toplanmaya evet mi diyorsun? Sosyal demokrasinin bu derece "kurnaz"ı ile ilk kez karşılaştığımız muhakkak.

Ancak "ilginç" olmasının yanı sıra ayakları son derece yerden kesik bir siyaset yapma biçimi bu. Bu tarz bir cepheleşmeyi, laik-Katolik çatışmasının doruğa çıktığı Üçüncü Cumhuriyet Fransa'sı bile becerememişti. Kısmet Baykal'ın CHP'sine imiş...

Bu "atılım" meyva verdiği takdirde, mikrofon uzattığınız bir vatandaş artık şu iki seçenekten birisini işaretmek zorunda: "Laiklik elden gitmesin" cephesinden misin, yoksa "Laiklik elden gidebilir" cephesinden mi?

Baykal'ın (ve ona ses çıkartmayan CHP'nin) bugünün Türkiyesi'nde toplumsal kesimleri-tarafları birbirinden ayıran tek çizginin bu "cepheleşme"den ibaret olduğunu sanması ne büyük bir siyasi gaflet. Oysa herkes biliyor ki, bu ülkede toplumsal kesimler son derece çeşitli tercihler arasında büyük bir hızla gidip gelmektedir. Baykal'ın sözünü ettiği "cepheleşme"den hareketle bu toplumu değil arkasına takmak, anlamak bile mümkün değil.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi