T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 17 OCAK 2006 SALI
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Akif EMRE

İran nükleer tehdit mi?

İran'ın nükleer silah üretmeyi amaçladığı varsayımından hareketle bu ülkenin yürüttüğü nükleer enerji projesi Batı açısından diplomatik sınırlarına gelmiş görünüyor. Bir yönüyle de diplomasi yeni başlıyor. Görünüşte Amerika, İsrail ve İran ekseninde başlatılan yüksek frekanslı tehditler, Avrupalıların diplomatik alanda yürüttükleri girişimlerle yeni aşamaya giriyor.

Askeri seçenek bir yana bırakılırsa, BM güvenlik konseyinde görüşülmesinin söz konusu olduğu şu günlerde kafası karışık durumda olmayan sadece İran görünüyor. Devrimci militan görüntüsü veren yeni Cumhurbaşkanı'nın yüksek frekanslı tehditlerini, özellikle İsrail'i hedef alan söylemini tüm Batı'yı karşısına alan meydan okumadan çok diplomatik bir manevra olarak algılanmalıdır.. Amerika ve İran arasındaki karşılıklı tehdit dozu hayli yüksek açıklamalar bir bakıma askeri seçeneğin son derece düşük bir ihtimal olduğunu gizlemeyi amaçlıyor olabilir.

ABD-İran ilişkileri açısından askeri seçeneğin uzak ihtimal olduğunu düşünmeye iten önemli gerekçeler var. Bunları analiz ettiğimizde ne İran'ın tüm Batı'yı karşısına alan söyleminin ne de Amerika'nın Tahran yönetimini yerle bir edecek gibi görünen kararlı tutumuyla hiç de örtüşmeyen, çelişkili politikalar izledikleri, hatta çatışmadan çok işbirliğini içinde olduklarını bile söyleyebiliriz.

Böylesi bir hükme varmamızın gerekçesi ise bizzat Amerika'nın sistem dışı ulus-devletleri hizaya getirmek için kullandığı Irak örneği üzerinde yoğunlaşabiliriz. Irak işgalinin en önemli gerekçelerinden biri dünya sistemi ile barışık olmayan devletlere gözdağı vermekti. İran'a, Irak'ı göstererek askeri müdahale seçeneğini hatırlatan ABD bizzat işgal altında tuttuğu bu ülkede karizmasını kurtarabilmek için Tahran'a muhtaç. Eğer İran etkisindeki Şii gruplar Irak'ta ABD ile işbirliği yaparak sistemde yerlerini almamış olsalardı, hatta direnişçilere lojistik düzeyde bile bir destek vermiş olsalardı Amerika'nın Irak'taki durumu Vietnam'dan daha kötü olacaktı... İran ve Amerika Bağdat'ta oluşturulacak siyasal çatı üzerinde anlaştıkları oranda işgal güçleri göreceli de olsa denetimi elinde tutabiliyor; yeni dönemin meşruiyeti açısından gerekli gördükleri seçimlere katılım sağlanabiliyor. Şiilerin aktif direniş içinde olmalarını düşünmek bile işbirliğinin ne kadar belirleyici olduğunu göstermeye yetiyor.

İran'ın, nükleer enerji konusunda taviz vermez tutum izlemeye cesaret veren Avrupa ve BM Güvenlik Konseyi'ndeki veto yetkisini haiz ülkelerle kurduğu ilişkiler de belirleyici önemde. Fransa, Almanya, İtalya ile kurduğu ekonomik çıkar ilişkileri bir yana Rusya ile örtüşen jeo-politik çıkarları ve enerji alanındaki işbirliği Tahran'ın kozlarını güçlendiriyor. Güvenlik Konseyi'ndeki daimi üyelerden Çin'le imzaladığı 70 milyar dolarlık anlaşmanın hatırlatılması bile oyun hakkında fikir verebilir.

Nükleer silah sahibi olmak "dünya sistem"inin patronları açısından küçük rüşvetlerle geçiştirilecek bir cürüm değil elbette. Denklem dışı gibi duran İsrail'in diplomatik girişimleri devre dışı bırakarak gelişmeleri provoke etmesi de mümkün. İran burada pasif tutum izleyerek tüm Ortadoğu'nun nükleer silahlardan arındırılmasını beklemek yerine bölgedeki (nükleer klübe üye olmayan) tek nükleer güç olan İsrail'e karşı nükleer denge kurmaktan yana strateji belirlemiş bulunuyor. Burada uluslar arası hukuk ve ahlak konusunda sistemin ikiyüzlülüğü bir kez daha ortaya çıkıyor.

Avrupa ise bir yanda ABD'nin bölgedeki ağırlığını dengelemek diğer tarafta çıkarları zedelenmeden İran'ı frenlemek ikilemi arasında sıkışmış bulunuyor. Fakat sorun nükleer silaha sahip olmasından korkulan bu "köktendinci rejim"in mahiyetinin tanımlanmasında yatıyor. Muhtemelen İran'da bir karşı devrim olmadan, rejimin gerçek mahiyeti üzerinde batıda yeni bir tartışma açılabilir. The Guardian'da Timothy G. Ash'ın işaret ettiği üzre İran yeniden tanımlanarak sisteme dahil edilebilir ve nükleer tehdit olarak algılanmaktan da çıkar: "En büyük potansiyel müttefikimiz, Ortadoğu'da İsrail'den sonra belki de en Batı yanlısı olan İran toplumu"dur.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi