T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 17 OCAK 2006 SALI | ||
|
İnsanoğlu, şu dünya üzerindeki varlığını topluluklar halinde pekiştirmeye başladığından beri ticaretle uğraşıyor. Önce çevrenin, sonra kendi kurduğu sosyal düzenin direttiği şartlar karşısında toplumsal işbölümüne gittikçe, ister istemez kendisi dışındakilerin ürettiği mal ve hizmetlere ihtiyaç duyuyor. Bu da, tabii olarak söz konusu mal ve hizmetlerin mübadelesini gerektiriyor. Mal ve hizmetlerin mübadelesi veya daha geniş anlamda el değiştirmesi vakıası, tarih boyunca çeşitli araç ve kurumların doğmasına vesile olmuş. Para bu araçlardan sadece bir tanesi. Takas mekanizması, karşılıklı iki kişinin hem zaman, hem mekân, hem de ihtiyaç olarak birbirine denk gelmesini gerektiriyor. Bu denkliği temin etmek, iki kişiden üçe, dörde ve daha fazlasına çıktıkça zorlaşıyor. İşte para bu süreci, ihtiyaç denkliğini ortadan kaldırarak kolaylaştırıyor. Kredi mekanizmaları da kısmen zaman kısıtlamasını gevşetiyor. Piyasalar, pazarlar ve borsaları da mübadele sürecini kolaylaştırmak, zaman ve mekân kısıtlamalarını gevşetmek, mübadele sürecine belli standartlar getirmek için tesis edilmiş kurumlar olarak görebiliriz. Herhangi bir mübadelenin sağlıklı olabilmesi için gereken şartlardan biri olan bilgi akışını daha sağlam bir zemine oturtma işlevini de yine bu kurumlar sağlamaya çalışır. Bu çerçevede piyasaları, insan ürünü tarihi yapılar olarak ele almak gerekir. Bu kurumları ideal yapılar olarak görmek, onları kurumsal gerçekliklerinden ne kadar koparıyorsa, piyasaları sömürü düzeninin başlıca unsurları olarak değerlendirmek de, bu kurumların sağladıkları tarihi işlevi o ölçüde görmezden gelmektedir. Nitekim piyasalar tarih boyunca ne mübadelenin temin edildiği yegâne yapılar olmuş, ne de her zaman için mükemmel işlemiştir. Sözgelimi gelenek ve kanunlar, toplum içindeki bir bireyin güvenlik ve adalet gibi belli bazı ihtiyaçlarını devletten vergi karşılığı temin edebileceğini (ve hatta temin etmek zorunda olduğunu) dayatmıştır hep. Burada bir piyasa mekanizması genellikle olmamıştır. Tarihin derinliklerinde toplum içinde bölüşüm ve hatta ticaret çoğunlukla piyasa dışı yöntemlerle yapılmıştır. Piyasalar, özellikle milli para gibi ortak bir değer vasıtasının benimsenmesiyle birlikte, mal ve hizmet üretimi ve emeğin tamamen piyasaya yönelik işletilmesi sayesinde yaygınlaşmış kurumlardır. Marksistler, piyasa mekanizmasının kapitalist sistemin temel sömürü aracı olduğunu iddia eder. Mübadele mekanizmasına her düzlemde müdahale etmek gerektiğini savunurlar. Liberallerse, müdahale edilmezse piyasaların sadece tarafların fayda teminini değil, toplumun refahını da azamileştirdiğine inanır. Piyasalar pratikte liberal iktisatçıların iddia ettiği ölçüde serbest olamayacağı için toplum refahını azamileştirici etkileri sanıldığı gibi yoktur. Zaten liberal iktisadın refah kavramı, bireysel faydacılığın toplulaştırılmış halidir ve siyaseten ve toplumsal etik açısından sıkıntılı bir kavramdır. Bu tür piyasalara devlet müdahale etmezse, büyükler müdahale eder ve böyle olunca da gerçekten bir sömürü aracına dönüşebilirler. Öte yandan müdahaleyi veya düzenlemeyi kimin, nasıl ve ne ölçüde yapacağı da oldukça tartışmalı bir sorundur ve bu husus sadece devlete bırakılmayacak kadar toplumu ilgilendirir. Mesele piyasaları toptan reddetmek veya şartsız kabullenmek meselesi değil, piyasaları etkin bir şekilde işletmek meselesidir.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |