T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 17 OCAK 2006 SALI
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Yusuf KAPLAN

Dünyanın geleceği ve Türkiye'nin rolü

Dünyanın kültürel, siyasî, stratejik ve askerî haritalarının ve önceliklerinin silbaştan yeniden belirlendiği büyük bir kaos, belirsizlik ve geçiş döneminin tam ortasından geçiyoruz. 1648'deki Westfalya Anlaşması'yla Avrupa'da ulus-devletlere geçişi ve Avrupalıların bütün dünya üzerinde siyasî, ekonomik, kültürel ve askerî hâkimiyet kurmalarını sağlayan "Avrupa dünya düzeni" iki büyük hegemonya savaşının ardından tam 300 yıl sonra birdenbire çöktü.

Avrupa'nın, gücünün her bakımdan zirvesindeyken çöktüğünü unutmayalım. Oysa Osmanlı'nın çöküşü, yaklaşık 300 yıl gibi uzunca bir süre almıştı.

Rönesans ve Reformasyon'la birlikte Avrupa'da insanlık tarihinin akışını ve yönünü değiştiren büyük siyasî, kültürel, ekonomik ve entelektüel devrimler gerçekleştirildi. Birey, toplum, devlet, uluslararası ilişkiler ve güç dengeleri yeniden tanımlandı. Avrupa tecrübesi yaratıcı bir tecrübeydi. Ama aynı zamanda, Marx, Schumpeter ve Adorno gibi düşünürlerin deyişiyle "yaratıcı ama yıkıcı" bir tecrübeydi bu.

Avrupa kültürü ve uygarlığı, yaratıcılığını da, yıkıcılığını da Batı uygarlığının temel kurucu paradigması olan "çatışmacı" özelliğine borçluydu: İnsan'ın diğer insanlarla, sınıflarla, ruhun bedenle, insan'ın Tanrı'yla ve kâinât'la çatışmaya dayalı bir ilişki kurması, gücünün zirvesindeyken Avrupa'nın çöküşünü getirdi.

Unutmayalım: Avrupa uygarlığı, dışardan geliştirilen bir meydan okuma ve saldırı sonrasında çökmedi. Avrupa hegemonyası; hakkın, hakikatin ve adaletin değil, gücün ve güçlü olanın haklı ve hâkim olarak kabul edildiği çatışmacı anlayış dolayısıyla Avrupalı güçlerin kendi aralarındaki çıkar çatışmalarını halledemeMeleri nedeniyle insanlık tarihinin iki büyük hegemonya ve paylaşım savaşı sonrasında çöktü.

İkinci Dünya Savaşı'ndan hemen sonra ABD, Avrupa'nın yerini aldı. ABD de, çatışma ilkesi üzerinden dünya üzerinde hegemonya kurdu. Avrupa tecrübesi de, ABD tecrübesi de, Batılıların bırakınız başka kültürlerle ve medeniyetlerle barış ve adalet ilkeleri çerçevesinde birlikte yaşamayı, kendi aralarında da barışı, adaleti ve hakkaniyeti tesis ve temin edemediklerini kanıtlamıştır.

Hem Avrupa hegemonyası, hem de Amerikan hegemonyası, dünyamızı "orman kanunları"nın geçerli olduğu bir kaosun eşiğine fırlatmakla sonuçlanmıştır. İran'ın nükleer projesine başından beri destek oluyormuş gibi görünen İngiltere'nin ve Almanya'nın son anda İran'ı arkadan vurmaları, hâlâ orman kanunu kurallarının geçerli kılınmaya çalışıldığını göstermesi bakımından oldukça düşündürücüdür.

O yüzden, Osmanlı tecrübesi, yalnızca çağdaşımız değil, geleceğimize çok esaslı şeyler söyleyen ve sunan bir tecrübedir. İslâm'ın yeryüzü üzerinde adalete, hakkaniyete ve barışa dayalı ilkeleriyle gerçekleştirdiği medeniyet tecrübelerinin en sonuncu ve en sofistike örneğidir. Eğer biz Osmanlı tecrübesini çağdaşlaştırmanın yollarını bulamazsak, Amerikalılar, bu büyük tecrübeyi kelimenin tam anlamıyla "piçleştirerek" ve de bizim üzerimizden önce bölgemizde, sonra da dünya üzerinde kurdukları haksız ve barbar hegemonyalarının ömrünü biraz daha uzatmayı başaracaklar.

Türkiye, dünyayla kopmadan, aksine tüm dünyaya açılarak ama medeniyet iddiasını bayraklaştırma cesaretini gösterdiği takdirde, sadece bölgemizin değil, barışın, adaletin ve hakkaniyetin hâkim olacağı bir dünyanın kurulmasında kilit rol oynayabilir.

Hayalî bir şeyden sözetmiyorum. 300 yıl önce ABD diye bir ülke yoktu. Osmanlı, küçük bir kayı boyu olarak yola çıkmıştı; ama bütün insanlığın sorunlarını kendi sorunları belleyen bir medeniyet ufkuyla donanan büyük bir rüya gördüğü için tarihin en büyük medeniyet tecrübelerinden birini üretmeyi başarmıştı.

Türkiye, bu büyük rüyaya o büyük ufukla yeniden sahip çıkmanın yollarını araştırdığı zaman yarının dünyasının daha yaşanabilir ve bambaşka bir dünya olmasında yeniden kilit ve tarihî bir rol oynayabilir. Bunun için gerekli hazırlıkları, orta ve uzun vadede yapmak zorundayız.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi