T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 22 MAYIS 2006 PAZARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv
Yasin AKTAY

İktidar seçkinlerinin dili

Danıştay'a yapılan saldırının ayrıntıları bir bir ortaya çıkıyor. Ayrıntılar daha olayın ilk dakikasında büyük konuşanları utandırması gereken türden. Kesinlikle bu mesleklerin işleyen bir adaleti, bir etiği sözkonusu olsa her birine yapmakta oldukları mesleği bıraktıracak gelişmeler oluyor. Halbuki, andıç gibi gazetecilik mesleğinin yüz karası bir eyleme bilerek isteyerek iştirak etmiş bir gazeteci, "yanlış yaptık" demekle bütün günahlarından sıyrılmış olmakla kalmıyor, üstüne bir de "kendini cesurca eleştirmesini bilen gazeteci" pâyesi de kazanıveriyor... Oh ne güzel Türkiye? İtiraf ediyorsun, suçların siliniyor. Ne silinmesi, kariyere bile dönüşüyor.

Kürşat Bumin, bu tür skandallardan bir iki özürle, bir iki özeleştiriyle çıkmaya fırsat verilmesinin sakıncalarına işaret ederken ne kadar da haklı. Haber takip ederken, kendisine gelen yarım-yamalak bilgileri yanlış yorumlamaktan dolayı yanlış bir sonuç çıkarmış olmak değil ki sözkonusu olan. Böyle bir durumda bile yaptığınız çıkarımın bir bedeli olur. Oysa burada gazetecilik mesleğinin sağladığı nüfuzun açıkça suiistimali söz konusudur. Bunu bir defa yapanlar her zaman yapabilirler. O yüzden evrensel akıl böyle bir kabahati bir defa işleyenlerin tanıklıklarını sonraki durumlar için de geçersiz saymayı gerektirir.

Yaşananlara bakılırsa, Türkiye'ye hukukun evrensel aklının hiç uğramamış olduğuna hükmedebiliriz. Andıç, itiraf edilmiş bir kabahat olarak bütün boyutları bilindiği halde, Danıştay saldırısının ilk dakikasından itibaren etkili yorumları yapmak üzere sahneyi işgal edenler yine andıç olayındaki rolleriyle bilinenler oldu. İki gün geçmeden bütün söyledikleri geçersiz hale gelen bu isimlerin sorumsuzca söyledikleri yüzünden ülke bir anda bir soğuk savaş ortamına girdi. Oysa bunların en azından bu konularda konuşmaktan-yazmaktan men edilmiş olmaları gerekiyordu. Çünkü andıç olayı, bir an için bilerek karışmamış olduklarını varsaysak bile, bunların bırakın halkı aydınlatmayı, kendileri aydınlanmaya muhtaç çok kötü gazeteci olduklarını yeterince kanıtlamıştı. Yine görevde olduklarına göre, gazeteciliğin dili değil rutini andıç olan iktidar seçkinlerinin dili çalışıyor demek.

Türkiye'de kendilerini iktidar seçkinleri olarak görenler vardır ve bunlar Cumhurbaşkanlığı'nı mevcut parlamentoya seçtirmemeyi görünür hedefleri arasına koymuş bulunuyor. Danıştay saldırısıyla ve bu amaçlarını gerçekleştirmek üzere sahneledikleri başka oyunların ortaya koyduğu gerçek, bunların asla cumhuriyet, laiklik, demokrasi veya halkın bölünmez bütünlüğü gibi bir dertlerinin olmamasıdır. Yaptıkları faaliyetlerle cumhuriyet kavramı sulandırılmış, demokrasi kırılganlaşmış, halkın önemli bir kısmı diğerine düşman kesilmiştir. Cumhuriyet Gazetesi'ne saldıranların ve bu saldırının arkasındakilerin hem zihniyet olarak hem kimlik olarak bu gazeteyi okuyan kesimden hiç farklı olmadıkları çok açık. Yanlış anlaşılmasın, elbet dindarlar cinayet işlemez, suç işlemez de dememek lazım. Sadece bu olay özelinde konuşuyoruz, Cumhuriyet'e saldırı asla dindar kesimden gelmemiş.. İstedikleri amaca ulaşmak için kendine yakın görünenlerin hayatları üzerinde ve hatta cumhuriyet, laiklik ve demokrasi gibi devletin en önemli değerleri üzerinde kumar oynamaktan hiç çekinmeyen, gözü dönmüş bir iktidar hırsıyla karşı karşıyayız.

Şimdi bu iktidar seçkinleri istediklerini yaptırmak için bu yollara tevessül edebiliyorsa bunun karşısında ne yapmak lazım? Bakıyorsunuz, en sağduyulu düşünürlerimiz bile hükümet kesimine bu baskılara boyun eğmeyi ve Cumhurbaşkanlığı'ndan vazgeçmeyi telkin etmeye çalışıyor. Bu olanlar üzerine bu ülkenin AK Partili bir Cumhurbaşkanı'na hazır olmadığı sonucu çıkarmanın, Deli Dumrul zorbalığına rüşvet vermeyi önermekten farkı yok. Oysa milletçe ve devletçe acil sorunumuz siyaseti bu tür zorbalıklarla rehin almaya çalışanlardan kurtarmaktır. Bu saatten sonra Cumhurbaşkanlığı meselesi iktidar seçkinlerinin şantajcı tarzına boyun eğmek veya eğmemek meselesi haline gelmiştir. Hükümetin halka, demokrasiye ve cumhuriyete karşı öncelikli görevi de zorba iktidar seçkinlerini etkisiz hale getirmektir. Bu iktidar seçkinlerinin hiçbir değer tanımayan tarzları hüküm sürdükçe, Türkiye'de ne demokrasi ne laiklik kemale ulaşır, ne de cumhuriyet belli bir zümrenin iktidarını örtbas eden bir maske olmaktan kurtulur.

Savunma psikozuna girmeyi gerektirecek bir durum yok. Aksine bugün erken seçim talepleri de mevcut parlamento dışından bir Cumhurbaşkanı'yla ilgili talepler de kesinlikle Danıştay'a yapılan saldırının diliyle ve failiyle birleşmiş durumdadır. Bundan sonra bu yöndeki talepleri dillendirenler Danıştay'a yapılan saldırıyla ve bu saldırının arka planındaki iktidar seçkinleriyle bir ilgileri olmadığını ispatlamak zorundadırlar.


Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Dizi | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi