T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
D Ü Ş Ü N C E   G Ü N D E M İ 17 OCAK 2006 SALI
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Kadim dostlarımızı kaybettik

Şu anda, musibetin mahiyetini tam kavradığımızı sanmıyorum. Çünkü tam kavramış olsaydık, tepkimiz çok daha kuvvetli ve bir yakınımızı kaybetmişçesine olurdu. Bizim yerle gök arasındaki irtibatımızı sağlayan, bize ötelerden haberler getiren, hayatımıza metafizik bir derinlik ve boyut katan umut elçilerimiz yok artık. Ne kadar ürpertici değil mi?

  • RESUL PİRAD*
    İnsanların şüphesiz en çok ilişkide bulundukları hayvanlardı kuşlar. Bülbülüyle, turnasıyla, leyleğiyle, şahiniyle, güvercin, keklik ve kartalıyla insanoğlunun hayatına girmiş o kadar çok kuş var ki. Ama son çıkan meşum hastalık, bizi en kadîm dostlarımızdan biri olan kuşlardan mahrum etti.

    Hastalık böyle sürerse artık âşıklar maşuklarına olan selamlarını telli turnayla gönderemeyecekler. Keklik tutkunlarının hayallerine bir hüzün karışacak. Şahin, padişahın kolu olan tahtından inecek.

    Hiçbir hastalık herhalde insanoğlunu bu kadar fena etkilemeyecek. Çünkü hiçbir hastalık umudun mekânı olan semayı, korkulan kuşların mekânı yapamadı. Artık üstüne kuş pisleyen kişiye etrafındakiler "uğur getirir" diyemeyecekler. Halk edebiyatımız da bir durgunluk dönemine girecek. En güzel malzemeleri ellerinden alınan âşık ve ozanlarımızın bu sıkıntıları, eserlerine menfi olarak yansıyacak, ne yazık ki!

    Bu hastalık, insanoğlunun bidayetten kurduğu kültürel dünyanın kubbesine bir meteor gibi düşüyor. Kültürümüz için yeni malzemeler, yeni muhabbet araçları, yeni postacılar ve güle âşık olup ona gazeller okuyacak yeni canlılar bulmamız gerekecek.

    Yeni doğmuş civcivleri görüp sevememiş, onlardan birine "bu benimdir" diyememiş, o sevimliliğe ve cıvıl cıvıllığa yakından tanık olmamış bir çocuğa, kesinlikle çocukluğunu eksik yaşamış ve çocukluğunun en güzel "dost"larından birinden mahrum kalmış denilebilir.

    Maşuku uğruna ölümü göze alan âşıkların destanları gibi güvercinlerinden ne pahasına olursa olsun ayrılmayan kuşbazların âşıkane ıstıraplarına da şahit olabiliriz: "Ben onlardan ayrılamam, isterse ucunda ölüm olsun" haykırışlarını işiteceğiz artık.

    Ömürlük beraberliğin doğurduğu türkülere, elim firakın türküleri eklenecek bundan böyle.

    Aşklarına kendi aşkımızı da ekleyip, efkârlandığımız canlılar bu kez kendi ayrılıklarıyla bizi efkârlandıracaklar.

    Siz hiç yeni doğmuş ördek yavrularını naylon bir kapta yüzdürüp seyrettiniz mi? Minik ayaklarıyla nasıl yüzdüklerini kendinizden geçerek temaşa ettiniz mi? Erkek ördeğin tüylerinin güzelliğine, gururuna, kendine güveni ve salına salına yürüyüşüne dikkat ettiniz mi?

    Bir parkta otururken yapraklar kadar küçük ama bir resit balığı kadar süslü, cıvıl cıvıl ve hareketli bir kuş, dal ve yaprakların arasında hoplayarak, zıplayarak sizin dikkatinizi çekti mi? Bir müddet kendinizi ona kaptırdınız mı?

    Bütün bunları yaşamamışsanız, kuşkusuz bu hastalık size daha katlanılır gelecektir. Ama bunlar sizin için tatlı hatıralar yerinde ise, elbette bu afete yaklaşımınız farklı olacaktır.

    AİDS'i ilahi bir ceza ve haddini aşan insanoğluna Allah-u Teâla'nın verdiği bir musibet olarak görüp öyle yorumlayan zevat çoktur. Hakeza frengi gibi hastalıkları da... Peki, son zamanlarda ortaya çıkıp, kadim dostlarımızla aramızdaki ilişkiyi berbat eden bu hastalığa nasıl bir yorum getireceğiz? Bu hastalığa sevdiklerimize olan ihanetimiz, onları sevgiden mahrum edip, gaz odaları gibi çiftliklere tıkmamız ve sadece bir nesne gibi görmemiz sebep oldu dersek, çok mu afaki laf etmiş oluruz.

    Kuş gribi hastalığı, sonuçlarını daha sonra fark edebileceğimiz, onulması çok zor bir gedik açacak bizde. Kâinatın bir âlemiyle ilişkimiz değişiyor, hatta kopuyor, farkında mıyız? Hem de en çok haşir neşir olduğumuz âlemiyle. Kuşlar yerine balıklar olsaydı bu kadar etkilenir miydik? En çok senede bir kaç kez yediğimiz balığımızdan feragat ederdik. Belki bir kaçımız da evinde beslediği akvaryumu gözden çıkarmak zorunda kalırdı. Ama kuşlar, onlar dost ve komşularımız gibi. İlişkimiz onlarla o denli fazla ve derin ki, onlarsız bir hayat düşünmek bile çok zor...

    Şu anda, musibetin mahiyetini tam kavradığımızı sanmıyorum. Çünkü tam kavramış olsaydık, tepkimiz çok daha kuvvetli ve bir yakınımızı kaybetmişçesine olurdu. Bizim yerle gök arasındaki irtibatımızı sağlayan, bize ötelerden haberler getiren, hayatımıza metafizik bir derinlik ve boyut katan umut elçilerimiz yok artık. Ne kadar ürpertici değil mi? Bu olay, dünyamızın çivisinin nasıl söküldüğünü, bizi ruhu çalınmış, ruhsuz bir dünyanın eşiğine fırlattığını gösteren, bundan sonra başımıza gelecek felâketlerin de habercisi bir olay olarak görülemez mi?

    Her şey nasıl da bir bilim-kurgu filmi gibi cereyan ediyor, öyle değil mi?
    *Edebiyatçı-Yazar

    Geri dön   Yazdır   Yukarı


  • ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi