T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 4 HAZİRAN 2006 PAZAR
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Bugünkü Yeni Şafak
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

EKONOMİ-TOPLUM
Mustafa ÖZEL

İş kurarken ölçülü ol!

Genç yaşta iş hayatına atılanların düşleri bol, tecrübeleri kıttır. Fikirleri çok, nakitleri yok. Bu ilk evrede, ölçülü davranıp somut projeler geliştirenler kısa zamanda başarıya ulaşır, diğerleri ise yalpalar dururlar

Bahtiyar Bey ile ilk tanıştığımız günlerdi. Zevkle inşa ettiği 7 katlı yönetim binasının, denize bakan görkemli bir odasındaydık. Biraz canı sıkılmış gibiydi. Ben gelmeden önce, odasında önemli bir Alman iş adamını ağırlamış, fakat sipariş alamamıştı. Canını sıkan, Almanın sipariş vermemesi değildi. Adamın lafını hazmedemiyordu. Alman işadamı binayı dolaştıktan sonra, Bahtiyar Bey'e dönüp, "Size sipariş veremem, kusura bakmayın!" demiş. Neden? "Bütün bu gereksiz yatırımın masrafını benden çıkarmaya çalışacaksınız!"

Benzer bir durum otomobiller için de geçerlidir. Zengin havası vermek için, yabancı misafirleri hava limanından lüks Mercedes veya BMW otomobilimizle karşılamak isteriz. Oysa yabancı misafir ister ülkemize yatırım yapmak, ister mal almak veya yaptırmak için geliyor olsun; zengin ile değil, girişimci ile iş yapmak ister. Girişimci, görünüşe değil, esasa önem verir. İşin aslını gölgede bırakan zenginlik gösterileri ise, yabancıları memnun etmez.

Yabancılara değil, kendimize kızalım. İş kurma ve geliştirmenin birinci anahtarı ölçülü davranmaktır. Genç yaşta iş hayatına atılanların düşleri bol, tecrübeleri kıttır. Fikirleri çok, nakitleri yok. Bu ilk evrede, ölçülü davranıp somut projeler geliştirenler kısa zamanda başarıya ulaşır, diğerleriyse yalpalar dururlar. Yıllar önce, yabancı bir yazardan yararlanarak sembolik bir iş kurma hikâyesi anlatmıştım. Şimdi o hikâyeyi ve hikâyeden çıkarılabilecek dersleri hatırlamanın vaktidir: Sahnemiz Türkiye, kahramanlarımız Kemal Bey ile Hulusi Bey.

Üç arkadaş yola koyulduğumuzda sayısız müphem ideallerimiz vardı, diyor genç Kemal. Fakat somut bir misyon belirlemiş değildik. Büyük umutlarımız vardı, yazılı bir iş planımız yoktu. Küçük bir büro kurup mütevazi bir şekilde donattık. Her üçümüz de başka işlerde part-time çalışmaya devam ediyor, kazandığımız bütün parayı işimize akıtıyorduk. Birkaç dost ve akraba da işimize yatırım yaptılar, biraz da borç temin ettik.

Benim ek işim son derece esnekti; bu yüzden vaktimin çoğunu ortak işimize ayırabiliyordum. Sabah ve öğleden sonraları işe geliyor, bir müddet çalıştıktan sonra ayrılıyordum. Bir keresinde işten çıktığımda, caddenin karşı tarafındaki bankta oturan yaşlı bir adama gözüm ilişti. Hiç kıpırdamadan gökyüzüne bakıyordu. Bir müddet sonra geri döndüğümde, adam aynı sükûnetle yerinde duruyordu. Bizim bürodan yana bakıyor, fakat bakışları sanki hiçbir odağa takılıp kalmıyordu.

ŞİRKETİN GELECEĞİNE YATIRIM YAPIN

Onu daha sonra birkaç defa aynı vaziyette gördüm. Hep aynı sükûnet ve ciddiyet içindeydi. Bir gün caddeyi geçip bizim büroya girivermez mi? Kapıda bir an durup büroyu süzdü. Biriyle randevusu varmış, içeri buyur edilmeyi bekliyormuş gibiydi. Kendisinden yana dönüp, "Size yardımcı olabilir miyim?" diye sordum. "Bilmiyorum," dedi gülümseyerek. Elini uzattı: "Adım Hulusi." Birden filmlerde yaşlı fabrikatör rolü oynayan Hulusi Kentmen geldi gözümün önüne. Gülümseyerek elini sıktım; parmakları uzun ve soğuktu. Fakat adamda son derece sıcak bir şey vardı ve bu beni rahatlatıyordu. "Adım Kemal," dedim.

"Küçük işinizi çok sevdim" dedi.

"Eh, bir başlangıç sadece."

"Ne zaman kurdunuz bu işi?"

"Altı ay oluyor, fakat bir yıldan fazladır üzerinde çalışıyorduk."

"Büroyu tefriş tarzınızı beğendim."

Bunu hafif bir gülümsemeyle söylemişti; bizimle dalga mı geçiyordu? Büronun mobilyasını şurdan burdan toplamış, birkaç parça da kendi evlerimizden getirmiştik. "Elden düşme parçalarla idare ediverdik," dedim.

"Benim de hoşuma giden bu zaten, dedi. Bütün parasını mobilyaya yatıran yeni şirketler gördüm. Böyle birine ortak olmuştum bir ara; patronlar hemen birer Mercedes aldılar, meşeden oyma masalar ısmarlayıp duvarlara sanat değeri yüksek tablolar astırdılar. Kendilerine paralarını mobilyaya değil, işe harcamaları gerektiğini söyledim. Bana işlerin yolunda gittiğini söylediler, ama yılsonu gelmeden de nalları diktiler. Şirketin geleceğine yatırım yapmamışlardı çünkü."

Bir an durup tekrar büroyu süzdü. "Yeni bir şirket olarak, harcamalarınızı akıllıca yapmak zorundasınız. Parayı büyütecek şeylere para harcamalısınız."

Hikâyesi merakımı tutuşturdu. Ne söyleyeceğimi bilemedim. Gülümseyerek yüzüme bakıyor, sanki birşey söylemek istiyordu. Kasdının ne olduğunu anlamakta güçlük çekiyordum. "Şirketinize yatırım yapacak birilerini arıyor musunuz?" dedi. İlgisizce soruyor gibiydi, sanki saatin kaç olduğunu öğrenmek istiyordu.

"Hımm... Doğrusu biraz sermaye sıkıntımız var."

"Bir iş planınız var mı?"

"Ah... Hayır, var denemez. Çok sayıda fikirlerimiz, planlarımız var, fakat bunları somut biçimde yazıya geçirmedik henüz..."

Birdenbire farkettim ki, hâlâ kapının önünde ayakta duruyorduk. Hulusi Bey'in elleri cebindeydi ve son derece rahat görünüyordu. Bense biraz gülünç olduğumuzu hissettim.

İŞ PLANINIZI YAPTINIZ MI?

Oturmaz mısınız, dedim. Kahve veya başka bir şey içmek ister misiniz? Teklifimi hemen kabul etti. Büroyu hızla kolaçan ettikten sonra, arka taraftaki odama geçtik. Kahvesini karıştırırken, yüzüğünün ve kravat iğnesinin çok değerli taşlarla süslü olduğuna dikkat ettim. Sıradan biri değildi bu adam.

"Bir planınız olmalı," dedi. "Herhangi bir yatırımcının sizi ciddiye alması için, sağlam, iyi yazılmış bir iş planınız olmalı. Plansız şirket, rotasız gemiye benzer. Planınız yoksa, nereye gideceğinizi tesbit etmemişsiniz demektir."

Kahvesini yudumladıktan sonra devam etti: "Planınız uzun ve karmaşık olmak zorunda değil. Fakat size ve şirkete ilgi duyacak herhangi bir insana yeterince açık, anlaşılabilir gelmeli. Ve pek tabiî, yazılı olmalı. Kısa, özlü bir misyon cümlesiyle başlayın. Elinizden geldiği kadar idealist ve iddialı olsun. Sonra işinizi tanımlayın: İşiniz nedir, bir şirket olarak ne yapıyorsunuz? Bugün hangi noktada olduğunuzu açık seçik tasvir edin. Kimlerin işe dahil olduğunu ve ne yapmakta olduğunuzu anlatın. Sonra bize bir yıl sonra, iki, üç, beş yıl sonra nerede olmak istediğinizi söyleyin. Ve oraya ulaşmak için kullandığınız haritayı gösterin bize."

Söyledikleri bilmediğimiz şeyler değildi; fakat sanki ilk defa böyle şeyler dinliyormuş gibiydim. "Bunları önce basit kelimelerle dile getirin, sonra rakama dökün," diyordu. "Önümüzdeki beş yıl için nakit akım projeksiyonlarınızı hazırlayın. Ne kadar sermayeye ihtiyaç duyduğunuz, bu sermaye ile ne yapacağınız ve ne gibi sonuçlar öngördüğünüz hesaplanmış olmalı."

Pekala, dedim. Zaten not tutmaya başlamıştım bile. Bu adam bir kaçıktı belki, ama çok iyi öğütler veriyordu. Ayağa kalkar gibiyken devam etti: "Planınızı yapmadan önce, önemli bir şeyi yapmanızı öneririm dedi. Kaç kişi çalışıyor burada?"

"Beş kişi."

"Peki, bunların kaçı ortak?"

"Şirketi üç kişi başlattık."

"Diğerleri maaşlı işgören, değil mi?"

"Evet. Ortaklar henüz maaş almıyor."

"Nasıl kurdunuz şirketi? Adi ortaklık mı?"

Cevap vermede zorlandım.

"Evet, ama sözleşmeyi henüz tamamlamış değiliz."

Hulusi Bey soğuk ve tuhaf bir bakış fırlattı yüzüme. "Ortaklıklar yürümez!" dedi dobra dobra. "Ne demek istiyorsunuz? dedim. Sayısız başarılı ortaklık var dünyada." Gayet sakindi. "Bana iki tanesinin adını söyleyin," dedi. Güldüm. Muhakkak ki dünyada birçok benzer kuruluş vardı, fakat nedense hiçbirinin adı aklıma gelmiyordu. Hulusi Bey zevkten dört köşeydi. "Bak, dedi, dünyada sayısız ortaklık var, fakat bunların hiçbiri ortaklaşa idare edilmiyor." İyice şaşırmıştım. "Ne demek istiyorsunuz?"

Açıkladı: "Ortaklık, iki veya daha fazla insanın şirketten sorumlu olması, icraî kararları vermesi demek. Zamanla, birden fazla kişinin yapılacak işler üzerinde uyuşması zorlaşır, fikir ayrılıkları, hatta çatışmalar baş gösterir. İşletme bir ortaklık tarzında örgütlenmiş olsa bile, ortaklardan biri başkan olmalıdır. Yani nihaî kararları birinin vermesi gerekir. Şirketin başarı veya başarısızlığından birinin sorumlu olması gerekir."

"Niçin?" diye soracak oldum. Gülümsedi. "Bak, dedi, ortaklıklarda kimse kendini bütünden sorumlu tutmaz. Bu yüzden birçok şey ihmal edilir. Ve ortaklardan biri her zaman daha fazla para veya enerji sarfettiğini düşünmeye meyleder." Çoğu zaman böyle düşündüğümü hissedip kızarıverdim.

"Size önerim, bir anonim şirket kurup idareyi dışınızdaki birine devretmenizdir. Vakit erkense, o zaman aranızdan birini başkan seçip işin asıl sahibi haline getirin. Diğer ortaklar da yönetim kurulunda görev alır, değişik bölümleri idare ederler. Eğer aranızda iki güçlü lider varsa, o zaman rotasyon yoluyla başkan olsunlar. Önemli olan, her bir devrede bir tek kişinin tepede yer almasıdır."

Kahvesini bitirdi. Kartlaştık ve ayrıldı. Ertesi gün icraata koyuldum. Ortaklarım ve işgörenlerimizle oturup şirketin geleceğini konuştuk. Anlaşıldı ki ortaklardan sadece ben şirketi enaz beş yıl götürmeyi düşünüyormuşum. Diğer ikisi bu işi kısa vadeli bir basamak olarak kullanmayı tasarlıyorlarmış!

Arzu varsa yol bulunur

Bemal Bey, tuhaf yabancıdan sadece şirketin geleceğini düşünmeyi değil, bugününe çeki düzen verilmesi gerektiğini de öğrenmişti. Yapılan düzenlemeyle şirketin başkanlığına getirildi; diğer iki ortak ise sırasıyla pazarlama ve operasyonlardan sorumlu oldular. İş planını yazmak doğal olarak yeni başkana düşüyordu. Planın ayrıntılarına girmeden önce, kıssadan aldığımız hisseyi özetleyelim:

  • Yeni bir şirket sadece parayı büyütecek şeylere para harcamalı, bunun dışında tutumlu olmalıdır.
  • Yatırımcı ortağa ihtiyaç duysun duymasın, her şirketin bir iş planı olmalıdır.
  • İş planı uzun ve kapsamlı olmak zorunda değildir, fakat yazıya geçirilmeli, okuyan herkes bakımından açık seçik anlaşılır olmalıdır. Evvela işinizi ve mevcut şartları, sonra da bir, iki, beş yıl sonra ulaşmak istediğiniz yeri tanımlamalı; ardından oraya ulaşmak için gerekli haritayı sunmalısınız: Önce kelimelerle, sonra rakamlarla.
  • İş planınıza kısa, özlü bir misyon cümlesiyle başlayın. Yapabildiğiniz kadar idealist, arzu ettiğiniz kadar büyük tutun misyonu. Misyon şirketin odaklandığı işi sürdürmesini, yönünü kaybetmemesini sağlar.
  • Ortaklıklar ender yürür; herkesin herşeyden sorumlu olduğu ortaklıklar çoğunlukla şapa oturur. Bir kişi işin nihaî sorumlusu olmalıdır.
  • İş sahipleri, hatta bütün çalışanlar, "ideal şirket" görüşlerini yazmalı ve bu notlar karşılaştırılmalıdır. Şirketiniz beş yıl sonra nerede olmalı? Diyelim ki herşey arzu ettiğiniz gibi, hatta çok daha iyi gitti. Düşlemediğiniz kadar başarılı oldunuz. Hayatınız neye benzerdi? Ne yapıyor olurdunuz? Nerede yaşardınız? Tipik bir gününüz nasıl geçerdi? Bu basit alıştırma, güçlü bir vizyon aletidir.

    İş planına gelelim. Sanıldığı kadar kolay bir iş değil. Bütün marifet gerçekçi projeksiyonlar yapmakta, bu ise birçok kişinin fikrinin sorulmasını gerekli kılmaktadır. Düşündüğümden çok fazla zaman aldı. Hulusi Bey ilk iki yıl için aylık, sonraki yıllar içinse üçer aylık projeksiyonlar yapmamı tavsiye etmişti. Akla gelebilecek her türlü harcamayı mümkün olduğunca doğru tahmin etmeliydim. Finans yönüm kuvvetli değildi; boyuna mühim bir şeyi unuttuğum duygusuna kapılıyordum. Gelir tarafı daha asab bozucuydu. Beş yıl sonra kaç kuruş gelirimizin olcağını kim bilebilirdi? Hatta bir yıl, hatta altı ay sonra?

    Üç ay sonra iş planını zar zor tamamlayıp Hulusi Bey'e koştum. Eline alıp şöyle bir gözden geçirdi. Bir kısmına hiç bakmadı, bazı kısımların üzerinde uzunca durdu. "İyi bir başlangıç, dedi. Ev ödevini iyi yapmışsın." Gülümsedim, biraz da gururlandım galiba. "Fakat planı yeni baştan yazmanı istiyorum," deyince havam söndü. "Nesi var?" diyecek oldum. "Korkutucu bir hata yok. Fakat beklenmedik gelişmelere pek yer ayırmamışsın. Oysa bunlar sık sık meydana gelir ve dünya kadar paraya mal olurlar."

    Feleğin çemberinden geçmiş birine benziyordu. Konuşmasını şöyle sürdürdü: Göz kararı hesabıma göre, yeni bir şirkette herşey beklenenin iki misli süre alır ve iki misli paraya mal olur. Belki kötümser bir görüş bu, fakat tecrübeye dayanıyor. Öyle şirketler gördüm ki, ihtiyaç duydukları paranın yüzde 90'ına sahip oldukları halde, o geriye kalan yüzde 10 yüzünden nalları diktiler.

    "Tamam," dedim. Fakat planı yeniden yazma işi canımı sıkmıştı. Ayrıca, Hulusi Bey'in dediği gibi "geniş" davranmamız halinde ortaya çıkacak para ihtiyacını hiçbir yatırımcı karşılamaya yanaşmazdı. "Canını sıkma, dedi. Sen açık ve sağlam planını yaz, bırak gerisini yatırımcılar düşünsün."

    Tatmin olmadığımı anlayınca konuşmasını sürdürdü: Açık bir planın olduğu zaman, başarı arzunu bir niyete çevirmiş olursun. Başarı niyetine sahip insan, muhtemel engellerin onda dokuzunu peşinen aşmış sayılır. Geriye kalan onda bir ise fırsata dönüşür. Unutma, arzularını niyete dönüştür. Problemlerini fırsata. Arzu varsa, yol bulunur.

    Geri dön   Yazdır   Yukarı


  • ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi