T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 22 OCAK 2006 PAZAR
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Rasim ÖZDENÖREN

Değişim

Dünyamızın (siyasal ilişkilerden birey olarak insanî ilişkilerimize, fert-devlet ilişkisinden uluslararası siyasal ilişkilerimize, çevremizle olan ilişkilerimizden evrene uzanan ilişkilerimize kadar sayılamayacak denli çok şeyin) değiştiğini, değişmekte olduğunu ve değişimin giderek artan bir hızla süreceğini düşünürken aklıma şu soru geldi: Aslında değişen neydi? Değişen genel anlamıyla çevre miydi (yani insanın dışında olan dünya mı idi)? Yoksa insanın kendisi miydi?

Bu, kolay gibi görünen sorunun karşılığının sanıldığı kadar basit, düz ayak bir cevapla geçiştirilemeyeceğini düşünüyorum. Franz Kafka'nın "Değişim" adlı öyküsünün kahramanı Gregor Samsa'ya bakarak bir hükme ulaşacak olursak, değişenin insanın kendisi olduğunu söyleyebilecek gibi görünüyoruz. Gregor Samsa'nın öyküsü, bir sabah korkulu bir rüyadan uyanınca yatağının içinde kendini korkunç bir hamam böceği olarak bulmasıyla başlar. Gregor Samsa'nın içinde yaşadığı dünya olduğu gibi durmaktadır, ama kendisi insan olmaktan çıkmış, bir böceğe dönüşmüştür!

Çin bilgelerinden Cuang Cou (MÖ 4. asır)'nun "Kelebek Rüyası" adlı öyküsü, değişimin oldukça karmaşık bir dokusu olduğunu ihsas ediyor: "Günün birinde Cuang Cou, bir kelebek olduğunu, neşeli, hayattan memnun bir kelebek olduğunu rüyasında görmüş. Bu kelebeğin Cuang Cou'dan haberi bile yokmuş./ Birdenbire uyanmış, bir de görmüş ki, gerçekten Cuang Cou imiş. Şimdi artık, Cuang Cou rüyasında bir kelebek mi olmuştu, yoksa bir kelebek rüyasında kendini Cuang Cou olarak mı görüyor, bunu bilemiyormuş./ Bir kelebekle Cuang Cou arasında fark vardır. Fakat ne dersin, varlıklar işte böyle değişirler." (Çin Denemeleri, MEB Yay. İst. 1992, s. 34).

Kendini bir hamam böceğine veya bir kelebeğe dönüşmüş olarak bulan kimsenin dünyası da artık değişmiş, bilinen o eski dünyası olmaktan çıkmış bulunacaktır. İnsanın algıları, algılama alanı değişince, bizim sabit dünyamız aynı kalsa bile, onun öznel algılaması değişmiş olacağı için değişmiş olacaktır. Hamam böceğinin ya da kelebeğin gözleriyle gördüğü şeyler, hiç bir zaman insan gözleriyle görünen şeylerin aynı olmayacaktır. Görünen şeyler hakikatte aynı kalmış olsalar bile.

İnsanın hamam böceğine veya kelebeğe dönüşmüş olması keyfiyeti bazılarımıza aşırı örnekler gibi görünebilir. Ama algılarımızın (sebep-sonuç ilişkilerini bağladığımız ilkelerin) dönemden döneme değişmesinin de aynı kapıya çıktığını kabul edemez miyiz? Yeni Gine'de geçen şu olay bu bakımdan aydınlatıcıdır: Avdan hiç bir şey elde edemeden dönen bir adam, kafasında filelerini büyüleyen vasıtayı araştırıyor, gözlerini kaldırdığında tam karşısında dost ve komşu köyden bir köylü görüyor, derhal bu adama büyücüdür (bu sebeple avdan eli boş dönüyorum) diye aklına bir fikir geliyor ve birden adamın üzerine atlayarak onu öldürüyor. (Mantığın Menşei Problemi, Prof. Dr. Necati Öner, İlahiyat Y. Ank./1977, s. 53). Bu avcı, kendi algılamasının sınırları içinde kurduğu illiyet rabıtası çerçevesinde işlediği eylemde haklı görülebilir, ama onun kullandığı illiyet rabıtası bugün bizim kullandığımız bağlamın dışına düşmektedir. Böylece hamam böceğinden kelebeğe, kelebekten gergedana kadar değişebilen bir insanla karşılaşıyoruz. Elbet, bir de Ionesco'nun Gergedan'ı var: Başlangıçta bir kişi gergedan haline dönüşür, sonra sokaklarda birer ikişer gergedanlar görünmeye başlar, giderek bütün şehir halkının gergedanlar haline geldiğini görürüz.

Burada, iyiden kötüye veya kötüden iyiye doğru değiştiğini söyleyeceğimiz bir şey var mıdır? Varsa, o şeyin ''zaman" olduğunu veya "dünya" olduğunu ileri sürebilecek miyiz? Veya iyiden kötüye, kötüden iyiye doğru değişen, durmadan değişen bizim insanî özümüz mü? Bunların, kestirme cevaplarını bulabileceğimizi sanmıyorum. Çünkü insanî özün (cevherin) de, değişmeden kaldığına dair köklü bir kanaat taşıyorum. Ama gene de, değişen bir şeylerin var olduğu söyleniyorsa ve bu iddiada bir gerçeklik payı varsa, o şeyin, o değişen, değişmekte olan şeyin ne olduğunu anlamaya gayret gösterilmelidir. Allah Resulünün (s.a.v.), "İşte zaman devrini tekrarlaya tekrarlaya Allah'ın yeri ve göğü yarattığı ilk heyetine döndü" mealindeki yüce sözlerinin sağlayacağı aydınlıkla, değişen, değişmekte olan şeyi kavramaya çalışmalıyız. Bu bize belki değişmeyen ve değişmeden duran şeyleri kavramamızı sağlayacak yolu da açacaktır.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi