T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 4 HAZİRAN 2006 PAZAR | ||
|
Işıklar sönüyor. Hafif loşluk sahneyi kaplıyor. Bulunduğumuz yer, salon, karanlık. Çıt çıkmıyor. Duayı bekliyoruz. Acaba karanlıkların içinden çıkacak bir çocuk ağzıyla mı işitilecek beklediğimiz dua? Nasıl bir sürprizle karşılaşacağız? Birden kopuyorum: nerdeyse altmış yıl öncesine gidiyorum. Kırmızı kumaştan pantolonlarımız prova ediliyor. Üzerine beyaz gömlek giyeceğiz. Bizden yukardaki sınıfların sahneleyecekleri oyunu okulun salonunda tesadüfen izlemiştik. Ancak bize düşen görevin ne olduğunu daha bilmiyorduk. Biz ne yapacaktık? Bizden biraz daha kabaca bir oğlan çocuğu -biz birdeyken o üçte miydi ne- kartondan kuyu ağızlığının içine kafasını daldırıp sesleniyor: "dilek kuyusu, dilek kuyusu!" Ne dilediğini hatırlıyorsam ne olayım. Onun sesinin ahengi deli ediyordu bizi. Bir süre sonra her şey unutulacak, fakat çocuklar birbirinin yüzüne bakarak: "dilek kuyusu, dilek kuyusu!" diye sesleneceklerdi. Ben kendi provalarımızı asla hatırlamıyorum. Her şeyi aklında tutan belleğim orayı kayda geçmemiş. Bunun nedenini uzun yıllar bilemedim. Hâlâ da bilmiyorum. Oysa böyle şeyler nasıl da, yüreğime, ciğerime, kafama, belleğime kazılı durur. Ama bu provalarla ilgili, kendi dansımızla ilgili hiçbir çizgi yer etmemiş belleğimde. Onun yerine, oyunun kendisi capcanlı duruyor. Sanırım vals ediyoruz.. çocuk valsı ya da çocukça bir vals diyelim buna. Karşımızda bir dizi kız var, onların karşısında da bir dizi biz oğlan çocukları. Kızlar sahnenin bir köşesinden sahneye çıkıyor, arkasından biz oğlan çocukları.. bir süre birbirimizin çevresinde S'ler çizerek dolanıyoruz, sonra ustaca bir koreografi marifetiyle karşı karşıya geliyoruz. Avuç içlerimiz birbirine değecek biçimde parmaklarımız kenetleniyor ve biz, müziğin ahengine kapılarak valsımızı sürdürüyoruz. İşte o valsin müziği çınlıyor sahnede. Loşluk bir beyaz gölgeyle aralanıyor. Beş yaşındaki bir çocuk delikanlı beliriyor beyaz gölgenin ortasında. Kararlı adımlarla, yüzü ciddi mi ciddi, sahnenin önüne kadar yürüyor. İçimden besmeleyi onun gibi çekmeye çalışıyorum: Bismilahirahmanirahim! Şeddeleri ihmal edişimi Allah'ın bağışlayacağından adım gibi eminim. Nihayet duamızın ilk cümlesi salonu dolduruyor: "Ey âlemlerin en Rabbi!" Yanağımdan ılık bir selin süzüldüğünü hissediyorum. "Ey rızıkları verenlerin en güzeli!" Bu kez, mahalle hocamızın, biz daha beş yaşımızdayken öğrettiği ilahinin eşliğinde "Kâbe'nin yolları..." diye diye Kâbe'ye yürüyüşümüzü anımsıyorum. Kim bilir belki ben de o zaman kendi 'Tanrım'a: "Ey merhametlilerin en merhametlisi!" diye seslenmişimdir. "Ey kalpleri evirip çeviren Allah'ım!" diyerek yüzümü O'na döndürmeyi denemişimdir. Çocuk delikanlı, adı mutlaka Ahmet olmalı, kemal-i ciddiyetle duasını sürdürüyor. Allah'ı, onun güzel isimleriyle anarak niyazını tamamlıyor: "Kalplerimizi dinin üzerine sabit kıl!" Bu kez salonun karanlıklarından, hıçkırıklı sesler: "Amin!" diye inliyor. Seslerin dalga dalga semaya yayıldığını gözlerimle görüyorum. Gözlerimle.. evet, gözlerimle..
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |