T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 1 MAYIS 2006 PAZARTESİ | ||
|
Haber önümüze yeni düştüğü, çok taze olduğu için acele etmeyip, gerisini beklemek zorundayız. Haberin özü şu: Hürriyet gazetesi (doğum 1948) yeni yaş gününü kutlama etkinlikleri içinde "O Manşetler" başlıklı bir de kitap yayınlıyormuş. Haberin yer aldığı "Medyatava" seçilmiş manşetlerle ilgili şu kısa bilgiyi veriyor: "Hürriyet'in iki muhabir göndererek Türkiye için bir ilki gerçekleştirdiği 1948 Londra Olimpiyatları'ndan 1956'da İstanbul Boğazı'nın buzlarla kaplandığı 'Dün boğazı yaya geçmek kabil oldu' başlığına; 1975'te Geceyarısı Ekspresi filminin gerçek kahramınıyla ilk röportajdan 12 Eylül'ün ayak sesleri haberine kadar işte o manşetler." Haberi ilişkin olarak bilmem siz de benim gibi mi düşünüyorsunuz? Yani şöyle: Hürriyet gazetesi söz konusu olduğunda, 56 manşet yetmez, gerisini de isteriz! Haberde "Manşetler" kitabına girebilen manşetlerin seçimine ilişkin şu bilgiler de veriliyor: "Çalışmaya, 1948'den bugüne yayımlanan manşetlerin genel dökümünün çıkarılmasıyla başlandı. Seçimde, gündem belirlemiş ve uzun süre hafızalardan silinmemiş olanlar tercih edildi." Bana göre, eğer ölçü "gündem belirlemek ve hafızalardan silinmemek" ise, bu "56 manşet"in bu amaç için de hiç mi hiç yeterli değildir. Hürriyet ve "hafızalardan silinmeme" söz konusu olduğunda "56 manşet" nedir ki? Haberde yer alan şu bilgiyi ise -doğrusu- çok yerinde buldum: "Hürriyet'in manşetlerinden yapılan seçmeler kronolojik olarak okunduğunda çarpıcı bir zihniyet devrimi de net bir biçimde görülüyor." Bu tespit doğru gerçekten de. Ama şu şartla: Bu "çarpıcı zihniyet devrimi" daima "sürekli devrim" şeklinde tezahür ediyor... Vuslat Doğan Sabancı'nın kitabın önsözünde gazetesinin "manşetleri"ne ilişkin kaleme aldığı şu sözleri de dikkat çekici buldum: "Gazete gün sonunda okunur, biter, bir kenara atılır. Ama manşet yayılır, genişler, etkisini göstermesi bazen zaman alır., bazen bir balyoz gibi iner, günü, ayı, yılı dönüştürür." (Kitabın önsözünde yer alan bu sözlerden sonra üşenmeyip, ilk fırsatta 12 Mart döneminin "balyoz harekatı"nın Hürriyet'in manşetine nasıl oturduğunu mutlaka bulup hatırlayacağım. Söz!) "O Manşetler" kitabına sunuş yazısı yazan Hürriyet genel yayın yönetmeninin yazısına bulduğu şu başlık da dikkat çekici: "Anneme gazeteci olduğumu söylemeyin o beni komplocu sanıyor." (!) Açıkca söylemek gerekirse, sunuş yazısına niçin bu başlığın atıldığı anlamadım. Jacques Seguela'nın ünlü kitabını süsleyen "Anneme reklamcı olduğumu söylemeyin, o beni genelevde piyanist sanıyor" başlığının ne münasebetle böyle bir dönüşüme uğratıldığını gerçekten anlamadım. Çünkü biliyorsunuz, Türkiye söz konusu olunca bu iki iş birbirini o kadar da dışlamaz... Toparlayacak olursak: "56 manşet"in Hürriyet'i tanımak için hiç mi hiç yeterli olmadığını tekrar edelim bir kere. 56 "seçme manşet"den hareketle Hürriyet gibi "gündem belirleyen" bir gazeteyi değerlendirebilmek mümkün müdür? Hürriyet'in bu "manşet" etkinliği ile karşılaşınca (ve bu yazıyı kaleme aldığım gün kendisiyle de karşılaşınca) ister istemez Şahin Alpay'ın bir yıl kadar önce İrem Barutçu'nun "Babıali Tanrıları: Sedat Simavi" adlı çalışması hakkında yayımladığı iki değerlendirmeyi hatırladım ve bulup tekrar okudum. Alpay, Barutçu'dan naklen Erol Simavi hakkında bakın nasıl bilgiler veriyor: "Her gün sabah 7-11 arası gazetede, daha sonra Divan ya da Ünver otelinin barında bulunuyor; gazeteyi genellikle oradan idare ediyor. Gerekirse, bazı haberleri genel yayın müdürüne dahi haber vermeden çıkarıyor, (...) Bazen siyasilere dahi gayet küstah bir biçimde davranıyor. Birinci sayfanın üst yarısını tahsis ettiği bir açık mektupla başbakanı, üstü kapalı bir biçimde askerî darbeyle tehdit ediyor. Bir ay sonra aynı başbakanla öpüşüp koklaşıyor. (...) Genel yayın müdürüne göre, 22 Şubat 1962'deki Talat Aydemir isyanında 'işin içinde'... Aydemir'e destek veren 27 Mayısçı, '14'lerden' Orhan Erkanlı'yı aniden genel müdür yapıyor. (...) Temel ilkelerinden biri, orduyu incitmemek. Unutulmayacak 'felsefi' sözleri: 'Basın için dünyada beş kuvvetten biridir, dördüncü kuvvettir derler... Bu söz Türkiye için geçerli değil... Birinci kuvvet Türkiye'de basındır... İkincisi ordudur.... çünkü orduyu, ihtilallere basın hazırlar..." Uzun, bir yazıda toparlanamayacak bir hikaye hiç kuşkusuz. Dolayasıyla Hürriyet'i anlamak-değerlendirmek için "56 manşet" yetmez, gerisini de isteriz....
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |