T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 2 OCAK 2006 PAZARTESİ | ||
|
Bir ihtilal ve kötü mirası. 27 Mayıs 1960 yılına kadar Türkiye'de Anayasa konusu pek tartışılmamıştır. İhtilalciler, Demokrat Parti mensuplarını, Anayasa'yı çiğnediği iddiasıyla mahkum ettirmişlerdi. O tarihten sonra, Anayasa'yı çiğnemiş olmak iddiası sık sık kullanılır hale gelmiştir. Bu tartışmalar yapılırken, Anayasaların hukuk düzeni içerisindeki yeri yanlış anlaşılmıştır. Anayasalar ülkelerin hukuksal üst yapısını teşkil ederler. Buna uygun olarak kanunlar çıkarılır. Kanunlara uygun tüzükler ve yönetmelikler tanzim edilir. Hukuk düzeni piramide benzer. Bu piramide hukuk hiyerarşisi ismi verilir. Sistemin başında Anayasa ve sonunda tüzük ve yönetmelikleri uygulayan kişilerin kararları vardır. Yukarıda anlattığımız şey hukukun temelidir ve hukuk fakültelerinde daha ilk sınıflarda okutulur. Bu önemli kural devlet adamlarımız, medyamız ve hatta kendilerini aydın olarak takdim eden ilim adamlarımız tarafından yanlış anlaşılmıştır. Devlet adamlarımızın çoğu ceplerinde Anayasa kitabını taşırlar. İddialarının hukuki dayanağını ispat için bunu çıkarıp gösterirler. Süleyman Demirel'in konuşmalarında sık sık bu yola başvurduğunu herkes hatırlar. Cumhurbaşkanı Sezer'in de Anayasa'yı okuyup Bülent Ecevit'in üzerine fırlatması olayını da bilmeyen yoktur. Son olarak, Başbakan Erdoğan'ın kürsüde konuşurken Anayasa kitabını havada sallaması aynı tablonun bir tekrarıdır. Sayın Erdoğan ülkede içki yasağı konulmasını savunurken Anayasa'nın 58. maddesini ve TÜSİAD yetkililerinin suç işlediğini iddia ederken Anayasa'nın 138. maddesini referans göstermiştir. Oysa referans olarak gösterilmesi gereken şey bu maddelere göre çıkarılmış kanunlar veya tüzükler olmalıdır. Hukuk hiyerarşisini anlatan tipik bir hikaye: Bakanlık yapmış bir milletvekili, Taksim'deki opera otoparkı için giriş kartı almıştı. Bir süre sonra bu kartlar değiştirildi. Milletvekilimiz vakit bulup kartını değiştirememişti. Her defasında da otopark bekçisi, "Bu kartlar kaldırıldı; yeni kart alın" diye hatırlatıyordu. Bir gün milletvekilimiz gene eski kartla otoparka geldi, ancak bu kez görevli kapıyı açmadı. Bakanın yanında bulunan biri, bekçiye "Bekçi efendi bana bak, bu arabayı kullanan eski bir bakandır. Şimdi senin amirine bağırsa onun ödü kopar" diye çıkıştı. Bekçi de kızdı ve "Beyim doğru söylüyorsun. Sayın bakanım bağırırsa, müdürümün ödü kopar amma müdürüm bağırınca da benim ödüm kopuyor" diye karşılık verdi. Devlet büyüklerimizin Anayasa'yı ellerinde sallayarak konuşmaları 27 Mayıs İhtilali'nin bize bıraktığı kötü bir davranış biçimidir. Anayasa ne yazarsa yazsın, ne kadar demokratik olursa olsun, bu hükümler hiyerarşik bir düzen içerisinde tüzüklere kadar yayılmamışsa ve uygulayıcılar buna göre hareket etmiyorsa hukuk düzeni var sayılamaz. Unutmamalı ki, sadece insanlar sabıkalı olmaz. Bazı kelimeler, deyimler ve davranışlar da acı hatıralarımızı canlandırdığı için sabıkalıdır. Turgut Özal'ın, "Herkes Anayasa'yı çiğniyor. Bir defa da ben çiğnemişim ne çıkar" sözü, siyasi tarihimizin hazin bir hatırasıdır. Kanunlar Anayasa'ya, tüzükler kanunlara aykırı olabilir. Bu aykırılığın nasıl giderileceğini yine Anayasa belirlemiştir. Bu yolları göz ardı ederek doğrudan Anayasa'yı uygulamaya kalkışmak hukuk hiyerarşisini yok etmektedir. Konuyu bu manada anladığımız zaman, hukuk düzeninin var olup olmadığı sadece anayasalara bakılarak anlaşılmaz. Kanunu uygulayan hakimin veya savcının kararından ve bu kararı uygulayanların davranışlarından ve hatta mitinglerde görev yapan polisin coplarından anlaşılır.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |