T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 30 MAYIS 2006 SALI
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Davut DURSUN

Cevaplanması gereken soru: Krizler araç mı sonuç mu?

Aslında her toplumsal sistemde belli dönemlerde gündeme gelen olağanüstülük veya krizlerin varlığı şaşırtıcı değil. Arzulanan her ne kadar olağanüstülüğün mümkün olduğu kadar olmadığı bir hayat yaşamaksa da bunu başarmanın çok da kolay olmadığı açıktır.

Bir toplumda belli konularda krizlerin ortaya çıkması, yönetimin kalitesini ve gücünü ortaya koymada önemli bir gösterge veya test olabilmektedir. Hiç krizlerle karşı karşıya kalmayan bir yönetim elbette arzulanansa da bunun pek mümkün olmadığı görülüyor. Her halükarda her sistem belli hassasiyetleri nedeniyle çeşitli düzeylerde krizlerle karşı karşıya kalabilmektedir. Önemli olan bunun nasıl aşıldığı, yönetimin krizleri aşabilme kabiliyetine sahip olup olmadığı, krizlerin fazla bir tahribata yol açmadan çözülüp çözülemediği meselesidir.

Türkiye'de olup bitenleri gözleyen sıradan bir kişinin ilk anda fark edeceği gibi sadece siyasal sistem değil toplumsal sistemin nerede ise bütün sektörlerinde zaman zaman ciddi krizlerin ortaya çıktığı ve bir bakıma krizlerin bir iktidar ve siyaset aracı olarak görüldüğüdür. Türkiye'de krize dayalı bir siyaset anlayışı egemendir ve çeşitli düzeylerde iktidar yarışına giren, ister meşru isterse gayri meşru olsun, toplum kesimleri kriz politikalarını bir temel strateji olarak görmekte ve sonuç alıcı bir yöntem olarak değerlendirmektedirler.

Tek parti yönetimi dönemini bir tarafa bıraksak bile yarım asrı biraz geçen çok partili dönemde siyaset hayatımıza egemen olan temel stratejinin kriz politikaları olduğu söylenebilir. Bütün ciddi olup bitenler, sistemik dönüşümler, köklü ve radikal düzenlemeler belli kriz politikalarının sonucu olarak gündeme gelmiş ve hayata aktarılmıştır.

Az önce belirtildiği gibi bir toplumun çeşitli alanlarda krizlerle yüz yüze gelmesinde şaşılacak bir taraf yok. Zira krizlerin büyük çoğunluğu genellikle sistemin dış çevresinde olup bitenlerden beslenir ve buradaki gelişmeleri yönetmek, olup bitenleri kontrol altında tutmak bir ulusal yönetimin iradesinin dışında kalmaktadır. Mesela hafta başında piyasalarda yaşanan depremin tamamen Türk ekonomisindeki gelişmelerle ilgili olduğu, siyasi tartışma ve belirsizliklerden kaynaklandığı söylenemez. Zira Güney Asya'dan Amerika'ya kadar pek çok borsada ciddi sarsıntılar olmuş ve bu küresel dalganın Türkiye'ye vaki yansıması ciddi şekilde borsanın düşüşüne, döviz fiyatlarının ve faizlerin yükselmesine yol açmıştır.

Normal gidişin dışında bir olağanüstülük olarak görülen bu durum elbette bir kriz olup bunun kontrolü milli iktidarlarca mümkün gözükmemektedir. Burada önemli olan bu tür krizleri önceden tahmin edebilmek ve buna göre bir pozisyon alıp etkisini mümkün olduğu kadar minimumda tutabilmektir.

Türkiye'nin krizlerle birlikte yaşamayı başarması gerekiyor. Özellikle ülkenin bulunduğu coğrafyanın dünya sistemi açısından taşıdığı önem, devamlı dış kaynaklı krizler ve gelişmelerin ciddiye alınmasını gündemde tutmaktadır. Anadolu'ya ister köprü, isterse geçiş koridoru rolü verelim jeopilitik olarak hassasiyet arzeden bir yerde bulunmaktayız ve bölge üzerinde belli hesapları olan güçlerin odağında bulunmaktayız. Bölgesel ve küresel hegemonik güçlerin hesaplarını iyi okumak ve amaçlara varmak için krizleri bir araç olarak kullanmalarına fırsat vermeyecek politikalar takip etmek gerekiyor.

Dış kaynaklı krizleri bir tarafa bıraksak bile tamamen iç gelişmelerden kaynaklanan krizler hiçbir zaman gündemimizden çıkacak değildir. Krizler üzerine yapılacak tartışmalarda krizlerin belli sonuçlar almak için bir politika olarak kullanılması hususuna özellikle dikkat edilmesi gerektiğini altını çizmekte yarar var. Bu noktada cevaplanması gereken temel soru şudur: Krizler belli hedeflere varmak için bir politika aracı mıdır? Yoksa tamamen toplumsal dinamiklerle gündeme gelen krizler, başta hiç kimsenin tahmin etmedikleri sonuçlar mı yaratmaktadır?

Bu soruları cevaplamanın zor olduğu açık. Belki de bu soruları sorurken nerede durduğumuz, nasıl bir toplumsal / siyasal gelişme arzuladığımız ve ülkenin geleceğiyle ilgili ne tür bir projeye sahip olduğumuz hususları önem kazanmaktadır.

Mesela 27 Mayıs 1960 darbesi, darbe öncesindeki iktidar-muhalefet ilişkilerindeki krizlerin sonucu mu, yoksa darbe için bir kriz politikası izlenmiş ve bu krizler bir araç olarak mı kullanılmıştır? Bu tür soruları yaşanan bütün krizler için sorabiliriz.

Bugüne gelirsek geçen haftadan beri yaşananlar belli hedeflere varmak isteyen çevrelerin izledikleri kriz politikası mı, yoksa kendinden ortaya çıkmış bir olağanüstülük mü?

Tartışma ve değerlendirmeleri, öncelikle bu sorulara vereceğimiz sağlıklı cevaplarla başlatmak gerekiyor. Krizin gerisine ve ilerisine bakmak, sadece bir yerde takılıp kalmamak en sağlıklı olanı galiba.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi