T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 30 MAYIS 2006 SALI | ||
|
Değişim, keskin bir arzu olarak dillerden düşmüyor, son yıllarda. Aslında daha da öte; bu arzu toplumun tümünü kuşatan bir ruh haline dönüşmüş durumda. Değişime karşı oluşturulan refleksif ve bilinçli engeller ne değişim iklimini ne değişim beklentisini terse çevirebiliyor. Coşku yaratan, merkeze alınan, yönlendirici olan niteliği ne olursa olsun değişime dair adımlar ve gelişmeler. Cinayetler de dahil olmak üzere, söylenen kutuplaşma şarkıları, statükoyu, dirençleri ifade eden durumlar, dün oynadıkları kamuoyunu şekillendirme işlevinden hâlâ epey uzakta... Toplumun beklentisi, kamuoyunun havası değişim için "gerekli bir koşul" belki; ancak ne yazık ki "yeterli koşul" değil. "Yeterli koşul" siyasî hamlelerin toplumsallaşması, toplumsal beklenti ve girişimlerin siyasî nitelik kazanmasından geçiyor. Türkiye'de eksik olan yön de bu. Değişim hamleleri, değişime ilişkin adımlar toplumsallaşamıyor, toplumsal nitelik kazanamıyor. Dünden bugüne değişime köstek olan, değişim karşıtı anlayışın ürettiği sterilleşmiş siyasî mekanizmanın dışına çıkamıyor. Bunun nedenleri arasında, Türk siyasal sisteminin siyasî-kültürel yapısının, mevcut siyasî zihniyetin bir dizi tarihsel temel özelliğini saymak tabii ki mümkün. Ancak bir de bunlar kadar önemli olan konjonktürel bir faktör var. Bu faktör son dört yıl içinde yaşanan çatışmalar çerçevesinde devlet-toplum, devlet-siyaset, asker-sivil ilişkilerinin aldığı biçimle yakından ilgili. Sözünü ettiğimiz biçim "iki yönlü" bir "depolitizasyon ideolojisi"dir. Bir yanda toplumsal mutabakat bunalımı, bunun vatandaşlık, laiklik, zihniyet, demokrasi alanındaki tezahürleri ile bu çerçevede devlet cihazının kontrolünü hedefleyen çatışmaların yol açtığı bir durum var. Bu durum, siyaset dışı birimlerin siyasî eylemlerini kutuplaşma sayesinde toplumsal meşruiyete kavuşturmasını ifade ediyor; daha önemlisi bu birimlerin buradan hareketle toplumsal sorunları ve talepleri hem fiilen hem algı olarak siyasetten koparmasını, devlete endekslemesini gösteriyor. Diğer yanda, "toplumsal ve kültürel alan"ın her yönüyle bu çatışmalar çerçevesinde CHP'nin tipik örneğini oluşturduğu saray kavgası üzerine temellenen "steril siyasî mekanizma" içine hapsolması, başka bir deyişle depolitizasyonun türevi olan "aşırı ve steril bir siyasileşme" hali göze çarpıyor. Toplumsal ve siyasal ilişkisi açısından değişim arzusu ve adımları ne olursa olsun, nerede durursa dursun, depolitizasyonun hakimiyeti devam ediyor ve ülkenin en ciddî sorunlarından birisi olarak karşımızda duruyor. Toplumsal ile siyasal arasındaki kopukluk, örtülü ve köklü bir temsil krizinin varlığına işaret eder; nitekim etmektedir. CHP gibi parlamentoda temsil edilen, ANAP, DYP, MHP gibi siyasî oyunu dışarıdan izleyen siyasî partilerin durumu bunun açık göstergelerindendir. Peki bu sorun nasıl aşılır? Şimdilik şunu söyleyelim: Şüphe yok zaman önemlidir, siyaset-toplum ilişkisinin yoğunlaştığı anlar, durumlar tayin edicidir. Ancak bir de işin iradî yönü var. Bu iradî yön, her siyasî partinin öngörerek ya da yaşayarak siyasi alanın "heterojen", "çoğulcu" bir nitelikte olduğunu görmesinden, kendi sahasını pekiştirmesi, tanımlaması, değiştirmesi, değişen toplumsal yapıyı izleyerek, ona uyarlanarak temsil kabiliyeti aramasından geçiyor.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |