T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 8 HAZİRAN 2006 PERŞEMBE
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Ahmet KEKEÇ

Bütün sorun Kemalizm eksikliği mi?

Bir yazıyla halledilecek mesele değil... Bu yüzden ikiye böldüm. Dün, CHP'nin sağdan giderek "solu bulabilme ihtimali" üzerinde durmuştum. Basbayağı bir ihtimal aslında bu. Bu durumda, bugün savundukları birçok şeyi terketmek zorunda kalacak, en azından demokratik parlamenter sistemin bekasını düşünür hale geleceklerdir.

Bizde, ilginçtir, parlamenter sistemi savunmak da sağcılara düşmüştür.

Parlamentarizm, demokrasilerde bir şey ifade ediyorsa, CHP'nin o ifade edilen "şey"le tarih boyunca hiçbir ilişkisi olmamış. Bugün, çok partili parlamenter sistemi "karşı devrim" diye niteleyenler, CHP'yle şu ya da bu şekilde irtibatı olan kişiler arasından çıkıyor.

Düşünebiliyor musunuz, kendisini "sol siyaset"le tanımlayan ve özgürlüklerle ilişkili olması gereken bir parti, birden fazla görüşe demokratik sistem içinde yarışma imkanı tanıyan çok partili sistemi "anomali" olarak görüyor...

İnsan düşünmek bile istemiyor...

Dün, vaktiyle Deniz Baykal'la genel başkanlık yarışına girmiş, ama eşit şartlarda yarıştırılmasına izin verilmediği için partisiyle kopma noktasına gelmiş eski bir PM üyesinin eski bir konuşmasını okudum.

Şöyle diyordu: "Niçin bu halk bizi adam yerine koymuyor, niçin seçimlerde oylarıyla desteklemiyor? Niçin sözümüz dinlenmiyor? Köklü bir siyaset ve muhalefet geleneği üzerinde oturduğumuz halde niçin yaptığımız muhalefet ciddiye alınmıyor?"

Bu haklı feveranın ardından, partiyi iyice kemalizm çizgisine çekecek çözüm önerilerini sıralıyordu. Sanki bütün mesele "Kemalizm eksikliği"nden kaynaklanıyormuş gibi.

Tabii, fazla Kemalizm'in çözüm olmadığını, kurtuluşun resmî ideolojiyle ödeşmekten (en azından resmî ideolojiyle mesafeli olmaktan) geçtiğini savunanlar da var. Bunlar, parti içinde azınlığı oluşturuyor.

Bir de varlık nedenlerini (olmayan) "emek-sermaye çelişkisi"ne bağlamış, askerî darbelerin gadrine uğradıkları için resmî ideolojiye sıcak bakmayan, Marksist kökenli, "daha solcu" olarak niteleyebileceğimiz kişiler var.

Bunlar, "liberalizm nefreti" üzerine kurulmuş bir solculuk anlayışına sahipler. Oturur, düzgün ve parlak cümlelerle, asıl solculuğun üretimsizliğe, verimsizliğe, adaletsizliğe karşı savaşmak olduğunu anlatırlar; faşizme, goşizme, oligarşiye, şuna buna karşıdırlar, özgürlükçüdürler, hafif tertip ulusalcıdırlar, Mustafa Suphi'yi Karadeniz'de boğduran "düzmece sol parti"yle aralarında "kesin bir kitle çizgisi" (ne demekse) bulunduğunu söylerler, ama pozitivist-jakoben gelenek iliklerine ruhlarına sindiği için, ilk fırsatta statükoya kayarlar.

İsim vermek istemiyorum ama, sazıyla, sözüyle, yazdığı kitaplarla, çektiği filmlerle gönüllerde taht kuran piyanist-şantör bu tür solculardan biridir. Bir parça liberaldir ama, ondaki "Daha iyi yaşayalım, daha çok üretelim, pahalı otellerde kalalım, kalıcı eserler verelim" bencilliğinin icbar ettiği bir tür mecburi liberalizm...

Unutmadan; Deniz Baykal'ın da liberal bir dönemi vardır...

Liberal Baykal'a göre özgürlükler sağlanmalı, kimliklerin tanınması yönünde bir politika izlenmeli, ülkedeki "kirli savaşa" (öyle ya, bir aralar bu jargonu kullanıyorlardı) son verilmeliydi... Çünkü, farklılıkları "karşıtlık" gibi sunan, kimlikleri külliyen reddeden "ulus devlet" anlayışı iflas etmiş, globalizmle birlikte toplumun önünde yeni ufuklar açılmıştı.

Böyle şeyler söylüyordu.

Hızını alamayıp, özelleştirmeyi, serbest piyasa ekonomisini filan savunuyordu.

Tony Blair serbest piyasacı bir sosyal demokrattı, pekala onlar da "liberalizme göre sosyal demokrasi" tezini işleyebilirlerdi...

Keşke bu tezde ısrar etselerdi de, "sol"un bir alternatif olduğunu/olabileceğini dünya gözüyle görebilseydik. Tam tersini yaptılar.

Bir solcu parti düşünün ki, devletin söyledikleri dışında yeni ve orijinal hiçbir şey üretmiyor, cunta anayasasını savunuyor, YÖK gibi demokrasilerde olmaması gereken bir kurumu sahipleniyor, "kimliklerin tanınması" siyasetine karşı modası geçmiş "ulusalcı" tepkiler veriyor, "gerçek ve evrensel devrimciliğin irticaya karşı savaşmak olduğunu" söylüyor... Başarısızlığın nedenini de "Kemalizm eksikliğine" bağlıyor!

Dünyada nerede kaldı böyle bir sol?

Geri dön   Mesaj gönder   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi