T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 22 OCAK 2006 PAZAR
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

EKONOMİ-TOPLUM
Mustafa ÖZEL

İslâm, Protestanlık ve kapitalizm

Kayserilileri "İslamî Kalvinistler" olarak ilan eden raporu hazırlatan Avrupa İstikrar Girişimi'nin hedefi, Türklere AB ile bütünleşme sürecinde İslam dininin toplum hayatına yönelik taleplerini törpülettirmekten başka bir şey değildir

Kayserililerin Max Weber'i keşfetmeye ihtiyaçları var mıydı? Sanmıyorum. Fakat Avrupa İstikrar Girişimi (ESI) adlı kuruluş, yaptırdığı çalışmayla Kayserilileri "İslamî Kalvinistler" olarak ilan ediverdi. Raporda çok sayıda Kayserili girişimcinin iş hayatındaki başarılarından örnekler var. Bazıları yaptıkları işi (ifadeler doğru aktarılıyorsa) "sahip oldukları Protestan iş etiği"ne bağlıyorlar: "Müsriflik yok, spekülasyon yok, kârlar yeniden yatırıma aktarılıyor."

100 yıl kadar önce, Max Weber, kapitalizmin ve kapitalist ruhun ortaya çıkışını Protestanlığın yayılışıyla açıklıyordu. Almanya'nın ekonomik gelişmede niçin geri kaldığını kendine dert edinen büyük sosyolog, el yordamıyla bulduğu ve aşırı biçimde abarttığı verilere baktığında, kapitalizmin Avrupa'da daha çok Protestan topluluklar arasında geliştiği sonucuna vardı. Kapitalist gelişmede öne çıkan Hollanda ve İngiltere'de Protestan mezhepler yaygındı ve ileri gelen kapitalist bireylerin hepsi dindar (hatta fanatik) Protestanlardı. Ancak, Weber'in tezi çoğunlukla yanlış anlaşılmaktadır. Kimse adamın gerçekte ne yazdığını okumamakta; Protestanlığın pat diye kapitalizmi doğurduğunu sanmaktadır.

Weber'e göre kapitalizm, Protestanlığın amaçlanmamış hasılasıdır. Yani bir inanç sistemi olarak Protestanlık, kapitalizmi hedef edinmiş değildir. O zaman nasıl oluyor da dinî bir akide, bu derece dünyevî bir ekonomik sisteme yol açabiliyor? Açıklamasının özeti şu:

Başta Kalvencilik olmak üzere Püriten mezheplerde fanatik bir kadercilik hakimdir. (Bizdeki Cebriye ekolüne benzetebileceğimiz) Kalvenci kader anlayışında, ebedî kurtuluşa erecek insanların sayısı sınırlıdır. Hiçbir çaba veya dua bu sayıyı arttırmaz. Peki, kurtulmuş olanların alamet-i farikası nedir? Bu dünyada onları nasıl teşhis edebiliriz? Kurtulmuşların birinci vasfı, ascetic bir hayat yaşıyor olmalarıdır. Bu kelime Türkçeye sofuluk veya çilecilik diye çevriliyor. Tam karşılığı zühd kelimesidir. Dindar Protestan, zahidâne bir hayat yaşar. Lüks ve israftan kaçar, tutumludur. Ekonomi diliyle söylersek, tasarruf haddi yüksektir.

Ebedi felaha eren Protestanın ikinci vasfı gayrettir. Bu insan, son derece çalışkandır. Çalışmayı ibadet gibi görür. Zühd, riyazete dönüşür; öte dünya hedefi, bu dünya hedefiyle örtüşür. Üçüncü vasıf, dürüstlüktür. Dürüst insanın toplumda itibarı yüksek olur. (İtibarın Batı dillerindeki karşılığı kredidir.) Dürüst insan kolay kredi bulur; yatırımlarını finanse eder. Çalışkan olduğu için de çok çalışır ve kazanır. Zahid olduğundan, az harcar. Böylece kısa zamanda önde gelen bir iş adamı olup çıkar. Zenginliği hedeflemiş olduğu için zengin olmaz. İyi bir Protestanın niteliklerine sahip olmaya gayret ettiği için zenginleşir.


Weber haklı mıydı?

Weber'e ilk karşı çıkan, ülkedaşı Werner Sombart oldu. Sombart'a göre, Weber'in tezinde Püritanizm gördüğümüz her yere Judaizm koymalıyız: Kapitalizmi ortaya çıkaran rasyonellik, Hrıstiyanların değil, Yahudilerin tarihsel özelliğidir. Babil sürgününden beri yurtsuz yaşadıklarından, Yahudiler tarımdan kopmuşlardı. Sık sık ülkeden ülkeye veya şehirden şehire sürüldüklerinden, onlar için tarım riski yüksek bir faaliyetti. (Hasat vakti gelmeden sürülürlerse, bütün servetleri tarlada veya toprağın altında kalacaktı!) Onun için, yükte hafif pahada ağır eşyaya yatırım yaptılar ki, sürüldükleri zaman beraberlerinde kolaylıkla götürebilsinler. Kısaca, ticarette ve bilhassa para ticaretinde uzmanlaştılar. Bu onları rasyonel (hesapçı) bir toplum haline getirdi. Kapitalizmin de özü, hesapçılıktır. Bu vasıf Hıristiyan toplumun genelinde yoktu. Avrupa toplumlarının kapitalistleşmesi, bir anlamda Hrıstiyanların Yahudileşmesi demektir. (Sombart aslında bu fikirleri, Karl Marx'tan alıyordu! Ona göre, modern burjuva toplumu, Hrıstiyan toplumun Yahudileşmesinden başka bir şey değildi.)

Richard Tawney, Weber'in kurduğu ilişkiyi tersine çevirdi: Avrupa, Protestan olduğu için kapitalistleşmiyor; kapitalistleşmekte olduğu için Protestanlaşıyordu. Trevor-Roper'e göreyse anahtar olgu muhacirlikti. Weber'in örnek verdiği Protestan girişimcilerden hiç biri o ülkenin "yerli" Protestanı değildi. Mutlaka bir başka yerden göç edip gelmişlerdi. Sombart'ın haklı olduğu bir husus, kapitalist ruhun Protestanlıktan birkaç yüzyıl önce İtalyan şehirlerinde mevcut olduğuydu. Venedik, Floransa, Cenova gibi şehir-devletlerde çok sayıda koyu Katolik kapitalist girişimci vardı. "Dinleri, iş hayatlarını dölledi," diyordu Sombart.

Maxime Rodinson, Weber tezini İslam tarihine uyguladı; Norman Jacobs ile Robert Bellah ise sırasıyla Çin ve Japon tarihlerine. Hepsi de Weber'den çok farklı sonuçlara ulaştılar. (Bu tezleri gelecek hafta tartışacağım.) Son 30 yılda yapılan Çin, Hind, İslam ve Osmanlı tarih çalışmaları bütün bu tezlerin yetersizliğini açık seçik ortaya çıkardı. Ekonomik gelişmeye engel olan faktörün Konfüçyanizm, Budizm veya İslam değil; "zayıf devlet yapıları" olduğu giderek açıklık kazandı.

Bilim faaliyetinde her tez hem düşünceyi kanatlandıran bir uçak, hem aklı sınırlayan ve gerçekleri kırpan bir Prokrüst yatağıdır. Weber bu tezi ortaya atmasaydı, kendisinden sonra çok daha incelikli çalışmalar belki de yapılamayacaktı. Aynı şekilde, gerek Avrupa, gerek Avrupa dışı toplumların tarihinden sadece tezi doğrulayacak veriler toplanıp, daha farklı düşünmeyi mümkün kılacak her şey dışlanınca, ortaya bilimsel teoriden çok, siyasal bir tezgâh çıkıyordu: Gelişmeye ehil olan, sadece Hıristiyan Avrupa'dır. Diğer toplumlar kendilerini Avrupalıların şefkatli ellerine bırakmak zorundadırlar! Nitekim, "İslamî Kalvinistler" raporunu hazırlatan organizasyonun da hedefi, Türklere AB ile bütünleşme sürecinde İslam dininin toplum hayatına yönelik taleplerini törpülettirmekten başka bir şey değildir.


Kapitalizm devlet ve zihniyet

Kapitalizm; piyasa mübadelesi, özel mülkiyet ve kâr amaçlı girişimciliğe dayalı bir sosyo-ekonomik sistemdir. Ancak, bu üç veçhe daha önceki toplum sistemlerinde de belirli biçimlerde mevcut olduğundan, tanımımız eksik kalıyor. Piyasa mübadelesi ve kâr amaçlı girişimciliğin tarihi çok eskidir. Özel mülkiyet ise, belirli kural ve sınırlamalarla da olsa, mevcut ola gelmişti. O halde, kapitalizmin alamet-i farikası nedir? Hangi şartlar altında bir sosyal sisteme kapitalist sıfatını yakıştırıyoruz?

Kapitalizm kendine özgü bir birey, toplum ve devlet gerektirir, yahut ortaya çıkarır. Kapitalist girişimci birey, kendini 'sınırsız sermaye birikimine' adamıştır. Bu birikimi son derece 'rasyonel' (akılcı, hesabî) yollarla sağlamaya çabalıyor olsa da, arayışın bizzat kendisi irrasyoneldir. Bir müddet sonra, kapitalist birey, kendi eseri olan işletmeye hizmet eden aciz bir 'kul' olup çıkar. Tıpkı imparatorluklar gibi, bir kapıkulluğu sistemidir kapitalizm: kapitalistler ve 'devşirmeleri' (yönetici kadroları), sonsuz büyümeye ayarlı şirketlerin köleleri olmuşlardır.

Kapitalist toplum, bütün bireyleri tüccarlaşmış toplumdur. Girişimcinin doğal tacir olduğu aşikârdır. İşçisinden ev kadınına kadar diğer fertler nasıl tüccar oluyorlar? Kapitalizm, aile ve bireylerin günlük temel ihtiyaçlarını özel işletmelerden temin ettikleri bir sistemdir. Ekmeği fırından, eti kasaptan, elbiseyi mağazadan, eğitimi okuldan 'satın' almak zorundadırlar. (Eskiden bu ihtiyaçların büyük bölümünü, piyasaya başvurmadan sağlayabiliyorlardı.) Satın alabilmek için, karşılığında bir şey satmak; ayrıca bu kesintisiz alış verişi ciddi tarzda 'bütçelemek' zorundadırlar. Kapitalizmde okuma yazması olmayan bir ev kadını, 200 yıl öncesinin büyük tüccarından daha ileri bir muhasebe bilgi ve tecrübesine sahiptir.

Kapitalist devlet, kâr peşinde koşan girişimcilere karşı toplumu koruyan bir mekanizma değildir. (İmparatorluklar bu bakımdan birer 'fukaraperver cemiyeti' sayılabilir!) Aksine, girişimci sermayedarların önünü açan, onlarla kader birliği eden bir mekanizmadır. Kapitalist devlet, kapitalist girişimcinin toplum aleyhine kurup sürdürdüğü komplonun suç ortağıdır.

Braudel'e göre, kapitalist komplo, serbest piyasanın bertaraf edilmesine dayanır. Piyasa rekabeti ne kadar bastırılırsa, kapitalistin kârı o kadar yükselir. Kapitalizm aslında piyasa düşmanı bir planlama sistemidir. Modern devlet, piyasa rekabetini bastıran konsantre sermaye gücünün suç ortağıdır.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi