T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 23 MART 2006 PERŞEMBE
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Son Dakika
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Hüseyin HATEMİ

Tabiî Hukuk'un kaynağı

Bâtıl; bâtılı seçenlere içyüzünü gösterir ve "sizin istediğiniz benim işte!"der. Bu arada da yalancılığı elden bırakmaz ve "Ben Yeryüzü'nün prensi, Gölgelerin Gücü, Cehennem'in de efendisiyim!" der. Oysa elinde yalanın fecre kadar yanan cılız ateşinden başka hiçbir gerçek güç yoktur. Biçare pervaneler bu cılız muma üşüşürlerse kendilerine yazık ederler.

Bâtıl'ın temsilcisi; bâtılı seçmeyenlere iç yüzünü göstermez, kendisinin Hakk olduğunu, Allah velîlerinin ise bâtılın temsilcisi olduğunu söyler. İşte bunun içindir ki: bâtıl hemîşe bâtıl-u beyhûdedir velî / Müşkül odur ki sûret-i Hakk'dan zuhûr ede! denmiştir. Sûret-i Hak'dan görünen bâtılın bu yalanına kananlar; Allah'ın sevgi elçilerini ve onları sevenleri öldürmeye kalkışırlar. Çünkü onları kandıran Şerîrler, sevgi elçilerini sevenlere "Şerîr" derler. Oysa gafil ne bilsin? Hakk'ı sever var! Gafiller neden gafildirler? İblis'in Kamusu'nun, tıpkı İblis'in İlm-i Ahlâk'ı gibi; kelimelere tamamen karşıt anlamlarını yüklediğinden! İblis'in sözlüğünü açarsanız Hakk'ın bâtıl; bâtıl'ın Hakk yerine kullanıldığını görürsünüz. İblis'in Dünya'nın her dilinde sözlüğü vardır.

Emîr-ul-mü'minîn: suyu bulanık olmayan kaynaktan alın! öğüdünü verir. Bulanık olmayan kaynağın nerede olduğunu bilmek de yetmez. Çeşmelerden bardağın doldurmadan kor isen / Kırk yıl orda durursa kendi dolası değil! (Yunus Emre) Kaynağa, Âb-ı Hayat kaynağına varmak için "zulmet yolu"'nu geçmek gerekebilir. Bunun için de Yüce Sevgili'nin görevlendirdiği bir rehbere ihtiyaç vardır. Yolculuğa çıkmadan önce bir "delîl", bir rehber bulacak yerde İblis'in Kamusu'na başvuranlar, "zulmet yolu"nun -hâşâ- "İbrahim yolu" olarak açıklandığını ve adlandırıldığını görebilirler.

Bu iğvalara rağmen kaynağa varanların, bardağı kaynaktan doldurmaları da yetmez. Kana kana içmek gerekir.

On yıl önce, demek oluyor ki İran Devrimi'nden on yedi yıl kadar sonra; İran'da yayımlanan Tabiî Hukuk'a ilişkin bir Eser'de ve son satırlarda, insanlığın çağımızda her zamandan daha fazla Tabiî Hukuk'a muhtaç olduğu yazılmakta idi. Bugün bu ihtiyaç daha da belirgindir.

Yirmi yıl önce de, bir İngiliz Siyaset bilimcisi, "Velâyet-i Fakîh" ve genel olarak İslâm Kamu Hukuku hakkında benimle konuşmaya gelmişti. Kendisine şöyle söyledim: - Velâyet-i Fakîh ilkesi maddî anlamda alınırsa, ahlâklı, bilgili ve bilge bir kimsenin yönetici olması gerektiğini ifade eder ki bu doğrudur ve Platon'dan beri Batı'da da bunu söyleyenler çoktur. Şeklî anlamda alınırsa, şeklî ölçütlerle sadece medresede fıkh tahsil etmiş ve icazet almış kimselerin yönetici olacağı anlamına gelir ki, bu anlam ile mutlak olarak doğru değildir. Ne var ki, şeklî anlamda da olsa, Velâyet-i Fakîh ilkesi hiç değilse velâyet-i kovboy ilkesinden evlâ değil midir? İçten olup olmadığını bilmiyorum, fakat bu sözümü -adını hatırlayamadığım- Profesör gülerek tasdik etmişti. O sırada Reagan ABD'de "velâyet" makamında idi. Bugün orada "beterin beteri var".

Tabiî Hukuk'un âb-ı hayat kaynağına varanlar ve susuzluklarını giderenler; oldukları gibi görünür, göründükleri gibi de olurlar, İnsanlığı bu kaynağa çağırırlar. Varmayanlar ve varmak da istemeyip "Güçlünün Kanunu" kaynağından içenler, içeni çıldırtan bu suyun kaynağının gerçek âb-ı hayat kaynağı olduğunu söylerler. Saddam'ı "Kadisiye" kahramanı olacağı yalan ve bâtılı ile İran'a saldırtmışlardı. Şimdi de rivayet olunur ki kendisinin "çaldıran kahramanı" olduğuna inandırabilecekleri, aklını çaldıran bir "çıldıran" aranmaktadır. "Hızır'ı bulsalar reh-i zulmetde külâhını kapacak" derekede olan çığırtkanları bulabilirler belki, fakat Saddam örneğinden sonra bu oyuna tekrar kalkışan arayıcıların; ülkemizde gönüllü bulacaklarına ihtimal vermek istemiyorum. Allah göstermesin!

Dünkü yazımın başlığı olan "Sevginin velâyeti" deyiminde, bugünlerde yayımlandığını duyduğum bir kitap başlığı olan "Velâyet-i aşk" güzel buluşunun etkisi altında kaldığımın sonradan farkına vardım. Lütfen helâl etsin! "Sormayın, söylemem aslâ adını!"da demiyor, sadece iyi hatırlamadığım için zikretmekten çekiniyorum.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi