T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 23 MART 2006 PERŞEMBE
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Son Dakika
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Rasim ÖZDENÖREN

Dön dolaş zihniyet meselesi

Bu zihniyet meselesi üzerinde yıllardır dururuz. Kavramlarımızın bizim zihniyetimize göre anlam taşıdığını yıllardır anlatmaya çalışıyoruz. Zihniyetimiz, bizim hangi kavramı nasıl anladığımızı göstermekte birincil derecede önem taşır. Hangi kavramın hangi kültür ortamında hangi anlama geldiği o kültürün değerleriyle belirlenir. Kültür demek, bir anlamda da, bizim zihniyetimizin pratikteki dışa vurumu demek olur. Biz, Tanzimat'tan başlayarak kültürümüzü değiştirmeye teşebbüs ettik. Kültürümüz değişince, aslında eskiden kullandığımız kavramların muhtevası da değişmiş olacaktı. Ancak öyle bir garip düzlem içinde yer tutmaya çalışılıyordu ki, kavramların değişen içeriğini kabul ettirebilmek için eski kültürümüzden (İslâm kültüründen) yardım istendi: yeni iktibas edilen kavramların İslâm kültüründe de yeri bulunduğu ifade edilmek suretiyle o kavramların benimsetilmesi yoluna gidildi. Mesela Fransız ihtilalinden ödünç alınmış "adalet, müsavat, hürriyet, uhuvvet" kavramlarının İslâm'da da varbulunduğu ileri sürülüyordu. Aslında, sözü geçen kelimeler aynen İslâm kültüründe de kullanılmaktaydı, ancak onların içeriği İslâm kültüründe daha farklı bir anlam taşıyordu. Sonraki kavramlar da, aynen bu adı geçen kavramlar gibi, sırf kelimelerin aynı olmasına bakılarak içerikleri de aynı kabul edilmek suretiyle benimsetilmek istendi. Ne var ki, içerikler sanıldığı gibi aynı olmayınca o kavramların gereği gibi anlaşılması ve kabul edilmesi de sağlanamadı.

Birinci TBMM'nin duvarında yazılı olan: "Hakimiyet bila kaydu şart milletindir" ifadesi, o günün Meclisini oluşturan üyeler tarafından "İslâm milleti" veya "İbrahim milleti" veya doğrudan "din" olarak anlaşılırken; biz bu kelimeye bu gün verdiğimiz anlamı yükleyerek ve ona seküler düzlemdeki "nation"(ulus) kavramıyla iş tutup anlamaya kalkışırsak vahim bir hata işlemiş oluruz. Halen aynı kelime şimdiki TBMM'nin duvarındaki yazıda da geçiyor ve: "Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir" deniyor. Ancak kelimelerin imlası ve telaffuzu aynı olmakla birlikte içerikleri değişmiştir. Dolayısıyla, bunu göz ardı ederek birinci Meclis'in üyelerinin de demokrasi ile temasları bulunduğu neticesine atlamak batıl olur.

Bu uzunca giriş, bu gün, aslında bütün güncel konularımız ve sorunlarımız için de geçerlidir. Bu gün yargının bağımsızlığından bahseden biri, yargı, kendi muhalifine karşı dava açtığında bağımsızlık ilkesini hatırlamazken, korumak istediği güce karşı açılan dava karşısında isyan etmeye kalkışırsa, olay ancak çifte standart uygulamakla değerlendirilir. Olay, gene, dön dolaş zihniyet konusunda odaklanır.

Türkiye'de yargının bağımsızlığı bir başına bir olay değildir ve bir başına çözümlenebilecek bir olay da değildir. Şöyle ki, daha sekiz on yıl kadar önce (28 Şubat süreci...), askerlerle yargı mensuplarının birbirlerini karşılıklı olarak dakikalarca ayakta alkışlamalarını, tarafların nerdeyse bir kutsal görevi ifa etmesi sadedinde saygıyla karşılayanlar, şimdi tümüyle farklı bir telden çalmaya başladı. Yargıyı o gün "bağımsız" diye ululayanlar, şimdi ona kaka diye bakabiliyor.

Bir savcının iddianamesi her zaman isabetli olmayabilir. Onun isabetli olup olmadığına savcının kendisi değil, fakat mahkeme karar verecektir. Savcı, iddianamesini mahkemeye sunar, mahkeme yargılama esnasında iddiaları yerinde bulur veya bulmaz: bu, yargı süreciyle ilgilidir. Hal böyleyken, başka mercilerin savcının iddianamesi üzerinde görüş serdetmesi, aslında tam da yasanın yasakladığı durumdur. Demek ki, biz, asıl, yargı bağımsızlığının ne demek olduğu üzerinde kafa yormalıyız. Halihazırdaki kurulu düzenin şartları muvacehesinde yargının gerçekten bağımsız olması mümkün müdür, değil midir konusunu en dibinden ele alıp gün yüzüne çıkartabilmeliyiz.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi